-Önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk tavrı. Konuşma tonu özellikle seçilmişti. Bilinen Tayyip Erdoğan tavrından çok farklıydı. -Yumuşaktı- bile denilebilir. Muhtıra olarak algılasa herhalde o dili benimsemezdi. Biraz savunma vardı: Montrö’yü iptal gibi bir düşünceleri olmadığını söyledi, bir. Sarıklı- cübbeli amiralin tavrını benimsemediklerini söyledi, iki.
-Bu ılımlı tavır Montrö’nün uluslararası paydaşlarına mı yönelikti? Çünkü Montrö uluslararası bir güç denkleminden çıkmıştı. Lozan’dan ileri idi. Ama yine de Türkiye’ye yönelik sınırlamalar vardı. Türkiye’nin Montrö rezervi bu açıdan anlamlı olabilirdi.
-Bunun yanında Montrö konusunda özellikle iki uluslararası gücün duyarlı olduğu biliniyor; Amerika ve Rusya. Türkiye’de derinden akan Atlantikçi - Avrasyacı kamplaşması var. Montrö tartışması, bu kamplaşmayı da hareketlendirdi.
-Şöyle bir soru: Acaba iktidar adına ortaya konan -Montrö’yü tartışalım- yaklaşımı Amerika’da nasıl karşılanıyor, Rusya’da nasıl?
-Şu biliniyor: Karadeniz çevresinde Rusya, Kırım - Ukrayna örneğinde olduğu gibi güç kullanarak çökme operasyonları yapıyor. Amerika ve AB de bundan rahatsız. Acaba Amerikan donanması Karadeniz’e çıkarsa bir güç dengelenmesi olur mu? Bunun da önünde Montrö var. O zaman Montrö’deki sınırlamaların kalkmasından Amerika memnun olabilir. Bu durumda -Montröyü tartıştırmayız- yaklaşımı Rusya’yı ve Avrasyacı çevreyi memnun etmeli.
-Buradan bakınca iktidarın ABD’ye meydan okuyor görünmesi ya da Amirallerin bildirisinin Atlantikçi olduğu iddiası boşluğa düşüyor. Yoksa muhtıracı Amiraller Avrasyacılar mı ?
-Cumhurbaşkanı, emekli amirallerin bildirisini muhtıra gibi görseydi üslubu farklı olurdu, dedik. Evet ses tonu, -Eyyy-li bir ton değildi. Ama iç siyaset zemininde muhtıra gibi görüp ona göre tepki oluşturmayı tercih ettiği, Cumhurbaşkanı yardımcısı Fuat Oktay’dan başlayıp tüm parti kadrolarının, ardından partinin hareketlendirdiği sivil toplum kuruluşlarının, ardından devlet birimlerinin harekete geçmesinden belli. Özellikle CHP’yi darbe-muhtıra yanlısı gösterme boyutunun, Cumhurbaşkanı’nın mutedil konuşmasında bile ihmal edilmediğine bakılırsa, darbe tartışmalarının ekonomide, “lebalep kongreler” sebebiyle pandeminin azgınlaşması yüzünden herkesin ödediği bedel yüzünden sıkışan iktidarın işine yaradığına inanıldığı açık.
-Ancak, muhtıra-darbe kalkışması tarzındaki bir gündemin Türkiye’nin “kırılgan ülke görünümü” vermesi gibi bir riski barındırdığı, bunun da zaten öngörülürlük sorunu yaşayan hukuk - ekonomi alanında yeni sıkışmaların yolunu açacağı neden dikkate alınmaz, sormak lazım.
-Bir başka sorunlu görüntü, durumdan vazife çıkarıp tepki furyasına Yargıtay - Danıştay gibi yargı kurumlarının da girmesi. Yarın önlerine gelecek davalar hakkında ihsas-ı reyde bulunmak gibi bir dertleri yok anlaşılan bu bildiri furyasına katılan yargı mensuplarının…
-Ve fişleme. Süleyman Soylu’nun “mahrem bilgi” çıkışının tipik uygulanışı. Sabaha kadar çalışıp, insanların hısım – akrabasına kadar siyasi aidiyetlerinin ortaya çıkarılması ve medyaya aktarılması… FETÖ mü yapardı bunu? Emniyet’te pişirip Yargı’da infaz eylemi… Ak Parti ne ara geldi buralara? Hiç mi hukuk hassasiyeti kalmadı?
-Montrö güncelinde olduğu gibi pek çok konu var ki, -aşı bile- bunlar sonuçta güç değerlendirmelerine dayanıyor ve o da uluslararası ilişkilerin niteliğini etkiliyor. Yanı başımızda Ukrayna ısınıyor. Rusya daha önce Kırım’a çöktü. Türkiye Kırım işgalinden rahatsızdı ama bir şey yapamadı. Ukrayna’ya karşı Rus hamlesinden rahatsız olması lazım, ama tek başına bir şey yapabilmesi söz konusu değil. NATO ilişkisi, AB ile ilişkilerin bir güvenlik boyutu olduğu kesin. Taa Rusların Yeşilköy’e kadar geldiği zamandan beri.
-Bu çerçevede, Çin ile ilişkiler nereye konmalı? Doğu Türkistan’daki Çin mezaliminin Ankara’nın canını sıkmıyor olması eşyanın tabiatına aykırı. Ama düşük profilli politika uygulanıyor. Doğu Türkistan acısını, içerdeki Çin muhiplerinin yaptığı gibi Amerikan propagandası olarak görme “zillet”i sanırım iktidarın ne Ak Parti ne MHP cenahında karşılık görür. Ama Çin nasıl dengelenecek? Avrasyacılık politikası ile mi?
-Çin Büyükelçiliği Meral Akşener’e ve Mansur Yavaş’a karşı racon kesmeye kalktı. Çin’deki zorbalığı Ankara’ya taşımak istedi. Demek buna cüret edebildi. Bereket Büyükelçi Dışişleri’ne çağrıldı. Acaba bu, zevahiri kurtarma çabası mı, Çin’e “bu kadarı fazla, aşıyı diyet olarak kullanmana razı olamayız, zulüm icra etmek senin içişlerin sayılamaz” gibi bir mesaj hamlesi mi? Çin Büyükelçiliği’nin tavrı, sadece Akşener ve Mansur Yavaş’a yönelik bir tepki değil çünkü, doğrudan doğruya Türkiye’ye yönelik bir sınama.
-Amerika’nın yaptırım uyguladığı bir Türkiye, AB’nin masasında değerlendirme konusu haline getirilen Türkiye, yanı başında Rusya’nın yarın nerelere evrileceği bilinmez çökme politikaları ve Çin Büyükelçiliği’nin hadsiz çıkışı…Meseleler, içerdeki politik hesaplaşmalara göre tavır belirlemeyi çok aşan bir giriftlik arz ediyor. Ama bizim, denizde boğulurken bile birbirimizin boğazına sarılmak gibi bir siyasi geleneğimiz var.