Bir misafirimiz var. Dünyanın en meşhur doktoru, bu ziyaretimize gelen. Artık başkaları susacak ve söz misafirin olacak. Bu doktorun diğer mesleği de öğretmenlik. Eğitimciliği yanında aynı zamanda vâizlik de yapan bu uyarıcının adı Ramazan. Sevgili doktorumuz, kendisini sevenleri tedâvi etmek, yetiştirip olgunlaştırmak üzere her sene kapımızı çalar, bir ay misafirimiz olur. Bu çok zengin ziyaretçi, bizden bir şey almaz, bize hep ikram ve ihsanda bulunur, getirdiği hazinelerini sunmak ister.
Ölümcül hastalara, zihni ve gönlü paslanmış, çalışmaz hale gelmiş zavallılara şifâ dağıtır. Dengeleri sarsılan, "önemli olan dünya mı, âhiret mi?" sorusuna cevapta zorlanan insanlara yol gösterir. Mânen ölmüş insanları İsa nefesiyle diriltir.
Hayat veren bu ziyâretçi, tekrar kapımızı çaldı. Sevinmemek mümkün değil. Bir ay boyunca getirdiği güzellikler hemen her tarafı kaplayacak. Şeytan suratlı ekranlar bile arada sırada dünya güzelinin maskesini takmak zorunda kalacak. Evimizde, içimizde kim bilir ne değişmeler, güzellikler, devrimler yaşanacak. Hoş geldin Ramazan! Hoş, safâ getirdin. Buyur, başımızın üstünde, gönlümüzün tahtında yerin var.
Aziz misafirimiz Ramazan'ı biraz daha yakından tanıyalım. Kimdir bu güzeller güzeli? Kitabımız onu her şeyden önce Kur'an'la irtibatlandırır. Ramazan; gücünü, şerefini ve güzelliğini Kur'an'dan almaktadır (2/Bakara, 185). Ramazanın verdiği temel mesaj da Kur'an'dır. Kur'an bu kutlu misafir zamanında inmeye başladığından, müslümanların Kur'an'la bağlarını sağlamlaştırması bu misafirle vuslat zamanında ilk görevleridir. Allah'ın kitabını mehcur bırakıp terk eden (25/Furkan, 30), bir roman kadar, TV. dizisi ve film kadar, top veya pop kadar onunla içli-dışlı olamayanları ikaz edip uyarmak için misafirimiz Ramazan olanca gür sesiyle haykırmaktadır. Bu sesi, gönül kulakları kapalı olmayan her insan duyacaktır. O diyor ki: "Okumayı bilmeyenler, hemen öğrensin, bilenler Kur'an'ı çokça okusun ve anlamlarını öğrenmeye ve yaşamaya gayret etsin. Beni seven, beni göndereni seven, Kur'an'ı meal ve tefsiriyle okumaya çalışsın, beni gönderen Zât'ın emir ve yasaklarını ilk elden öğrensin."
Misafirimizin zihinlerimize çıkmayacak bir yazıyla yazdığı gerçek şudur: "Bireysel, sosyal, siyasal, ekonomik tüm problemler; Kur'an'ı terk etmenin, onu tatbik etmemenin ürünü olduğundan, çözüm de Kur'an'ın tüm hükümleriyle hayata geçirilmesidir. Hâlâ evleriniz niye Kur'an kursuna dönüşmüyor, niye vaktinizi Kur'an ilimleri doldurmuyor? Formalite icabı ve âdet olarak mukabele ile yetinmek değil; onu tefekkürle, düşünerek, anlamaya çalışarak, hayatına geçirme endişesi duyarak okumalısınız. Yasak savma şeklinde lafzını hızlıca okuyup geçivermek, okur gibi yapmak, hatim etmekle Kur'an'a karşı görevinizi yerine getirdiğinizi sanıyorsanız, aldanırsınız."
Ramazan, misafir olduğu insanlara orucu emreder ve az yemeyi tavsiye eder. Ramazanın misafir olduğu evlerde tıka basa yemek yenmesi, Ramazana büyük saygısızlıktır. Ramazan açlığı sever, mideyi dinlendirip rûhu gıdalandırmayı öğretir. Ramazan eşitlikten yanadır; Zenginle fakiri en azından gündüzleri eşit yapar. Açın halinden tokun anlamasını ona açlığı tattırarak yerine getirir. O, oruç gibi bir misafir daha getirmiştir kendisiyle birlikte. Oruç, hayatın yalnız yeme-içme, bencil duyguları ve hayvanî arzuları tatmin etme anlayışına dayanmadığını öğreten bir arkadaşıdır Ramazanın. Oruç, fiil olarak fakirlik halini yaşatmakla kalmaz, sevdirir de fakir gibi yaşamayı. Sosyal adâlet fikrini, yardımlaşma duygusunu; açlık halini yaşatarak öğretir Oruç Öğretmen.
