Muhammed Biltaci Zindandan Mesaj Gönderdi

İhvan-ı Müslimin’in üst düzey isimlerinden olan ve Mısır zindanlarında tutuklu olan Muhammed El-Biltaci’nin kaleminden mahkeme sürecini ve kendisine yöneltilen suçlamaları anlatan bir yazı yayınlandı.

Mammed El-Biltaci tarafından kaleme alınan yazının metni şöyle:


“25 Ocak 2011 günü eşim ve çocuklarımla birlikte Yüksek Yargı Mahkemesinde tutulmamızın ardından Kahire’nin merkezindeki Tahrir Meydanı’na gittik. 28 Ocak günü Cuma Namazı’ndan sonra Rabiatu’l Adeviyye Camii’nin önünden başlayan ve Tahrir Meydanı’na kadar devam eden toplu yürüyüşlere iştirak ettik. Bu yürüyüşler esnasında polisler etrafımızı kuşattı ve ateş etmeleri neticesinde orada şehit olanlar oldu.


Bu esnada kızım Esma (o esnada 14 yaşındaydı) ve kardeşi Hüsam (9 yaşındaydı) kendileri gibi protesto gösterilerine katılan diğer gençlerle beraber Mısır tarihine en güzel sayfalardan birini yazdıklarının idrakindeydiler ve nitekim bunun için canlarını ortaya koymuşlardı.


Olaylar devam ederken çok defa hem ümide kapıldık, hem de hayal kırıklığı yaşadık. Ve nihayet 14 Ağustos 2013 günü yaşanan Rabia Katliamı’nda Esma askerlerin attığı kurşunla Rabbine kavuşurken, Hüsam ise annesi ve kardeşleriyle birlikte ülkeyi terk etmeye mecbur kaldı. Çünkü o esnada ortaokul 3. Sınıfta olmasına rağmen ağabeyi Enes ve babası gibi tutuklanması talep edilmişti.


Ancak kimse 25 Ocak devrimcilerinin ‘ülke topraklarını işgal eden yabancı silahlı güçlere yardım etmek, rejimi yıkmak ve yönetimi güç yoluyla İhvan-ı Müslimin mensuplarına devretmelerini dayatmak’ suçuyla darağacına gidebileceğini düşünmezdi. Üstelik Hürriyet ve Adalet Partisi parlamentoda çoğunluğu temsil ediyordu ve halkın seçimiyle bu aşamaya ulaşmıştı.


Bunlar mazlumiyetimizin ve davamızın ilgi görmesi için abartarak anlattığımız şeyler değil… 4 seneden daha uzun bir süredir tecrit hapsinde olmamız, maruz kaldığımız işkenceler ve zorbalıkların neticesi olarak dillendirdiğimiz meseleler de değil… 3 Temmuz 2013 günü başlayan ve Mısır’ın ilk seçilmiş Cumhurbaşkanını hedef alan kanlı darbenin işlediği ve hala işlemeye devam ettiği suçları, katliamları ortaya çıkarma çabalarımızın bir neticesi…


Mısır halkının zihninden modern tarihin en hassas dönüm noktalarından biri olan ve dünyanın an be an takip ettiği, devrimler tarihinin en modern ve insancıl devrimlerinden biri olan 25 Ocak Devrimini silmeye çalıştılar.


Bugün darbeci yönetim ve onun hakim rejimi, 25 Ocak Devrimini resmi olarak “dış güçlerin işgali” şeklinde tanımlıyor. Dış güçlerin komplosundan söz etmiyorum. Bizzat silahlı dış güçlerin Mısır topraklarını işgali olarak tanımlıyorlar.


Rejim ve onun resmi kurumları 28 Ocak 2011’de yaşanan yabancı işgalle Mısır rejiminin devrildiğini ve rejimin İhvan’a teslim edildiğini kabul ediyor.


