Başkan Erdoğan, İstanbul’da 3. Havaalanı civarında tertiplenen TEKNOFEST'te 22 Eylûl günü yaptığı konuşmada önemli konulara değindi.
Ancak bu konuya değinmeden önce, şu isme takılalım.. ‘Tekno’ da, ‘fest’ de latin dillerinden.. ‘Tekno’ teknik’le; ‘fest’, festival’le ilgili.. Festival ise, topluca yapılan eğlence, şenlik, sevinç hali vs. mânasında..
Başkan’ın bu isimlendirmeye de takılabileceğini bekleyenlerdenim. Çünkü, ‘Arena’ kelimesinin 2 bin yıl öncelerdeki Roma’da ne mânâya geldiğini hatırlatıp, stadyumlara bu ismin verilmemesi gerektiğini hatırlatacak kadar dikkatli birisi o.
***
Bu gibi yabancı isimlendirmelerin yaygınlaşmasıyla, yabancı kültürlerin ve zevklerin hegemonyasının, üstünlüğünün zımnen kabul eden bir ruhî zaaf var demektir. Açıktır ki, bizim kültürel coğrafyamız, kendi temel değerlerimize göre şekillenir / şekillenmelidir.
Alış-veriş merkezlerinin, mağazaların, ticarî markaların, hattâ yer isimlerinin her birisine, kendisini dünyaya egemen gösteren, tahakkümcü, emperial dünyanın kelimeleri veriliyor.. Bu gidişe ‘Dur!’ demenin zamanı geçmektedir. Kabullenilen her yeni yabancı kelime, kendi kültür ve anlayış dünyamızda kendine bir yer ve bizde bir gedik açmakta..
***
Bu hatırlatma sonra, gelelim, Başkan Erdoğan’ın sözlerine.. Şöyle diyordu özetle:
"… Günümüz dünyasında gerçek anlamda bağımsızlığın birinci şartı teknolojiyi üreten ve ihraç eden ülke konumuna, (…) teknoloji üreten bir toplum haline dönüşmemizle mümkündür.(…) Günümüzde… fizikî güvenliği siber güvenlikle tahkim etmiyorsanız kendi kendinizi kandırıyorsunuz demektir.
(…)Bu sorunun çözümünü geçmiş dönemlerin yöneticileri, Batı’nın teknolojisini ülkemize taşımakta görmüşler; teknolojiyi kullanacak insan kaynağının da Batı’da eğitilmesi yoluna gitmişlerdir. Halbuki aslolan, teknolojiyi burada tasarlamak, geliştirmek ve öğretmektir.
1925’te Haliç’te yerli sermayeyle gerçekten önemli bir savunma sanayi fabrikası kurulmuş, (…) ama, İngiltere ve ABD’nin askerî yardımları bahane edilerek bu fabrika âtıl hale getirilmiştir. Nuri Demirağ’ın uçak fabrikasının dışarıya ihracat yapmasına bile fırsat verilmemiş; Vecihî Hürkuş’un çırpınışları sabote edilmiştir. Hele bir de Kafkas İslam Ordusu Komutanı Nuri Paşa’nın hikayesi var ki, tam bir ibret vesikasıdır. (…) Nuri (Killigil) Paşa, 1949’da Haliç’te kurduğu silah fabrikası, aralarında kendisinin de bulunduğu pek çok kişiyle birlikte havaya uçurulmuş, ölenlerin cesetlerine dahi ulaşılamamıştır.
(…) Başbakanlığım dönemimde (…) tank, helikopter, insansız hava aracı gibi pek çok ürünün hazır alım projelerini iptal ederek, millî ve özgün model geliştirme çalışmaları başlattık. (…)
Bizim projelerimiz de sabote edilmeye çalışılıyor. (…) Attığımız her adımda ‘boşverin’ teklifleri ile karşılaştık. Sürekli daha iyisini daha ucuza verme vaadiyle kandırılmaya çalışıldık. Îmâ yoluyla Nuri Demirağ’ların, Nuri Killigil'lerin âkıbeti ile tehdit edildiğimiz oldu. Hiçbirine aldırmadık. Allah’ın verdiği ömrü kimse kısaltamaz. (…) Devletlerin ve milletlerin hayatında tesadüflere ve (…)inancımızda da ümidsizliğe asla yer yoktur. (…)"
***
Evet, Başkan Erdoğan’ın bu tesbitleri son derece önemli..
***
Ekliyelim ki, Sultan 2. Abdulhamid, modern - çağdaş teknolojiye ulaşma planını sahneye koyduğu 1890’larda, Japonlar da aynı hedeflere ulaşmak için 1892’de Meiji /Işık Hareketi’ni başlatmıştı. Ama, 30 sene sonra Japonlar dünyadaki modern teknolojiyi yakalamışken, biz ise İttihad- Terakkî zihniyeti ve onun devamı olan kemalist dönemde aynı aşağılık duygusunun etkisiyle, şeklî değişikliklere, gardrob devrimciliğine takılıp kaldık ve ancak şimdilerde biraz-biraz kendimize gelmeye çalışıyoruz.
Evet, yolumuz uzun, ama, ümidsiz olmamak zorundayız.
stargazete