Abdulhamit Bilici - Zaman
O komutan konuştu
Hayır bu, AK Parti'yi ve Gülen'i bitirme planında imzası olduğu iddia edilen komutan değil. Cihan muhabirini dağda bırakan komutan.
İki ay sonra da olsa, dağ başında akreditasyon skandalının ilk muhatabından ses çıktı. Buna konuşma denir mi bilmiyorum.
Çünkü çalıştığı kurumu sorduktan sonra zor şartlardaki bir gazeteciyi dağda bırakan komutan, bize veya başka birine konuşmuş değil. Komutan, haber ve yazılarımızdan duyduğu rahatsızlığı belirtmek için noter aracılığıyla konuşmayı tercih etmiş.
Eh, bu da bir aşama. Çünkü Türkiye'nin 15 Nisan'da bu sütunda yayınlanan, "Dağda kalsam beni kurtarır mısın Paşam?" başlıklı yazı ile öğrendiği skandala ilk cevap ancak 2 hafta sonra gelmişti. LAW'ların silah mı, mühimmat mı olduğunu anlatmaya çalışan Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ, gazeteciler sormadığı halde konuyu gündeme getirmiş ve bilinen açıklamayı yapmıştı. Kendisine ulaşan bilgilere göre kasıt olmadığını, olay yerindeki sıcaklığın +13 derece olduğunu, gazetecinin dağ başında tek başına bırakılmadığını, en az 350-400 kişinin daha orada olduğunu, helikopter askerî teçhizat yüklü olduğu için gazetecinin alınmadığını söylemişti. Ayrıca farklı bir bilgi varsa kendisine ulaştırılmasını isteyerek, yanlışın hesabını sorma sözü vermişti.
Dağ başındaki ayrımcılığı iliklerine kadar yaşayan arkadaşımız Lütfi Aykurt'un söyledikleri hiç dikkate alınmamış olsa da bu sözleri iyi niyetli bir yaklaşım olarak gördük. Elimizdeki belge ve bilgileri ulaştırmak için aradığımız Genelkurmay'ın medyadan sorumlu ismi Tuğgeneral Metin Gürak, telefonla arayıp yardımcı olacağını söyledi. Biz de dosyayı Genelkurmay'a elden teslim ettik. Dosyada, Meteoroloji Genel Müdürlüğü'nün o rakımdaki sıcaklığı +13 değil, -5 derece gösteren raporu, dağ başında 350 kişi değil, Lütfi ile birlikte sadece 2 köylünün olduğunu gösteren görüntüler ve Lütfi'nin başından geçenleri anlattığı röportaj vardı. Ayrıca konuşmak istediğimiz görgü tanıklarının başına gelenler anlatılıyor ve konunun özünün hava durumu değil, ayrımcılık olduğu hatırlatılıyordu. Çünkü başka bir gazeteci özel servis yapılırcasına askerî helikopterle enkaz bölgesine taşınırken, zor şartlardaki bir başkasına 'hayır' deniyordu.
1 aydan fazla zaman geçmesine rağmen Genelkurmay'dan bir ses çıkmadı. Dolayısıyla yurtiçinden ve dışından olayın akıbetini soran okurlara, 'Henüz ses yok, cevap bekliyoruz' sözlerinden başka denecek bir şey yoktu.
Dağdaki komutanın tekzibi, bir yenilik oldu. Doğrusu, ismini Kurmay Albay Mazlum Koçoğlu olarak kamuoyuna duyurduğumuz günden beri kendisinden iyi-kötü bir ses gelmesini bekliyorduk. Türkiye'yi ayağa kaldıran bunca yayına rağmen sessiz kalması ilginçti. Halbuki, sorumlu olmadığını söyleyebilirdi. Yanlış anlaşıldığını, hatta iftira ettiğimizi söyleyebilirdi. "Genelkurmay'ın akreditasyon uygulaması varken, nasıl buna aykırı hareket etmemi beklersiniz?" ya da "Pardon bir yanlışlık yaptım, üzgünüm." diyebilirdi.
