21. yüzyılda insanlığı tehdit eden en sinsi hastalığının adıdır tembellik. Değişen yaşam tarzları ve gelişen teknoloji maalesef beraberinde tembelliği de getirdi. İnsanlık hiç farkına varmaksızın bu hastalığa tutuldu. Sinsi bir kanser hücresi gibi hiç hissettirmeden yayıldı bütün hücrelerimize. Öylesine sinsi idi ki birçok insan yaşarken farkına bile varmadı bu hastalığın. Kimi bireylere ise yapılan bütün telkinler boşa gitti. Hiçbir ısrar hastalığı kabul etmeye yanaştırmadı bu gibi insanları. Kendisini murakabe etmeyen birçok insan farkına varamıyor tembelliğin. Hatta insanlar tersi iddiada bulunarak çok çalıştıklarını, 24 saatin kendilerine yetmediğini dahi ifade ediyorlar. Bu hastalık varlığını devam ettirebilmek için insanın savunma mekanizmalarını kullanıyor. Herkes kendince tembelliğinin bahanesini üretiyor. Üretilen her bahane, hastalığın kök salmasını ve güçlenmesini sağlıyor. Farkında olmadan tutulduğumuz bu amansız hastalık, bizim birçok istidat ve kabiliyetlerimizi kullanmamızın önüne geçiyor. İnsanın sahip olduğu potansiyeli keşfetmesini ve kullanmasını engelliyor. Farkına varamadığımız değer biçilemez hazinelerimiz bir gömü olmaktan öteye geçemiyor.
Tembelliğin iki temel tezahürü var:
-Birincisi en tehlikeli olanı ve ikincisinin de bir bakıma temel sebebi; Zihin, akıl ve düşünce tembelliği. Kısaca ifade edecek olursak beyin tembelliği. Yaşadığımız teknolojik hayat maalesef bize en çok zihin tembelliğini hediye(!) etti. Düşünmeyen, akletmeyen, fikir yürütmeyen, analiz ve sentez yapamayan bireylerle doldu her bir yanımız. Sanki etrafımızda yaşayanlar insan değil, insan görünümünde robotlar. İnsanlık maalesef zihni tembelliğiyle adeta makineleşiyor. Sadece programlandığı görevleri ifa etmekle kifayet ediyor. Okumak, okuduğunu anlama gayreti göstermek, anladığının lehinde veya aleyhinde olmak, okuduğunun üzerinden yeni fikirler üretmek artık günümüz insanın dünyasında yer almıyor. Günümüz filozofları bile yüzyıllarca önce yaşamış meslektaşlarının fikirlerini anlamaya çalışıp ardından da kendilerince anlatmaya gayret ediyorlar. Hikmeti arayan, kendini keşfetmeye çalışan hikmet yolcuları artık yok denecek kadar az. İnsanlık düşünce serüveni sürekli aşağıya doğru bir ivme edinmiş kendine. Belki de toplum mimarları artık amaçlarına ulaştılar. Düşünmeyen, zihin ve akıl tembelliğine tutulmuş bireylerden oluşan bir insan yığını oluşturmak en büyük hedefleri idi. Kitleler artık güdülecek bir sürü haline getirildi. Oluşan sürüleri yönlendirmek ve yönetmek ise son derece kolay bir hal aldı. İnsanlar artık düşüncesizliğin bir sonucu olarak kendilerini dahi anlatamıyorlar. İsteklerini değişik kelimelerden oluşan cümleler kurarak ifade edemiyorlar. Dolayısıyla da muhataplarının da ne dediğini ya da ne demek istediğini de anlayamıyorlar. Pırıl pırıl zihinlere sahip olan gençler artık bir dilekçe dahi yazamıyorlar. Öğrenci seçme sınavlarında en başarısız olunan sorular, okuduğunu anlamaya dayanan paragraf sorularıdır. En başarılı olunanlar ise anlama ve sorgulama gerektirmeyen kalıp sorulardır. Internet ve televizyon artık böyle bireyler yetiştiriyor. Kendini bilmeyen, tanıma gayreti olmayan insan tiplerini görünce Sokrat’ın o meşhur sözü daha derin bir anlam kazanıyor. “KENDİNİ BİL”… İki kelime ne kadar da çok şey anlatıyor değil mi? Kendini bil ki Rabbini bilesin, Rabbini bilirsen O’nu anlamaya çalışırsın. Rabbini anlamaya çalışan ise hayatın anlam ve amacını anlar. Hayatın anlam ve amacını anlayan ise beşer olmaktan insan olmaya doğru bir yol tutar ve hikmet yolcusu olur. İşte tutulmuş olduğumuz zihin tembelliğinden kurtulmanın altın anahtarı da bu olsa gerekli. Önce vahyi, sonra kendimizden başlayarak bütün kâinatı okumak ve kendimizi keşfetmek için bir iç yolculuğuna çıkmak. İnsanın kendini keşif yolculuğunun sonu yok, ölene kadar devam edecek bir çaba gayret yoludur bu.
—Tembelliğimizin ikinci tezahürü ise başta da ifade ettiğimiz gibi zihinsel tembelliğimizin bir sonucu olan fiziksel tembellik. Artık insanlar rahat yaşamaya o kadar mahkûm oldular ki en küçük bedensel gayret gerektiren şeylere dahi üşeniyorlar. Çocuklar elbiselerini giymeye, hanımlar yemek yapmaya, beyefendiler işlerine gitmeye üşeniyor. Kendimiz için zaruri olan şeyleri dahi yapmaya elimiz varmaz oldu. Sonuçta hantallaşmış, obezleşmiş bedenler ortaya çıktı. Yürümeyi unutan insan, bedenini tembelliğe mahkûm ettiği gibi yürürken düşünmeyi de unuttu. Artık her isteğimize en zahmetsiz yoldan nasıl ulaşabileceğimizi düşünüyoruz. Zahmetsiz ulaşılan her nimet ise insanda tatminsizliği tetikliyor.
Ne dersiniz, kendimize karşı dürüst bir tavır takınıp, savunma mekanizmalarımızı bir tarafa bırakıp, cesurca kendi kendimize şu soruyu sormaya: “BEN TEMBEL BİR İNSAN MIYIM?”
Sorumuzun cevabı kendi vicdanımızda… Haydi, kolay gelsin.
yeniakit