Bu devrimi sanki tüm dünya izlememiş, Mısır halkı hiç yaşamamış, belli başlı bazı şehirlerde birkaç ayaklanma olmuş gibi lanse ediyorlar.


Kahire Ceza Mahkemesi 16 Haziran 2015 sayılı kararında, yargıçların ortak kararı ve Mısır müftüsünün de onayıyla “Sayıları 800’ü bulan suçlular Hamas, Hizbullah ve İran Devrim Muhafızlarına mensup olup, 2011 yılının başlarında Sina Yarımadasının kuzeyindeki bölgelerde, Kahire’de, Kalyubiye’de ve Buheyre’de ülkenin bağımsızlığını zedelemeye çalıştılar” şeklinde bir suç tanımı yaptı.


Kararın devamında şu ifadelere yer verildi:


“Ülkeye doğu sınırından, içerisinde ağır silahlar bulunan arabalarla giriş yaptılar ve böylece sınır bölgesinin kontrolünü ele geçirdiler, oradaki hükümet binalarını yıktılar. Ardından Kahire, Buheyre ve Kalyubiye’ye yöneldiler. 160 ayrı polis merkezini bastılar, hapishanelere baskınlar düzenlediler. Hapishane duvarlarını yıktılar ve binaları yağmaladılar. Depolarda bulunan silahlara, araçlara, mühimmata el koydular.


Hapishanelerden 20.000’den fazla tutuklunun kaçırılmasını sağladılar. Ülkede kaos çıkardılar. Rejimi yıkmak için emniyet kurumunu hedef aldılar. Sosyal medya kullanıcıları sosyal medya üzerinden halkı polise karşı kışkırttı ve polis karakollarına baskın düzenlemeye çağırdı. Silahlı güçlerin ülkeye girmesine ve komplosunu nihayete erdirmesine izin verdiler.


Bir kısmı ise yabancı silahlı güçlerin silah, araç, mühimmat ya da ülkeye giriş-çıkış yapmaları gibi ihtiyaçlarını karşılama sorumluluğunu üstlendiler. Bu komplo Kasım 2010’da Suriye’de Hamas Hareketi, İran Devrim Muhafızları ve İhvan-ı Müslimin yetkilileri arasında yapılan gizli bir anlaşmanın neticesinde eyleme geçti.”


Bu karar metni üzerinden suçlanan isimlerden bazıları şöyle:


“Seçilmiş Cumhurbaşkanı Dr. Muhammed Mursi, Seçilmiş Halk Konseyi Başkanı Muhammed Sad El-Ketateni, Halk Konseyi üyeleri Dr. İsam El-Üryan ve Dr. Muhammed El-Biltaci, Dr. Muhammed Bedii, Hayrat Şatır, Dr. Reşad Beyumi, Dr. Ahmed Abdu’l Ati…


Ayrıca 28 Ocak 2011 günü ülkeye giriş yapan –ancak hiçbir Mısır vatandaşının kendilerini görmediği- yabancı silahlı güçlere yardım etmek suçuyla başta Yusuf El-Kardavi olmak üzere, 87 suçlunun gıyabında idamlarına karar verildi.


Bu mahkemeler darbeden birkaç ay sonra Ocak 2014’te başladı. Başta bu tiyatronun yalnızca bizim tutukluluk süremizi uzatmayı amaçladığını, bir gün son bulacağını düşünüyorduk. Ancak sonunda bir de baktık ki, mahkeme alenen karar metninde bu ifadelere yer verdi ve ifadelerin doğruluğundan emin olduklarını beyan etti.


Emniyet mensuplarına ve istihbarat yetkililerine bazı sorular sormak istiyoruz:


1-Sayıları 800’den fazla olan silahlı yabancı güçler, nasıl oldu da arabalarıyla ve silahlarıyla doğu sınırından 300 km. kadar içeriye giriş yaptılar; sonra da silahlı eylemlerini gerçekleştirdikten sonra hiçbir görgü tanığı olmadan, hiçbir haber kanalı onların varlığına dair bir görüntü yayınlamadan ya da içlerinden hiçbiri yara almadan, öldürülmeden, tutuklanmadan geriye dönebildiler!