Bizzat Genelkurmay Başkanı, olayla ilgili bir açıklama yapmış; dosyaya el koymuş ve olayın üzerinden 2 ay geçmişken, Koçoğlu'ndan bir açıklama gelmesine şaşırmadım desem yanlış olur. Şaşırtıcı olan sadece bu tavır değildi. Koçoğlu'nun, Org. Başbuğ'un açıklamasından habersiz gibi yeni izahlara girişmesi de manidardı. Örneğin, hava sıcaklığı konusunda Meteoroloji raporuna aykırı konuşsa da Başbuğ'dan farklı bir bilgi veriyordu. +13 derecenin şehir merkezindeki sıcaklık olduğunu, hava her 100 metrede 0,6 derece soğuduğu için olay yerindeki sıcaklık için 5-6 derece diyordu.
Daha ilginci, Lütfi'yi helikoptere almama gerekçesini de Başbuğ'dan farklı açıklamasıydı. Başbuğ'a göre sebep, helikopterin askerî teçhizat taşıyor olmasıydı. Halbuki Koçoğlu, Lütfi'nin polis helikopteriyle oraya geldiğini değerlendirmiş. Askerî helikoptere doğru yöneldiğini görünce de helikopterleri karıştırdığını düşünerek, yardımcı olmak maksadıyla kibarca, "Bu gelen askerî helikopterdir. Sizi helikoptere alamayız." demişti. "Buraya ne ile gelmiş iseniz onunla dönebilirsiniz." sözünü de güya gelecek polis helikopterini kastederek söylemişti.
Tabii, Koçoğlu sadece Genelkurmay Başkanı ile çelişmiyor, birkaç satır sonra kendi yazdığı metinle de çelişiyor. Olayın akreditasyonla ilgisi olmadığını, kişilerin hak ve hukukunu meslek hayatı boyunca her şeyin üstünde tuttuğunu söyleyen Koçoğlu, kameramanın sadece yer olmadığı için helikoptere alınmadığını beyan ediyor. Hani, polis helikopteriyle geldiği ve onunla döneceğini tahmin ettiğiniz içindi?! Dağdaki komutan, farklı sıcaklıktan, hiç bahsi geçmeyen polis helikopterinden söz ediyorsa, Org. Başbuğ'un önüne konulan notu kim hazırlıyor? Muamma... Neden hatayı kabul etmek yerine bunca çelişkiye düşülüyor? Anlamak zor... Küçük bir olayla güven bu kadar sarsılırsa, gündemi sarsan büyük komplo belgesinde söylenenlerden toplum nasıl emin olabilir? Acı...
