Ümmet”ten söz edildiğinde genelde “Ümmetin darmadağınıklığı ve ümmeti oluşturan İslâm ülkelerinin birbiriyle çatışmaları” gündeme getirilerek, bu işin bir fanteziden öteye geçmediği ifade edilir. Haksız mı? Haklı. Ümmet diye inanç birliği etrafında buluşan bir topluluğun bir aradalığı ne kadar potansiyel bir güç merkezi olma niteliği taşıyor olursa olsun, dağınıklık da bir vakıadır ve “Ümmet varlığı”nın “hayal” diye nitelenmesine haklılık kazandırmaktadır.
Peki milliyetçilik?
Son seçimde “milliyetçi duyguların seçim sonuçlarını belirlediği” tezi çok işlendi. Her toplumun bir manada “Güvenlik hassasiyeti” içinde bulunması son derece tabiidir. “Canı korumak” nasıl insan için en güçlü saik ise, toplumlarda da en azından bir kesim için böyle bir hassasiyet insiyakî yani içgüdüseldir.
Seçimleri bu duygu etkilemiş midir? Evet, iktidar cenahı böyle bir riski toplumun en azından yüzde 51’ini ikna edecek boyutta gündeme getirebilmiştir.
Ama acaba bu bizde kendilerini “milliyetçi” diye niteleyen siyasi oluşumların tarif ettiği milliyetçilikle birebir örtüşen bir çizgi midir?
Bir kere bakalım, kendisini “milliyetçi” diye tanımlayan kaç siyasi oluşum var:
Milliyetçi Hareket Partisi, İyi Parti, Zafer Partisi, Milli Çözüm Partisi, Büyük Birlik Partisi….
Unuttuğum var mı bilmiyorum. Bir de Sinan Oğan.
Bir süredir İyi Parti’den ayrılan Yavuz Ağıralioğlu da yeni bir “milliyetçi” partinin olgunlaşma sürecinin duyurusunu yapmaktadır.
Bu partilerin birbirinin içinden doğduğu da biliniyor.
Akla gelen soru şu tabiatıyla:
-Hangi milliyetçilik ayrışması, önce bir çizgi farklılaşmasına, sonra da bunun “partileşmesi gereken önemde bir hamle” olduğuna karar verdirmektedir?
Türkiye milliyetçiliğinin “Mesele vatansa gerisi teferruattır” diye bir mottosu vardır.
Nasıl bir zihni ameliye işliyor partileşmeye karar verilirken?
Vatanı aşan ne var ki partinin biri terkediliyor ötekine yol açılıyor? Yani bir yapının içinden çıkarak farklı bir parti oluşumuna karar verenler, mevcutlar bakımından “vatan duyarlılığı”ndan birtakım kayıplar yaşandığına mı inanmışlardır?
Ben öyle değerlendirmelerden ziyade kişi ve kadro hesaplarının etkin olma ihtimalini daha güçlü görüyorum.
“Mesele vatansa…” söylemi bazı kaygıları görmezden gelmeyi gerektiren iç değerlendirmelerin ürünüdür. Mesela bu partilerin lider kadroları oturup “Hangi vatan severliği paylaşamıyoruz?” gibi bir soruyu müzakere edebilirler mi?
Bu “Milliyetçilik meselesi”nde asıl sorunu göz ardı etmemek gerekir diye düşünüyorum?
Asıl sorun ne?
Milliyetçilik” öncelikle bir “Millet bütünlüğü”nü amaçlamayı gerektirirse, kendi aralarında bu kadar mikro ölçeklerde parçalanmış milliyetçi siyasi oluşumlar iktidar olmaları halinde millet bütünlüğünü nasıl sağlayacaklardır?
Bir de milliyetçiliğin “etnik boyuta kayma” ihtimali var, ki Türkiye’de bu risk de gündemdedir. “Ayrılıkçı hareket” diye nitelenen olgu böyle ×ir risk ortamında gelişmiş ve ulaştığı “terör boyutu” ile Türkiye’ye on yıllarca kan kaybettirmiştir. “Milliyetçiliklerin milliyetçilikleri doğuracağı” ve bu işin “mikro ölçekler”e doğru ilerleyeceği de bir vakıadır.
Türkiye gibi etnik farklılıklarla harmanlanmış bir ülkede “Toplumsal barış”a yönelik riskleri bir kenara bıraksak bile, bir “Milliyetçi blok” oluşturmak ne kadar gerçekçidir, mümkündür ve bu işin ideolojik zeminine epey kafa yorduğu anlaşılan İyi Parti’den Tolga Akalın’ın iddia ettiği gibi “Yüzde 64’lük” bir toplumsal varlığı ifade etmektedir, tartışılabilir.
Bu iddiayı patlatacak en basit soru “CHP’nin milliyetçiliği ile MHP’ninki, ya da Ümit Özdağ’ınki ile Meral Hanımın milliyetçiliği aynı nitelikleri mi taşıyor?” sorusunu cevaplandırmaktır.
Hani bizim siyasette bir söz var: Farkı tarafların sahip olduklarını iddia ettikleri toplumsal taban yüzdelerini toplasanız, yüzde bilmem kaç yüz gibi rakamlara ulaşırsınız. Bu hesaplar sonuçta elmalarla armutları toplamaya dönüşür.
Kaldı ki “Her türlü milliyetçiliği ayağının altına aldığını” söyleyenlerin de pekala en milliyetçi partinin desteği ile yıllarca iktidarlarını sürdürebildiği bir ülkedir Türkiye… Belli ki milliyetçiliğin için çok çok farklı biçimlerde doldurulabilmektedir.
Bahçeli’den başlayarak MHP’den İyi Parti’ye yönelen ve arkasından Semih Yalçın üslubunca zıılgıtlar gelen “Hadi gel beraber yürüyelim” ya da “Eve dön” türü seslenişler “Milliyetçi bir siyasi blok” oluşumuna imkan verir mi?
Geçen gün CHP’deki gerilimlerin değerlendirildiği bir tv programında “Bizde partilerin içindeki çatışmalar partiler arasındaki çatışmalardan daha sert geçer” gibi bir değerlendirmeye rastladım. Dini ya da sol grupların iç çatışmaları da buna benzetildi. “Milliyetçi siyasi oluşumlar” bir yerde birbirini en hafif ifadeyle “yetersiz” görerek yeniden partileşiyor.
Sormak sanırım garip olmaz: MHP’nin Ak Parti ile birlikteliği mi daha reel İyi Parti ile yan yana gelmesi mi? Devlet Bahçeli, Tayyip Erdoğan ile mi daha iyi anlaşır, Meral Akşener ile mi?
Son bur konu: Sokak ortasında bir cinayete kurban giden Ülkü Ocakları eski başkanı Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş’in iktidar ortağı MHP’den değil de İyi Parti’den siyasete atılması da anlamlı değil mi?