Ülkemizin silahlı güçleri bu yabancı güçler ülkeyi terk edene kadar ülkeye girdikleri hususunda herhangi bir haber almadı mı? Ya da bilmelerine rağmen bu sorunun üstesinden gelmede aciz mi kaldılar? Yoksa ülkenin güvenliğini tehdit eden bu güçleri görmezden gelmeyi mi tercih ettiler?


2-200 araç ve 800’den fazla silahlı yabancı güç Süveyş Kanalını geçerken niçin Mısır Hava Kuvvetlerinin uçaklarının hedefi olmadılar?


3-Niçin 28 Ocak 2011’den 3 Ocak 2013’e kadar yaşananlar hakkında medyanın, siyasetin ya da askeriyenin elinde herhangi bir belge yok? Nasıl olduysa askeri darbeden sonra bir anda suçlamalar ortaya çıktı.


4-Mısır Dışişleri, yapılan bu saldırı hakkında uluslararası kurumlarla iletişime geçti mi ya da Hizbullah, Devrim Muhafızları ya da Hamas içerisinden suçlu olanların teslim edilmesini talep etti mi?


5-Siyasi ve askeri yönetim ülkede yabancı silahlı güçler eliyle yapılanları (yıkmak, yakmak, öldürmek, ele geçirmek vs.) karşılık verilmesi zaruret olan bir dış müdahale olarak mı tanımlıyor? Yoksa yalnızca ülkeye yapılmış turistik bir gezi olarak mı tanımlıyor?


6-Niçin bir yandan 25 Ocak günü resmi olarak devrim kutlaması yapılırken bir yandan da söz konusu iddialar dolayısıyla felaket günü olarak tanımlanıyor?


Mahkemede polisin, güvenlik güçlerinin, istihbaratın gözü önünde, özgür basının olmadığı bir ortamda onlarca, hatta yüzlerce soru sordum. Bu uydurma hikayeyi anlatmaya devam ettiler ve sorduğum sorulardan kaçındılar. Diledikleri zaman sorulan soruları reddetme haklarının olduğunu söylediler.


Hatta çok defa mahkeme çeşitli sebeplerle soru sormama da izin vermedi. Benzeri şekilde mahkeme çoğu kez suçluların söz konusu iddialar üzerinden savunma talebine de olumsuz yanıt verdi.


Mahkemenin savunma talebini kabul ettiği tek kişi 2. Ordu Komutanı Tümgeneral Muhammed Ferid Hicazi oldu. O da kendisine yabancı güçlerin ülkeye girdiği hususunda bilgisinin olup olmadığı yönünde kendisine yöneltilen soruya açık ve net bir şekilde haberinin olmadığını beyan ederek karşılık verdi.


Ancak mahkeme saha komutanın tanıklığını dikkate almadı ve emniyetin ve istihbaratın ifadelerine kesinlikle güvendiğini ifade etti.


Ardından yapılan istişare ve müftünün onay vermesi neticesinde aralarında ülkede yapılan ilk bağımsız seçimle seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin de bulunduğu 9 kişinin idamına karar verildiği ilan edildi. Söz konusu seçimde 10 kişi aday olmuş ve Muhammed Mursi sahte oylamalarda olduğu gibi %99 değil, %52 oy alarak cumhurbaşkanı seçilmişti.


Kararın temyize taşınmasının ardından 15 Kasım 2015’te mahkeme emniyet ve istihbaratın ifadelerinin tek başına delil olarak kabul edilemeyeceğine karar vererek mahkemenin bir başka mahkeme tarafından daha görülmesine karar verdi.