Ramazan, bir ay boyunca bize yaptırdığı eğitim ve antrenmanla kendimizi nasıl dizginleyip kontrol altında tutacağımızı, nefsimizin hevâsıyla nasıl savaşılıp cihad edileceğini öğretir. Onun eğitiminden geçen kişi, artık olgunlaşmış ve irâdesine sahip olabilen sabırlı kimse haline yükselmiştir. Ramazan ve onun ayrılmaz kardeşi oruç, verdikleri eğitimle bize Allah için iş yapmayı, zorluklara göğüs germeyi, doymayan nefsin aşırı isteklerini geri çevirebilmeyi öğretmekle kalmazlar, bunları kendiliğimizden yapabilecek şekilde bizi eğitirler de. Dilimizi okumaya, beynimizi bilgiye, midemizi açlığa, gönlümüzü ibâdet ve zikirle coşturmaya, benliğimizi hayır için koşturmaya yönlendirir. Bu misafirlerin bulunduğu zaman dilimi, dinlenme değil; “din”lenme, fırsat ve imkânlardan yararlanma anlarıdır.
Eli boş gelmeyi sevmeyen cömert Ramazan, İbâdet hazineleri ve mâneviyat meyveleriyle gelir. Bize takvâ getirir. Bize lezzetini tattırdığı oruç, haramlardan korunup sakınma duygularını, yani takvâyı geliştirir (2/Bakara, 183). Doktor Oruç, perhiz gibi ilâçlarla sadece mideleri hastalıklardan arındırmaz. O, aynı zamanda günahlarla hastalanan dili, gözü, kulağı, gönlü ve zihni de mânevî mikroplardan arındırır. Bu doktor, hasta rûhları canlandırır, ârızalı gönülleri bir ay karantinaya alıp iyileştirir, can çekişen ahlâkı diriltir, tepeden tırnağa bütün organları düzeltip insanı gitmesi gereken yola (Cennete) doğru sağlıklı şekilde gidecek hale getirir.
Elbette, bu doktorun tavsiyesini önemsemeyen, verdiği ilaçları kullanmayan kimse, doktoru değil, kendini kandırmış olacaktır. İyileşmek istemeyen hiçbir hastayı kimse, zorla tedâvi edemez. Herkesin hasta olma, hastalığını arttırma, tedâviyi geri çevirme, doktor ve ilaçları beğenmeme, hatta intihar etme, yani Cehenneme gitme özgürlüğü de vardır. Bunlar özgürlük müdür, acınacak zavallılık ve delilik midir, orası tartışılır.
Doktorumuzun, misafir olduğu kimselere yazdığı reçetede zekât ve sadaka ilâçları da vardır. Zekât ve fıtır sadakasını, mecbûr eder. Yardımlaşma, ihsan, ikram ve cömertlik tavsiyesi yapmayı ihmal etmez, kendini sağlam sanan hastalara. Dünyevîleşen, bireyselleşen, dengesini kaybeden, çağdaş mikropların hasta ettiği insanın unutmaya yüz tuttuğu ikrâm, misafir ağırlamak, infâk etmek, almaktan çok vermeyi sevmek gibi ilâçları hatırlatır Ramazan. İftarlarla, ikramlarla, ziyâret ettiği zaman diliminde fakirlere cömertçe yapılan yardımlarla hastalıkları tedâvi eder.
Ramazan, bir öğretmendir; onun misafir olduğu yerler de birer okul. Bu okulun namaz, oruç, fitre, Kur'an okumak ve dinlemek, çokça zikir ve duâ yapmak gibi dersleri vardır. Misafirin bulunduğu zamanlar, onsuz yaşanacak on bir ayın muhâsebesini yapan, geleceğe beden ve ruh olarak hazırlanan başarılı öğrenciler, misafir öğretmen okuldan ayrılırken Allah'ın rahmet ve rızâ diplomasını alırlar. Ramazanın öğretmenliğinden yararlanmak için, onu bize gönderen Zât'ın, Gerçek Yöneticinin tüm emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçmak, kurallara uymak, verilen on bir aylık ödevleri yerine getirmek, dünya sınavını kazandıracak eğitimi her an sürdürmek gerekiyor.
Bu misafir, eğlenceden, karşılama törenlerinden hiç hoşlanmadığı halde, o misafire, hatta onu bize gönderen Zât'a düşman olduğu halde bunu gizleyen medya gibi sahtekârlarca ve onu yanlış tanıyan câhillerce dinî ve mânevî özelliklerinden soyutlanarak folklorik ve nefsin arzuları doğrultusunda bu misafir ağırlanmak istenmekte, böylece o aziz misafir rahatsız edilmekte, küstürülmektedir. Bazıları onun eğlence, müzik, tiyatro, ortaoyunu, meddah ve Karagözden hoşlanacağını zannediyor. Hâlbuki o, bunların bizim hastalıklarımızı artıran uyuşturucular olduğunu hatırlatmak için geliyor.