İşte Komutanın Açıklaması:
Kamuoyunda büyük üzüntü yaratan ve BBP Genel Başkanı merhum Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının hayatlarını kaybettikleri elim helikopter kazasını müteakiben başlatılan, şahsımın da görevli olduğu arama kurtarma faaliyetlerinin son günü olan 30 Mart 2009 tarihinde, Cihan Haber Ajansı kameramanlarından Sn. Lütfi Aykurt'un şahsım tarafından "ölüme terk edildiği" şeklinde ifadelendirilen ve 15, 16, 20, 22, 29, 30 Nisan, 4, 12 ve 13 Mayıs 2009 tarihli Zaman gazetelerinin baskılarındaki ve 29 Nisan 2009 tarihli zaman.com.tr internet sitesinde adımın da geçtiği haberlere konu olayın gerçekte cereyan tarzı şu şekildedir:
25 Mart 2009 günü BBP Genel Başkanı merhum Muhsin Yazıcıoğlu'nun da içinde bulunduğu helikopterin Kahramanmaraş-Göksun ilçesi dağlık arazi kesiminde düşmesi üzerine başlatılan arama ve kurtarma faaliyetlerinin son günü olan 30 Mart 2009 tarihinde, kendisinin Cihan Haber Ajansı kameramanı olduğunu yazılı ve görsel basından öğrendiğim ve polis helikopteri ile bölgeye geldiğini değerlendirdiğim Sn. Lütfi Aykurt ve beraberindeki şahsın, askerî birliklerin bir kısım unsurlarının arkasında helikopter iniş yerine doğru ilerlediğini gördüm. Birliğin arkasından ilerleyen şahısların, gelen helikopteri polis helikopteri ile karıştırdıklarını değerlendirerek, kendilerine yardımcı olmak maksadıyla kibarca "Bu gelen askerî helikopterdir. Sizleri bu helikoptere alamayız." dedikten sonra gelecek olan polis helikopterini kastederek, "Buraya ne ile gelmiş iseniz onunla dönebilirsiniz." demiş olmam dışında olayın başkaca cereyan tarzı bulunmamaktadır. Akreditasyon iddiasıyla ilgili olarak belirtmek isterim ki; bugüne kadar Jandarma teşkilatının içerisindeki görev ve meslek yaşantımda, emredilen vazifelerin icrasında, vazife bilincini ve görevin gereklerini, kişilerin hak ve hukukunu her şeyin ve her türlü siyasî görüşün ve de şahsî kanaat ve hassasiyetlerin üstünde tutarak, mevcut bilgi ve kabiliyetimi en üst seviyede kullanmak suretiyle yerine getirmek gayreti içerisinde hareket etmiş bulunmaktayım. Olay günü enkaz bölgesinde herhangi bir kısıtlamaya tabi tutulmaksızın askerlerin arasında çekim yapan CHA kameramanının helikoptere alınamayacağının belirtilmesi, kesinlikle bir ayrımcılık ve yahut da akreditasyon uygulaması neticesinde olmayıp helikopterde yer olmamasından dolayıdır. Kaldı ki; diğer helikopter faaliyetlerinde Sn. Lütfi Aykurt aranmış, ancak 15.30-16.00 saatleri sıralarında bölgeden yaya olarak geri dönen birliklerin arkasından gittikleri öğrenilmiştir. Hava sıcaklığına ilişkin iddialara ilişkin olarak ise belirtmek isterim ki TC Göksun Kaymakamlığı Meteoroloji Müdürlüğü'nün 19.4.2009 tarihli yazısında 30 Mart 2009 tarihinde Göksun'da hava az bulutlu ve açık, en düşük hava sıcaklığı gece -2,8, en yüksek hava sıcaklığı gündüz 13,2 derece olarak belirtilmiştir. 13 Mayıs 2009 tarihli Zaman gazetesinin birinci sayfasında yer alan meteoroloji raporuyla yukarıdaki açıklanan rapor farklı bölgeleri işaret etmektedir. Göksun ilçe merkezinin 1.400 metre civarındaki rakımı dikkate alındığında, ilçe merkezi ile olay yeri arasında 550 metrelik bir yükseklik farkı bulunmaktadır. Her yüz metrelik rakım artışında sıcaklığın 0,6 derece düştüğü prensibinden hareketle, kazanın meydana geldiği yerde, mezkur olay günü hava sıcaklığının asgari 5-6 derecenin üzerinde olacağı bilimsel bir gerçekliktir. Bu nedenle Sn. Lütfi Aykurt ve beraberindeki vatandaşların dondurucu soğukta, dağ başında bırakılması gibi bir durum kesinlikle söz konusu değildir. Zira kaza kırım ekibinin saat 17.30'a kadar bölgede görevine devam ettiği ve bölgeden ayrılırken kimsenin kalmadığı tespit edilmiş olup, şahsımda derin üzüntü yaratan haberlere cevaben kamuoyuna saygıyla duyurulur.
Keşide eden: Mazlum KOÇOĞLU (J. Kur. Albay)