Şimdi ikinci mahkemede aynı rezalet tabloya bir daha tanıklık ediyoruz. Bazılarımız dördüncüye yargılanıyorlar. Bir kısmımızı yargılayan hakim, Mehdi Akif’i yargılayan ve kanser olmasına ve yaşının 90’ları bulmasına rağmen tüm insani ve hukuki öğretilere aykırı bir şekilde tutukluluğunun devamına karar veren hakimin ta kendisi… Nihayetinde Mehdi Akif merhametten uzak bir şekilde hayatını kaybetti.


Yeni tiyatro bu kez basının sessiz kaldığı bir ortamda sergileniyor. Emniyet neyi yayınlayıp neyi yayınlamayacaklarını tembih ettiği basını mahkemelere çağırıyor.


Bu kez mahkemelere 25 Ocak 2011 günü ülkeye silahlı yabancı güçlerin giriş yaptığına, hapishaneleri yağmaladığına, polis merkezlerine saldırdığına, suçluları serbest bıraktığına, ülkede kaosu yaydıklarına dair tanıklık yapan güvenlik güçleri getiriliyor.


Hakim iddianın doğruluğu hususunda kendisine yöneltilen sorulara ya da askeri ya da siyasi yönetimden bazılarının iddianın doğruluğunu kanıtlamak için mahkemeye çağırılması yönündeki talebe hiçbir şekilde yanıt vermiyor. 


Yeni tiyatroda yaşanan bir diğer gelişme de temyiz mahkemesindeki kanunda değişikliğe gidilmesi… Yeni karara göre alınan kararların nihai karar olacağı, temyiz yolunun kapatıldığı ilan edilerek bizi idamla tehdit etmeye çalışıyorlar.


Ne mahkemelerden ne de onların kararlarından korkmuyoruz. Tüm Mısır “büyük bir hapishane”ye çevrilmişken hapishanelerde tutuklu olan hür insanların maruz kaldıkları durumlardan dolayı endişeli değiliz.


Darbeci yönetim ve onun destekçileri şunu iyi bilsin ki, biz tavrımızdan asla ödün vermeyeceğiz! 3 Temmuz 2013 günü yaşanan askeri kanlı bir darbe idi. Ülke bu darbe neticesinde maruz kaldığı yıkımın yanı sıra kin ve nefretle dolu bir ortama dönüştü.


Bu hakikatleri ifade ederek bilinçli duruşundan asla şüphe duymadığım Mısır halkının 25 Ocak Devrimi karşısındaki gerçek tavırndan haberdar olmasını ve Mısır yargısının darbeden sonra ne hale geldiğini görmesini istedim.


Her çeşit gruba mensup olan ve devrim çatısı altında birleşen, ancak komplolar dolayısıyla dağılan devrimcilerin hem devrimin sonuçlarını hem de yazdıkları tarihin başına gelenleri görmelerini istedim. Umuyorum ki, olan biteni doğru bir şekilde okur, hatalarımızdan ders çıkarırız.


Herkes iyi bilsin ki, biz canlarımızla, kanlarımızla, özgürlüğümüzle, çocuklarımızla Ocak devriminin faturasını ödemeye devam ediyoruz. Ümmeti ve bu vatanı bekleyen büyük geleceğin yakın olduğuna inanıyoruz.


Dünyanın dört bir yanında yaşayan özgürlük yanlısı tüm siyasetçileri, hukukçuları, gazetecileri, akademisyenleri ve diğer herkesi bu anlamdaki tarihi sorumluluğunu hatırlamaya, herkesin doğrusunu bildiği 25 Ocak Devrimiyle ilgili uydurdukları hikayeye karşı doğru olan tavrı ortaya koymaya çağırıyoruz.”

 

islamianaliz

 

Afrika Haberleri

Arap Baharı değil; Siyonizm Baharı(!)
Mısırlı Askeri Uzman: İran Demir Kubbeyi Şaşırttı
Darbeci Sisi, iade-i ziyarete geliyor
Mısır'dan İsrail-ABD önerisine ret
Dünya Ekonomik Forumu: Afrika'nın yarı iletkenlerde parlama zamanı geldi