Muhafazakar Demokrasinin Gençlerine Ne Oldu?

Cansız, eylemsiz, kaygısız, idealsiz, tefekkür etmeyen, itiraz etmeyen, eyyamcı bir gençlik geleceğimiz için asıl tehdittir...

Mücahit Gültekin

Cansız, eylemsiz, kaygısız, idealsiz, tefekkür etmeyen, itiraz etmeyen, eyyamcı bir gençlik geleceğimiz için asıl tehdittir. Tevhidi duyarlılığa sahip İslami çabalar bu tehdidi boşa çıkarabilir. Bunun için, İslami/tevhidi perspektif kendisini yerlilikle, mezheple, milliyetle, etnik geçmişle tanımlayamaz; tanımlamamalıdır. Çünkü bütün bu tanımlamalar bizi muhafazakarlığın donuklaştırıcı iklimine sürükler. Muhafazakarlık ise gençliğimizi öldürür.

 

Bazı araştırma şirketlerinin referandumda gençlerin çoğunun "hayır" dediğini öne sürmesi, diğer taraftan, "evet" bayrağı sallayan göbeği açık kızların fotoğraflarının yayınlanması, AK Parti-gençlik/dindar gençlik tartışmasına yeniden kapı aralamıştı. Prof. Dr. Mustafa Öztürk  gençlerin deizme kaydığını belirten yazısıyla tartışmaya katılmıştı.[1]

Bir kaç gün önce Ayşe Böhürler de konuya ilişkin bir yazı kaleme aldı.[2] Böhürler yazısında Doç. Dr. Ömer Miraç Yaman'ın sorunu "din yorgunluğu" olarak tanımladığına dikkat çekti. Yaman'a göre sorun, anne-baba ve öğretmenlerin çocuklardan beklentilerinin yüksek olması ve onlara fazla "dini" yükleme yapmalarıydı. Bugünün anne-babaları 1970-80'lerin siyah-beyaz, tek doğrulu, ideolojik ikliminde yetişmişti ve çocuklarından "dava adamı" olmalarını bekliyordu. Bu beklenti, gerçekliğin çok parçalı olarak yaşandığı ve parametrelerin hızla değiştiği günümüz dünyasının gençliği için çok gerçekçi değildi ve anne-babalar ile gençler arasındaki gerilimin artmasına sebep oluyordu.

Bugünün gençlerinin yetiştiği son 20 yılı dikkate aldığımızda bu tespitlerin tartışmaya açık olduğunu söyleyebiliriz. Bu çerçevede, bundan 2 yıl önce yazmış olduğum bir yazıyı okuyucularımızla paylaşıyorum[3]:

***

Gençlik; başlangıç, heyecan, güç, yiğitlik, arayış, güzellik, sağlık ve dinamizm gibi olumlu çağrışımları içeren bir anlam ağına sahiptir. Gençlik; değişim ve dönüşüm isteyen her sosyal-siyasal hareketin kendini yasladığı bir taban olmuştur. Batı'da Genç Almanya, Genç İrlanda, Genç İtalya, Genç Avrupa; Doğu'da Genç Osmanlılar, Genç Tunuslular, Genç Türkler, Genç Endonezya[4]... modern dünyanın kurucu özneleri olarak kendi topraklarında dönüştürücü bir rol oynamışlardır. 68 Kuşağı'nı, Arap Baharı'nda yer alan gençlik hareketlerini, popüler liberal eylemleriyle Genç Siviller'i de bunlara ekleyebiliriz.

Bu tablodaki soru şudur: İslam Dünyasının gençliği kah ulusçuluk, kah komünizm, kah liberal özgürlükler için kendi topraklarımızda yabancı ideolojiler adına dönüştürücü bir rol oynarken, İslami hareketler ve cemaatler için nasıl oluyor da bir sorunsala dönüşüyor?

Bunun temel sebeplerinden biri, gençlik döneminin en belirgin özelliği olan heyecan ve dinamizm ile muhafazakarlık arasındaki gerilimde aranabilir. Kendisi için "muhafazakar" bir pozisyon belirleyen dindar çevreler, gençliğin doğasında bulunan dinamizmle de kaçınılmaz bir çatışma içine girmektedir. Gençlik, bu bakımdan "riskli", "kontrol edilmesi" ve "uysallaştırılması" gereken bir dönemi çağrıştırır. Gençlik, böyle bir algı için muhafaza olunması gereken bir dönemdir. Muhafazakarlık böylelikle büyüklertarafından gençliğe bulaştırılır. Muhafazakarlığın yerleştiği bir psikolojik iklimde direnme, dönüştürme, mücahede ve mücadele yerini savunmaya, varlığını korumaya ve kendi içinde yaşamaya bırakır.

