Vefat haberini aldığımda içim buruldu. O’ndan gelmiş O’na dönecektik, biliyordum. Ama yine de insan yüreği sızlamadan olmuyordu. Dualarım dökülürken yıllar öncesine gittim. Belki 1988, belki de 89’du. Dallas’ta İslam merkezimize gelmiş, bizlerle oturup sohbet etmiş, babamın arkasında namazını kılmıştı. Çocuklar ısrar edince ringde kullandığı bir iki meşhur hareketini göstermişti. Daha o zamandan Parkinson rahatsızlığı belirgindi. Dedemizi kaybettiğimiz bu hastalığı yakından bilen bir aile olarak Muhammed Ali’yi o gün nemli gözlerle misafir etmiştik. Çevikliği ve gücü ile “tanınmış” bir insanın çelimsiz ve güçsüzlüğe mahkûm eden bir derde gark olması hiç şüphesiz bir imtihandı…
Şimdiki yeni nesillerin bir kısmı bilmezler, Muhammed Ali çocukluğumuzun ve yirminci yüzyılın en önemli simge isimlerinden biriydi. Çok büyük bir sporcu, bir öncü isimdi. Bugünlerde “idol” gibi çok yanlış kelimelerle ifade edilmeye çalışılan bir kavram var ya, tam da oydu işte (idol kelimesini kullanmaktan titizlikle uzak duruyorum ben, zira kelime manası ile “put” demek). Muhammed Ali bir rol modeldi. Bir örnek değil, örneklikti. Örnek dediğiniz, bir dizi benzer arasından tesadüfen seçilen bir şeye atıfla söylenir çünkü. Örneklik ise eşi benzeri az rastlanır durumda, imrenilir, takdir edilir, özenilir, üstün bir konuma atfen kullanılır. Muhammed Ali Clay’de bu nedenle bir örneklik vardı. Keşke yaşıtları, meslektaşları, hemcinsleri, ırkdaşları, dindaşları, vatandaşları hep onun gibi olsaydı diyeceğiniz bir dizi özelliği vardı onun.
Muhammed Ali sessizlerin sesi, kolu, kanadı kırık olanların yumruğu oldu. Ama bu başka bir yumruktu, bizdeki solcuların, şiddet taraftarı solcuların yukarı kaldırdıkları yumrukları değil. O yumruğuyla ekmeğini kazanan bir boksördü. Çok önemli işlere imza attı Muhammed Ali. Belki kendi de içinde yaşadığı o zamanlarda tam da idrak etmedi bunu. Sıradan bir sporcunun ötesindeydi. Evet iyi bir boksördü, ama çok seçkin bir sporcu olmanın da ötesindeydi. Muhammed Ali’nin sporcu kimliği aslolan kimliğinin ortaya çıkmasına sadece bir vesileydi. Biz onu ringdeki kıvrak sıçramalarıyla, sağ ve sol vuruşlarıyla tanıdık. Azmini ve kararlılığını gördük. Yılmayıp dur durak bilmeksizin çalışışını gördük. Her türlü kirli oyuna rağmen, her türlü engellemeye karşı tam üç defa dünya boks şampiyonu oluşunu gördük.
Ancak sporculuğundan çok daha önemlisi çok büyük bir önder oldu. Afrika’ya, gelişmekte olan dünyaya ve ezilen bütün coğrafyalara önder oldu. Özellikle de o dönemde de günümüzde yaşanan benzer sıkıntılarla boğuşan İslam dünyasının morali oldu, sesi oldu simgesi oldu. Anadolumuzun bile Mehmet Alış’ı oldu. Hiç unutmam maçları sabah namazı vakitlerine gelirdi, rahmetli anneannem bile Muhammed Aliye namazdan sonra dua eder, televizyon karşısında bizimle beraber okur dururdu. Bir davanın adamıydı o. Batının ezici emperyalist gücüne, kapitalizmine karşı duruyordu. Onun maç öncesindeki sözleri herkese ulaşıyordu. Devlet adamlarının, fikir adamlarının, ulaşamadığı büyük kitlelere de ulaşabiliyordu. Çünkü o bir halk adamıydı. Samimi ve sahici bir halk insanı. Batılı düşünürler bile onun ulaştığı kitlelerin ve etkinliğinin, belki de esinlendiği, çok şeyler öğrendiği Martin Luther King’i geçtiğini söylerler. Önce siyahilere dair başlattığı mücadeleyi, çok sevdiği dini İslam için sürdürdü. Martin Luther King çizgisinden Malcolm X çizgisine geçerken ezilen Afroamerikalıların da İslam’ın eşitlik prensibine göre batılının nazarında hak ettiği yeri almasını savundu. Batının ayakoyunları onun ringlerdeki meşhur ayakoyunlarından çok daha hızlı idi maalesef. Emperyalist güç odakları onun gibi doğruyu konuşan, hem de tesiri yüksek birini hiç istemedi. Ödüllerini elinden aldı. Vietnam’a gönderip yok etmek istedi. O hiç yılmadı. Çünkü bütün ezilen insanların sesiydi. Vefatı ile bir devir kapandı. Onu şimdi yine aile dostumuz Zaid Shakir’in kıldıracağı namaz ile Rabbine uğurlarken mekanı cennet olsun duası ediyoruz. Entum lena selef ve inna inşaallahü bikum lahikun.
yeniakit