Medya, Ramazanın gelmesini engelleyemediği için, onun faydasını en aza indirecek yollar bulmaya gayret edecektir yine. Ramazanla insanımızın sımsıcak ilişkisini bozmak isteyecektir. Bu güzelim misafirin bizi ziyaret ettiği her ay, biraz sansasyon, biraz iftira, biraz istismar ve biraz da irticâ adıyla İslâm düşmanlığının tezgâhlandığı medya pazarında, yutanlar yutsun, yutmayanların da boğazına dizilsin diye bakalım bu ayda iftarlık olarak ne eşantiyonlar verilecek? Bu misafirin insanı ihyâ etmesini istemeyenler bu ayda da boş durmazlar. Bu ay onların da pazarıdır. Dinin ticareti de, istismârı da, dine hakaret piyasası da hayli iş yapar, müslüman mahallesindeki medya adlı salyangoz pazarında. Hipnotize edilmişçesine kendinden geçmiş ve etkilenmeye hazır, ağzı açık müşterilere sihirli kutunun yalancı aynasından geçirilen bayat ve kokmuş dolmalar yanında, taze avlar da menüye konulup yutturulur. Ramazandan yararlanarak müslümanların dine yönelişlerini frenlemek için, temcit pilavı olarak medya tarafından bu yıl da ne çirkinlikler sunulacak, hep birlikte göreceğiz. İnsanları diriltmeye gelen muhteşem ve muhterem Ramazanı öldürmek isteyenler, en azından yaralamaya kalkanlar çıkacak. İnsanın bozulan kalp/gönül motorlarını tamir etmeye gelen Ramazan'ı tahrif edip bozmaya yeltenenler olacak. Kâfirler vazifesini yapacağı gibi, Ramazan münâfıkları da iş başında olacak. Onlar görevini yapıyor, yapacak. Peki ya biz?!
Kaçıncı defadır bu misafir geliyor, beraberinde getirdiklerini bir müddet sonra kapı dışına atıyorsak mirasyediden farkımız olmayacak, emânetlere ihânet ettiğimiz tescillenecek. Bu misafire şâhit olup ev sahipliği yapmamızın artan sayısı, aynı zamanda ölümün yaklaştığının da habercisi. Önemli olan Ramazanın getirdikleriyle bilinçlenip dirilerek, onun eğitiminden geçip ölümden sonrasına her an hazır olmak.
Ramazan, kötü alışkanlıkları bırakmak için bulunmaz fırsatlar sunar. İçkiciler bile Ramazan Hoca'ya saygısından o varken içmez veya azaltmaya çalışır. Cehennem kapıları onun ziyareti şerefine kapandığı gibi, meyhane ve kimi haram eğlence yerlerinin kapılarına da bu zaman diliminde kilit vurulur. Ramazan Hoca, kendini seven bir mü'mine neler öğretmez ki... Hâlâ sigara gibi kötü alışkanlıkları varsa, misafir hoca yanında sabahtan akşama kadar içmediğine göre, akşamdan sabaha kadar da içmeyebileceğini, irâdesine sahip olmanın çok da zor olmadığını kendisine öğretir. Az yemeyi, diyet ve rejimi, iştahı kontrol edebilme, yeme ve içme irâdesine sahip olabilme alışkanlıklarını kazandırmak için, çeşitli usûllerle gerekli her eğitimi verir Ramazan Efendi. Ramazan, bilindiği gibi bir uyarıcı, bir vâizdir aynı zamanda. Herhalde siz de duyuyorsunuzdur; ruhlarımıza hitap ettiği sesiyle, kendini seven bizlere şu mesajları veriyor vâiz Ramazan:
"Bu dünya, imtihan alanıdır. Burada ne ekildiyse, âhirette o biçilecektir. Bilindiği gibi, Yüce Allah, insanları sadece kendisine ibâdet ve kulluk yapmaları için yaratmıştır. Allah’ın yasakladıklarından kaçıp O’nun rızâsına uygun davranarak her ânımızı ibâdet sevabıyla geçirebiliriz. Dünyada, yaşadığımız günü zorluk ve sıkıntılardan uzak geçirmek istediğimiz ve yarınları düşündüğümüz gibi, âhiretteki sonsuz hayata daha fazla önem verip esas yatırımlarımızı oraya yapmalıyız. Para kazanmanın, dünyada bir ev sahibi olmanın bedeli olur da, cennetin bedeli olmaz mı? Sonsuz mutluluğun bedelinin de müslümanca güzellikler olduğunu unutmamalıyız.