Muhafazakar algının gençliğe ilişkin kaygısı yersiz bir kaygı değildir. Ancak bu kaygının yoğunluğu, bizleri, gençliğin üretebileceği dönüştürücü/dinamik enerjiyi fark edemez hale getirmektedir. Sık sık tembih olunan gençlik de, kendisini içinde bulunduğu "gençlik döneminden" korumaya/muhafaza etmeye odaklamaktadır. Burada şu soru önemlidir: gençlerimizi; kaygısını duyduğumuz ifsaddan onları muhafaza ederek/kaçırarak mı koruyabiliriz, yoksa gençlerimizi bu ifsad merkezleriyle mücadele etmeye teşvik ederek mi? 

Mücadele ve mücahedeyi değil muhafazayı merkeze alan perspektifin, gençlerimizi ne kadar koruduğu tartışmalıdır. Liberal özgürlük anlayışına dayalı yaşam tarzlarının teknolojinin damarlarından evlerimize/ceplerimize akabilme imkanı, muhafaza edilen alanları yavaş yavaş teslim alıyor. İletişim teknolojilerinden sızan ifsad hepimizi maruz ve mağdur haline getiriyor. Muhafazakar perspektif maruz kalmanın kaygısı ve telaşıyla ya daha bir geri çekiliyor, ya maruz kaldığı ortama pasif bir direnç gösteriyor ya da maruz kaldığı değerleri rasyonalize edip teslim oluyor. Jakoben, totaliter yönetimlere karşı mücadelenin bir refleksi olarak konjonktürel bir işlevselliğe sahip olabilecek muhafazakarlığın, siyasi liberalizmler karşısında savunmasız olduğu farkedilemiyor.

Muhafazakarlığın Yeniden Üretilmesi ve Muhafazakar Demokrasi

Muhafazakar demokrasi olarak tanımlanan ve zamanla İslamcılığın farklı biçimlerini de kuşatıp içeri alan perspektif, tam da bu sebeple, gençlerimizin modern neo-liberal dünyanın değerlerine teslim olduğu bir meşruiyyet zemini sunuyor.

Bu perspektif, muhafaza etmek istediği değerleri liberal özgürlüklerin verdiği meşruiyyete dayanarak savunabiliyor. Muhafazakarlık, kendi değerlerinin liberalizmin siyasi ikliminde var olabileceğini düşünüyor. Halbuki, liberalizmin muhafazakar değerlere bir özerklik tanımasının mümkün olmayacağını görmüyor. Liberalizmin dayandığı, özgürlük, birey, hoşgörü, devletin tarafsızlığı, özsahiplik gibi temel değerlerin muhafazakarlığın dayandığı değer ve kurumları zamanla buharlaştıracağı açıktır.[5] Askeri vesayetle simgelenen totaliterizmden liberalizmin hoşgörüsüne sığınmak, içinde bulunduğumuz temel paradoksa işaret ediyor. Meşruiyyetini liberal demokrasiden alan bir algı biçiminin liberal değerlere karşı direnmesini bekleyebilir miyiz?

Muhafazakar demokrasinin "muhafazakar" ayağı dindarların taleplerine hitap ederken "demokrasi" ayağı küresel hegemonyanın taleplerini karşılamaya dönük bir değişimi ifade ediyordu.[6] 28 Şubat'la yaşanan siyasi ve sosyal tecrübenin var ettiği psikolojik iklim, muhafazakarlığın talep ettiği değerlerin, demokrasi içinde nesneleşeceğini fark etmeye uygun değildi. Liberalizmin ilk şartı olan özgürlük kavramı,  her 10 yılda bir askeri vesayet tecrübesinden geçmiş dindar kitleler için yeterince ayartıcıydı. Muhafazakarlığın bu yeni biçimi, bu sefer liberal değerlere dayalı sosyal ve siyasal iklimin de içselleştirilmesine yol açması sebebiyle önceki muhafazakar reflekslerden ayırt edilmelidir. Nitekim 28 Şubat'ı hatırlamayan ve "nimet döneminde" büyüyen çocuklar bugün askerlik çağına geldiler. Fakat liberal özgürlüklerin Nehy-i A'nil Münkeri olan bir dine fırsat vermeyen doğası bugün gençliğin genel durumu gözlendiğinde daha bir iyi anlaşılmaktadır. Bugün yakınalım, ya da tasvip edelim karşımızda duran gençlik, bizim özeleştirimizin bir sonucudur.   

