Onun için bir duyarlılık gerektiği de sanırım CHP mutfağında en özen gösterilen konudur. En son bunun adı “Kılıçdaroğlu yaklaşımı” olarak kayda geçmiş gözüküyor.
Minarelerden “Çav bella” şarkısı çalınmasının, en önce CHP çevrelerinde muhafazakâr seçmene “İşte asıl CHP bu” mesajı vermek üzere kotarılmış bir provokasyon olarak okunması “Açılım”ın önemsendiği ve böyle bir sürecin sabote edilebileceği ihtimalinin dikkate alındığını gösteriyor.
CHP’nin “siyasi hesabı” yanlış değil. Muhafazakâr toplum zemininde oldukça geniş bir seçmen birikimi var, CHP’nin oy oranı ancak oralara ulaşabildiği takdirde büyüyecek, öyleyse o toplum alanının dilini, duyarlılıklarını bilip sahiplenmesi gerekiyor. Bunu başarır başaramaz ayrı bir mesele. Sıkıntıları var, kendi içinde dirençler var, muhafazakâr alanın kolay silinmez acıları var vs…
AK Parti’nin muhafazakâr alan dışındaki seçmenle ilişkileri… Aslında iktidar partisi. Aslında Cumhurbaşkanlığı ile “Milletin birliğini temsil” gibi bir görev tanımı içinde, ama sanki “yüzde elli artı bir” denklemi Ak Parti liderliğini kamplaşma kıskacına soktu da, artık o alan bütünüyle “Öteki” haline getirilmiş durumda. MHP de, bu kamplaşmada ona fazlasıyla katkı sunuyor, siyasi hesap hitama geriyor. Tabii muhafazakâr seçmen de bu işe fit oluyorsa…
Ama orası rahat değil gibi.
Çünkü Ak Parti içinden çıkan yeni iki parti var. Bu partilerin öncü isimleri muhafazakâr kimlikleri ile tanınıyorlar, Ak Parti’nin içinden çıkmışlar ve bilinen kimlikleri bu eksende oluşmuş.
Tabii ilk akla gelen soru, Ak Parti’den ne kadar oy alacakları… Bunun Ak Parti liderliğini meşgul etmediğini düşünmek söz konusu olamaz. Orası, bunu önlemek için tedbir alacak. Bunun ilk işaretleri daha kuruluş safhasında gözleniyor. Bu partilerin teşkilatlanma sürecinde görev alacakların bir şekilde yoluna engeller konulduğu biliniyor. Ayrıca belki daha geniş kitlesel akışların önünün kesilmesi noktasında da “propaganda paketleri” devreye sokulacaktır. CHP ile ittifak, kazanımların kaybı gibi temalar ilk akla gelenlerdir.
Bunların belli ölçüde etkili olması beklenir.
Konu, tabii ki yeni partilerin masasında da olmalıdır.
Konu şudur: Gelecek ve DEVA toplumun önüne nasıl bir vizyon koyacak ve öncelikle hangi alandan oy alacaktır?
Her iki partinin kurucu kadrolarına bakıldığında oldukça renkli – geniş bir yelpazenin buluştuğu gözleniyor.
DEVA “toplumun her kesimi ile buluşma” söyleminin altını çizerek, sanki “Merkez”de bir parti tanımı – sunumu yapıyor. Ali Babacan, kendi kimliği muhafazakâr olmakla birlikte “Ekonomi”den gelen siyasi arka planı onun “Merkez” iddiasını perçinliyor.
Gelecek Partisi de meselâ son örnek olarak Nazım Hikmet’i sahiplenmek suretiyle her toplum kesimi ile iletişimi öngörüyor, ama sanki Ahmet Davutoğlu’nun öncü varlığı ile muhafazakâr kimlik bir tık öne çıkıyor.
Bana göre her iki partinin önünde “muhafazakâr toplum alanı” ile ilgiyi – ilişkiyi nasıl sürdüreceklerine dair bir sorun var.
Şunu biliyorlardır: Ak Parti, onları bu camiaya yabancılaştırmaya, başka alanlara savrulmuş, nihai noktada da muhafazakâr bir iktidarı tehlikeye atan bir yapı olarak göstermeye çalışacaktır.
Ben bu partilerin, AK Parti’nin yola çıktığı zamanlardaki gibi toplumun her alanıyla iletişim halinde bulunmayı önemsemekle, muhafazakâr alanın duyarlılıklarını ıskalamama arasında denge kurma sınavı vereceklerini düşünüyorum.
Bu bir sınavdır, evet. Kolay da bir sınav değildir. Medyanın provokatif misyonu içinden yürüyerek verilecek bir sınavdır. Yer yer “Din”in araçsallaştırılmasının bile devreye sokulacağı bir sınavdır.
Bunun adı “Siyaset meydanı”dır. “Kardeş katli” gibi işler tam da alanda icra edilmiştir. Yüz yüze bakılamayacak hale gelinmezse şükredilmelidir.