Her çeşit putlardan yüz çevirip Allah’ın istediği gibi iman etmeden kurtuluşa ermek mümkün olmadığı gibi, sadece kuru bir “iman ettim” demekle de iş bitmemektedir. İmanın söz, fiil ve eylemlerle ispatlanması gerekir. “Ben el-hamdü lillâh mü’minim” demek, “tüm düşünce ve davranışlarımı Allah’ın hükümlerine göre düzenleyeceğime söz veriyorum” demektir. Hayatta karşılaştığımız her zorluk ve sıkıntı da, her nimet ve hayır da imanımızı test eden sınavlardır.
Hayat, dünler, bugünler ve yarınlardan ibaret olduğuna göre; dün geçmiştir, yok hükmündedir. Yarın yaşayıp yaşayamayacağımızı bilmiyoruz, bugünü değerlendirmek ve âhirete azık hazırlamak en akıllı yol olsa gerek. Dünya hayatı oyun ve eğlenceden ibâret. Hayat oyunu bitmek üzere, göz perdelerimizin kapanmasına kim bilir, belki fazla bir vakit kalmadı. Zevkler, sanal; hayat ise bir oyun, masal, rüya. Bir varmış bir yokmuş. Dünkü çektiğimiz sıkıntı gibi, yaşadığımız rahatlıkların da bugün için pek bir önemi yok. Bizimle âhirete gidecek olan, sadece sevap ve günahlarımız olacak. Her hareketimiz, sağ ve sol omuzlarımızdaki kameramanlarca filme alınmaktadır. Yarın bunların ödül veya cezaları verilecektir.
Yaşadığımız toplumda ahlâksızlıklar artıyor, insanların birbirine güven duygusu kalkıyor ve yeterince yardımlaşma yapılamıyorsa, bunun temel sebebi; insanların gereği gibi iman edip Allah’a teslim olmamasıdır. Allah’ın Kitabını öğrenip hayatına geçirmeye çalışmayan insanların, öldükten sonra “Kitabın ne?” sorusuna “Kur’an” diye cevap vermeleri mümkün değildir. Bu sorunun cevabı olarak, Kur’an’dan fazla önem verip okudukları gazetenin, televizyon kanalının veya ahlâksız sanatçı ya da futbolcunun ismi dillerinden dökülecektir.
Cennet insanın hayallerine dahi sığmayacak güzellikte yaratılmış; fakat nefse ağır gelen, nefsini terbiye edememiş, ona esir olmuş insanlara çok zor gelen işlerle kuşatılmıştır. Akıllı insan, geçici ve kısa bir dönemdeki rahatı, sonsuz güzellik ve mükemmel nimetlere değişmez.
Sadece bu dünyada yaşayacağını, hayatın bu dünyadan ibâret olduğunu düşünerek yaşayan insan, canlı cenâze gibi yaşar; hem kendisi, hem çevresi böyle sorumsuz bir hayatın acılarını tadar. Ama öleceğini düşünerek, ölümden sonra ya cennet veya cehennem olduğunu, her şeyden hesaba çekileceğini düşünerek yaşayan kişi, kendisi huzurla dolu olduğu gibi, etrafına da sadece güzellikler yansıtır. Unutmayalım; mezardakilerin pişman oldukları şeyler yüzünden dünyadakiler birbirlerini kırıp geçiriyor.Her gün ve her gece, namaz sonlarında, işimizin arasında; ölümü, kıyâmeti, dirilişi, mahşeri, cenneti, cehennemi, günahlarımızı, Allah'ın nimetlerine teşekkürdeki kusurlarımızı derin derin düşünelim. Allah'ın dinini yaşayamıyor, müslümanca hayat süremiyorsak, müslümanca ölmenin de zor olduğunun bilincine varalım. Akıllı insan, kendini hesâba çekip ölüm sonrası için çalışan ve Allah’ın her an kendisini gözlediğini unutmayan insandır."
Rabbimizden hem kendimiz, hem de liyâkat kesbeden insanlarımız için bu Ramazanın yeniden dirilişlere, canlanış ve uyanışlara vesile olmasını, secde yerlerini gözlerimizden dökülen incilerle süslediğimiz sahur seccâdesinin üzerinde tüm içtenliğimizle isteyebilmeli, fiilimizle de bu duâya iştirak edebilmeliyiz.
Ne mutlu, Ramazanı gereği gibi değerlendiren, Ramazanla hayırlara doğru değişenlere! Kim Allah’ın dostluğuna sahip o neden mahrum? Kim Allah’tan mahrum, o neye sahip?