Buradaki sorun sadece siyasetin sağcılaşması ve psikolojik tatmini ezanın yeniden Arapça okunmasıylasağlanan düzeye indirgemesi değildir; aynı zamanda İslami çevreleri temsil eden siyaset kurumuyla birlikte, sivil toplumun da yeniden muhafazakarlaştırılmasıdır. Öncesinde siyaset kurumunda temsil edilen İslami taleplerin, eleştirel-kaygılı gözlemcileri olan kimi İslami kesimler, zamanla siyasetin vesayeti altında denetleyici, uyarıcı rolünü de yeterince yapamaz olmuş, kendi kitlelerini siyasal temsili muhafaza etmek yönünde motive etmişlerdir. İslami değerlere dayalı eleştirel hassasiyet, yerini muhafazakar demokrasinin muhafazasına bırakmış; böylelikle İslami/tevhidi birikim de önemli oranda muhafazakarlaştırılmıştır.

İslami/tevhidi birikim geçmişini "sabahlara kadar hükümet yıkıp-kuran ve sabah namazını kılmadan yatan" bir geçmiş olarak kodlamasından bu yana, bir nesil büyümüştür. "Hükümet kurup-yıkan" bir baba modelini görmeden büyüyen bu nesil, içeride olmaya teşvik edilmiştir. İçeride olmak demek, kabul görmenin araçlarını daha önemli hale getirmek demektir. Kendi kişisel ve grupsal tecrübelerimize dönük eleştirinin kapsamı ve içeriği, yeni kuşağın yetişmesine rehberlik etmiştir. Bu bakımdan bu eleştirinin muhasebesi ayrıca yapılmalıdır. Ancak şunu belirtmek gerekir ki, geçmişin "hükümet yıkıp-kuran" kısmı, canlı kalabilseydi, gençliğin eleştirel tevhidi duyarlılığı temsil etmesi mümkün olabilirdi.

Açıkçası, gençlik bir direnme hafızasına sahip değildir. Büyüklerin hafızası travmatik bir geçmişi temsil ediyor. O yüzden her çevre yeni bir başlangıç yapmanın kaçınılmaz olduğunu söylemektedir. 28 Şubat'tan sonra "Yenilikçi" damarın Milli Görüş karşısında aldığı galibiyetin "aksakallı-yenilikçi" gerilimi üzerinden kotarılmış olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor. Yenilikçi-gelenekçi/aksakallılar-gençler gibi ayrımlar geçmişle şimdi arasındaki bir kopukluğu simgeliyor. 28 Şubat'ın Yenilikçileri/Gençleri bugünün gençliğini kendi geçmişlerinden kurtulmanın kaygısıyla yeniden ürettiler. Geçmişi kurtulunması gereken bir yük olarak gören büyükler, bugünün gençlerini hafızasız bıraktılar.

Kendi geçmişimizle olan, bir yönüyle bu patolojik mücadele, sürekli bir kendini yeniden tanımlama sonucunu doğuruyor. Değişim elbette ki, gereklidir. Özeleştiri ve muhasebe elbette ki yapılmalıdır. Ama bu muhasebenin, sürekli yeni başlangıçlara yol açması düşündürücüdür. İslami/tevhidi birikimin son 40 yıllık tartışma haritası incelense acaba bu haritanın bizi götürdüğü tutarlı bir yol ortaya çıkar mı? Ya da bundan 10 yıl sonra şimdiki tecrübemizi gençlere aktarabilecek miyiz? Yoksa bugünlerin de yükünden kurtulmak için yeni başlangıçlara mı ihtiyaç duyacağız?

