Muhammed Ali’den Mehmet Ali’ye

Merve Kavakçı

Muhammed Ali’yi bugün Rabbine yolluyoruz. Dünyanın dört bir yanından milyonlarca insan, kimileri bizler gibi kendi ülkelerinden, bazıları da Lousiville Kentucy’deki törende yani yani başında, onun bir mü’min, iyi bir insan olduğuna sahidlik edeceğiz. Dualarımızla bu mübarek yolculuğa onu uğurlayacağız. Muhammed Ali bu yolculuğa uzun müddettir hazırlanıyordu. Akıllarından bazıları, tabii ki hazırlanıyor olmalı, zira dermanı olmayan bir hastalığı vardı, o sebeple hazırlanıyordu diye geçirebilirler. Evet Parkinson’s Dısease dediğimiz, yavaş yavaş insanı tüketen rahatsızlığı Ali’nin hayatını etkilemiş, kaçınılmaz sona varmasına vesile olmuştu, ancak o hastalığının hiçbir ibaresi yokken, Parkinson’s öncesi Clay olarak da Rabbine olan yolculuğunun hazırlığını yapmaya başlamıştı Muhammed Ali. Nasıl mı?

O İslam’la şereflenmiş tam bir mü’mindi. Meselenin özünü idrak etmişti. İnsanı yeryüzünde halife kılan Rabbin mesajını içselleştirmişti. Güzel bir örnek, yıllar önce katıldığı bir halk buluşması ve mülakattan geliyor. Biz Ali’yi genelde boks ringlerinde maça çıkmadan veya maç sonrası veciz ifadeleri, seyredenlere enerji aşılayan mimik ve jestleri ile tanırız. Oysa benim bahsettiğim örnek, kul olarak Muhammed Ali’nin, varlık aleminde yerini, yuvasını bulmuş bir ‘inanmış”ın kendine ve Yaratıcısına bakışını özetleyen bir örnek. Önce şu tesbit: Muhammed Ali kelimenin tam manası ile halk adamı bir insandı. Irkçılığın diz boyu olduğu bir ülkede, afroamerikalıların insan muamelesi görmediği ve bunun meşru kabul edildiği bir ortamda sadece ırkdaşlarının değil, beyazların da muhabbetini, takdirini kazanabilmiş biriydi. Bu, hiç şüphesiz bir miktar dünya şampiyonu, yıkılmaz, kaybetmez, hep kazanan bir sporcu olmasıyla alakalıydı. Ama asıl onu bu denli geniş ve eklektik bir teveccühe yükselten onun zekasıydı. Ali, yumrukları kadar zekası ile de karşındakini nakavt edecek kıvraklıktaydı. Ama en önemlisi bunu, saygıdan taviz vermeden yapabiliyordu. Yani onunki kaba kuvvet gösterisi, bağrış çağrışla bastırmak değil, bilakis mantık, espri ve sahicilikle evet yapaylıktan uzak sahi olarak, sahi kalarak yerellikle fikirlerini savunmaktı. Bu anlamda Muhammed Ali’nin duruşunda beni en çok etkileyen örneklerden biri olarak bu örnek, küçük bir çocuğun ona emekli olunca ne yapacağını sorması üzerine verdiği cevaptadır. Ali, Rabbimle buluşmaya hazırlayacağım kendimi, der. Açık, net ve direkt. Sonra devam eder, bu hayatın ne kadar kısa olduğunu, basit bir aritmetikle izah eder, uyku, yolda geçen vakit, boks, seyahat, mülakat, yeme, içme vs.  toplar çıkarır ve der ki bugün otuz beş yaşında olduğuma göre olsa olsa önümde bütün bunları çıkattığımda şu kadar zaman kalmış olabilir. Ben de o süreyi Rabbimle buluşmaya hazırlık için kullanacağım. Yüz elli sene, iki yüz sene yaşanmaz ama haydi diyelim ki yaşadım, yine bir gün gelecek ve bu bitecek. Çocuklarım, ailem, param pulum hepsi birer imtihan ve aslında bana ait de değil, sadece birer imtihan, Rabb’e varana kadar her biri birer test… Ve hiç şüphesiz bu hayat geçici, der. Sonra ebediyete döner ve cennet ve cehennemin ne kadar gerçek ve ne kadar bitmez, ne kadar tahayyülümüzün ötesinde olduğunu anlatır. Ben, der “yanmak istemiyorum.” Onun için de Rabbine hizmet etmeye kendini adayacağını söyler.

Muhammed Ali, sözünü tutar. Biz buna şahid olduk. Ailecek tanışmışlığımız, ortak dostlarımızın aktardıkları üzerine şahidiz. Emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i anil münker yaptığına şahidiz. Bu mübarek ayda, bu mübarek günde onu Rabbine yolcu ederken biz de üç nesille cenazede temsil ediliyoruz, kızım, kardeşim ve babamla.

yeniakit