Milli Takım - Ülke gündemi
"Türkiye'nin çok sıcak siyasi gündeminin yanında akşamdan sonra devreye giren yine çok sıcak bir Avrupa kupası gündemi yaşanıyor. Bir milli takım gündemi...
"Öldük öldük dirildik"ten, büyük zafer şölenlerine kadar uzanan bir gündem bu... Diyelim 75 dakika boyunca 70 milyonla birlikte ölüyorsunuz, son 15 dakikada öyle bir ba'sü ba'del mevt yaşanıyor ki, dillere destan oluyor. Portekiz karşısında futbol ve takım oyunu adına en ilkel görüntüyü sergiliyorsunuz, sonra dünyayı şaşırtacak bir çıkışa imza atıyorsunuz. Nasıl bir şey bu? Ben, acaba Çek maçının 90 dakikası bir anahtar olabilir mi olan biteni izah etmek için diye soruyorum kendi kendime...
Benim vardığım ilk sonuç şu: Türk milli takımı Çek maçının son 15 dakikasında takım oldu ve zafere ulaştı. İkinci sonuç da şu: Türk milli takımı, Çek maçının son 15 dakikasında bir kader maçı bilincine vardı ve zaferi kucakladı. Bazı gerçekler var: Herkes Türk milli takımında, dünyanın herhangi bir takımında oynayabilecek vasıfta, kalitede oyuncular bulunduğunu biliyor. Ama onlar, bir takım içine girdiğinde, kolektif başarıyı sergileyemiyorlar. Bir tespiti daha dile getirmek lazım:
Dünyanın herhangi bir takımında oynayan ve yıldızlaşan futbolcular Türk takımlarına geldiklerinde birdenbire vasat oyuncu hüviyetine bürünüyorlar. Bir şey daha: Ülkemizin çocukları, dünyanın başarılı takımlarına transfer olduklarında, orada büyük başarılara imza atıyorlar. Aynı şekilde son Avrupa kupasında, Avrupa takımlarında oynayan Türk kökenli gençler var, yer aldıkları takımlarda yıldızlaşıyorlar. Demek istiyorum ki, yıldız futbolcu sıkıntısı çekmiyoruz, 70 milyonluk genç nüfuslu bir ülkede yıldız oyuncu kapasitesini daha da geliştirmek mümkün.
Ama takım oyunu ve oyun stratejisinde sıkıntı çektiğimiz bir vakıa. Takım oyunu, oyuncuların bilinç gelişmesini ve o bilincin sahaya yansımasını sağlayacak bir deneyim birikimini sağlamayı gerektiriyor. Bilinç gelişmesi, "Bu oyunda başarı kolektif çabaya bağlı, herkes birbirine katkıda bulunduğu ölçüde güçlü ve sonuç alıcı olacak kanaatinin bilinçlere derinlemesine kazınması" ile alakalı. Bu kolay değil. Bu, aynı zamanda nefsi bir disiplin demek. Başkasını önemsemek, kendisi yerine onun başarısını tercih edebilmek, onun başarısını kendi başarısı saymak ve bunu oyunun en kıran kırana ortamında gerçekleştirebilmek...
Bu, gerçekten bir nefsi disiplin gerektiriyor. Bencil oyun, hem kendini öldürmek demek, hem takımı... İkincisi, kader maçı bilincini kuşanmaktır, dedim. Bunun adı da motivasyondur. Belki Çek maçının son 15 dakikası da bu açıdan örnek teşkil ediyor. Motivasyon, bir, kazanmaya kilitlenmek tarzında olur, bir de kaybetmemeye... Çek maçının son 15 dakikasında takımımız herhalde "Artık her şey bitiyor" kanaatiyle motive olmuştur. Yani kaybetmemeye kilitlenmekle. Ben, spordan ülkenin genel gündemine geçmenin de mümkün olduğunu düşünüyorum. Tam da takım oyunu oluşturmak ve kader maçı bilincini kuşanmak itibariyle bu paralellik kurulabilir. Tam da bugün. Üstelik on yıllardan beri tekrar eden bir süreç içinde...
Ülke olarak takım oyunu kurmakta zorlanıyoruz ve bir türlü kader maçı bilincini yüklenemiyoruz. Takım oyunu oynayamamaktan öte, birbirimizin ayağını çelmelemek gibi davranışlarımız var. Benim, ayağımıza kurşun sıkmak diye tanımladığım şeyler oluyor.
Benim "Türkiye'ye karşı Türkiye" diye nitelediğim şeyler oluyor. Şu günlerde yaşananlara bakınız. Ülkenin tüm kurumları birbirine karşı mevzilenmiş bir görüntü arz ediyor. İşin ilginç yanı tüm bunlarda, toplum iradesine karşı bir kuşku yön veriyor. "Bu millet bir yerlerde aldatılır, yanlış yapar, onun yanlışa yönelmesini önlemek için setler oluşturmak lazım." İşte bu duygu, her şeyden önce milletle kurumlar arasında bir "takım oyunu"nun önünü kesiyor. Sonra millet reyine bağlı kurumlarla, ona set olsun diye oluşturulan kurumlar arasında yol kesme eylemi gelişiyor. Ve orada esen fırtına tüm toplumu savuruyor. Toplum olarak bir büyük tırmanış için el ele verilemiyor. Enerji boşa akıyor. Sonra da pişmanlıklara, geri kalmışlığa yakılan ağıtlara geliniyor. Portekiz maçı sonrasındaki duygular...
Enflasyon yeniden tırmanırken, sınavlarda çocuklarımızın on binlercesi sıfır çekerken, Tuzla'da işçiler iş kazasında can verirken, eğitim görmüş veya görmemiş gençler işsizlikten kıvranırken, yolsuzluk dosyaları bir türlü tükenmezken... darbe gelirken, yargı siyasallaşırken, yani tuz kokarken... İnanıyorum ki, bizde bir cevher var. Bir zamanlar biz de millet hem nasıl milletmişiz. Gelmişiz dünyaya insanlık nedir öğretmişiz... İş bu... İçimizdeki cevheri ortaya çıkarmak...
Son 15 dakikaya kalmadan, "Her şeyi kaybetmek üzereyiz" tedirginliğine düşmeden ve yürekler ağızlara gelmeden... bilmem anlatabildim mi? (Burç FM'de haftanın 5 günü akşam saat 19.10, sabah 08.30'da yorum yapıyorum. Bu yazı Pazartesi günü Burç'ta yayınlanan yorumdur. Onu sizlerle paylaşmak istedim.)
bugün