Geçmişin evrensel, tevhidi düşünme biçiminin bugün mezhepçiliklere, milliyetçiliklere savrulan bir pozisyona doğru evrilmesi üzücüdür. Milliyetçi, mezhepçi, liberal ya da muhafazakar argüman ve araçların sahiplenilmesi tedirgin edicidir. Halbuki İslami/tevhidi dil, bugün siyasal iktidara karşı hakkaniyetli/yapıcı muhalefetin vicdanı ve aklı olabilirdi. Siyasal iktidarın imkanlarını kullanmanın cazibesi buna engel oluyor. Bu cazibe, siyasal iktidara muvafık hareket etmenin mantıklı (ve güçlü) gerekçelerini üretiyor. Üretilen gerekçeler, kendi içinde bir oto-sansür sistemini de yavaş yavaş yerleştiriyor; "Evet ama, şimdi zamanı değil..." şeklindeki gerekçe, sağlıklı, makul ve ölçülü bir muhalefet yapmanın da önünde engel oluşturuyor.

*

Cansız, eylemsiz, kaygısız, idealsiz, tefekkür etmeyen, itiraz etmeyen, eyyamcı bir gençlik geleceğimiz için asıl tehdittir. Tevhidi duyarlılığa sahip İslami çabalar bu tehdidi boşa çıkarabilir. Bunun için, İslami/tevhidi perspektif kendisini yerlilikle, mezheple, milliyetle, etnik geçmişle tanımlayamaz; tanımlamamalıdır. Çünkü bütün bu tanımlamalar bizi muhafazakarlığın donuklaştırıcı iklimine sürükler. Muhafazakarlık ise gençliğimizi öldürür.


[1] http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/deizmin-ayak-sesleri-3777#

[2] http://www.yenisafak.com/yazarlar/aysebohurler/din-yorgunu-gencler-2040378

[3] Daha önce Özgün İrade Dergisi'nin 138. sayısında yayınlanan bu yazıyı yeniden yayınlarken bazı küçük düzeltme ve eklemeler yaptım. 

[4] Therborn, G. (2012), Dünya Bir Kılavuz, Versus Yayıncılık, İstanbul. Buradaki "genç" kavramı sadece insan yaşamının bir dönemini değil, yeniliğe/yeni fikirlere açık bir anlayışı da içermektedir.

[5] Bunun açık bir kanıtı aile kurumunun çözülmesidir. Son 12 yıllık dönemde boşanma oranları artmış, evlilik oranları azalmıştır. Halbuki ailenin güçlendirilmesi muhafazakar politikanın en temel özelliği olarak belirtilmektedir. Bkz. [Yılmaz, M. (2004), Muhafazakar Demokrat Bir Politikanın Temel Özellikleri Neler Olabilir?, Muhafazakar Düşünce Dergisi, Yıl:1 Sayı:1, s.s.:143-147] Diğer taraftan aileyi tehdit olarak gören feminist hareketler, feminizmin 2000'li yıllarda önemli kazanımlar elde ettiğini; 2006 yılında yayınlanan Başbakanlık Genelgesi'nin önemli bir zafer olduğunu belirtmektedir. Bkz. [Gültekin ve Şahin (2015), Türkiye'de ve dünyada Kadına Şiddet, SEKAM&Aile Akademisi] Ak Parti'nin "muhafazakar demokrasi" olarak isimlendirdiği çizgisinin ne kadar muhafazakar olduğu, kurulduğu yıllardan bu yana tartışılmaktadır. Michigan Üniversitesi'nden Mücahit Bilici, liberal ve küreselleşme yanlısı bir partinin kendisini "muhafazakar" olarak tanımlamasını tuhaf bulmaktadır. Bkz. [Fedayi, C. (2004), AKP'nin Siyasal Kimliği Üzerine, Muhafazakar Düşünce Dergisi, Yıl:1 Sayı:1, s.s.:149-163]

[6] Muhafazakarlık kavramının Türkiye'de "olumsuz" anlamda algılanmasını eleştiren Yılmaz'ın muhafazakarlığın "Batı liberal demokrasilerinde" saygın bir yeri olduğunu vurgulaması dikkat çekicidir. Bkz. [Yılmaz, M. (2004), Muhafazakar Demokrat Bir Politikanın Temel Özellikleri Neler Olabilir?, Muhafazakar Düşünce Dergisi, Yıl:1 Sayı:1, s.s.:143-147]

 

 

islamianaliz

Medya-Makale Haberleri

Abdurrahman Dilipak: Pizza sever misiniz?
Abdurrahman Dilipak: Siyonistler suçüstü oldu!
Abdurrahman Dilipak: Kurbağa haşlaması sever misiniz?
Abdurrahman Dilipak: Bize yalan Söylediler
Mücahit Gültekin: Suriye Tartışmaları, "Kökü Dışarıda Olmak" Söylemi ve Politik Hafıza Üzerine