Suriye"deki rejim karşıtı muhalefet ve silahlı çatışmalarla ilgili başından beri ortaya koyduğumuz temel bir bakış açısı vardı: Bunu üç ana başlık altında özetleyebiliriz:
a- Suriye"deki baas rejimine karşı Suriye halkının özgürlük, adalet ve onur talebi meşrudur ve desteklenmelidir.
b- Suriye"deki değişim emperyalist müdahaleler ve silahlı eylemler yoluyla değil, halkın özgür iradesiyle sağlanmalıdır.
c- Amerika ve batılı müttefikleri, Suriye halkının meşru taleplerini istismar ederek bölgedeki emperyalizm ve Siyonizm karşıtı direniş güçlerini çökertmeye çalışmakta, bunun için de "Suriye'ye özgürlük getirme" adı altında kendi kontrollerinde güdümlü bir muhalefet ve silahlı güçler üretip bunları sahneye sürmektedir. Bunun için de emperyalizm ve siyonizmin bu komplosu deşifre edilmeli, bu şeytani planın gerçekleşmesinin önü alınmalıdır.
Biz İster Suriye"de, isterse başka bir ülkede, bütün hareketleri, gelişmeleri, olayları "emperyalizm ve siyonizmin karşısında olmak" ile "emperyalizm ve siyonizmin kontrolünde ve çizgisinde olmak" noktasında iki temel zemine ayırmaktayız. Eğer bir yerde emperyalizmin eli, projesi ve hamlesi varsa onun karşısında uyanık ve dirençli olmayı bir sorumluluk addediyoruz.
Bunun yanında, teorik ve pratik Baas yandaşlığı gibi bir yaklaşımın şiddetle karşısında olduğumuzu da her zaman belirttik. Ortada karmaşık ve zor bir durumun olduğunun farkındayız. Neyi feda edemeyeceğimizi de belirgin kılma durumundayız: Ne Suriye halkının meşru talepleri üzerinden planlarını sahneleyen emperyalizme geçit verebiliriz, ne de salt emperyalizm ve Siyonizm karşıtı bir söylemle, Suriye halkının haklı ve meşru taleplerine gözlerimizi yumabiliriz.
Fakat yer yer İranlı bazı yetkililerin de meseleyi Suriye"nin direniş eksenine verdiği desteği önceleyerek, Suriye halkının meşru taleplerini yüzeysel bir şekilde geçiştirdiklerini görüyoruz. Amerika, batılı ve bölgesel müttefikleriyle açıktan bir savaşa giren bir Suriye"yi destekleme güdüsü, -ki biz de bu noktada aynı yerdeyiz- Suriye halkının meşru taleplerinin fiilen yerini bulması iradesinden bir an olsun ayrılmamalı, Suriye halkının baas rejimine karşı haklı duruşunun üzeri hiçbir zaman gölgelenmemelidir.
Meselenin stratejik hassasiyeti noktasında devlet ricalinin açıklamaları kendi içinde zorluklar, barındırsa da, Suriye konusunda konuşan, yazan ve tutum sergileyen dost kalemler ve kişiler bağımsız bir söylem geliştirmede alabildiğince özgür olabilmelidir. Biz devlet diliyle konuşma ve ona göre tutum belirleme durumunda değiliz.
Bu bağlamda, kamuoyunda ortaya çıkan, sosyal medyada paylaşılan bir takım görüntülerin mutlaka sorgulanması gerektiğine inanıyoruz. Bizim bir ayrımımız mutlaka olmalı, eğrisiyle doğrusuyla her şey birbirine karışmamalıdır.
Örneğin, Hatay"da yapılan "savaşa hayır" adlı son yürüyüşte taşınan Esed posterleri ve atılan sloganlar bizim benimseyebileceğimiz ve savunabileceğimiz bir tablo değildir. Emperyalizm ve siyonizm karşısındaki duruşu Beşar Esed"i anlamlı kılsa da, tek partili diktatöryel bir sistemle iş başına gelen ve sonuçta halkın özgür iradesiyle seçilmemiş olan bir "devlet başkanı"nı bayraklaştırmak ve onun için "canımız kanımız Esed"e feda olsun" demek hem ilkesel hem de adalet açısından uygun değildir.
Yine aynı şekilde doğrudan ya da dolaylı olarak Suriye rejimi ve muhaberatı ile bağlantılı gündem oluşturmak ve kamuoyunu yönlendirmeye çalışmak, sonuçta "baas lobiliciliği"nden başka bir anlam ifade etmez. Birilerinin tercihi baştan böyle olabilir; onlar baas rejimini destekleyebilir ve Esed"i, uğruna canların feda edileceği bir "lider" olarak da görebilir. Ancak bizim bu tabloyu meşru görmemiz ve bu duruşu paylaşmamız kesinlikle mümkün olmadığı gibi, bu yöne evrilmek de asla doğru değildir.
Yine aynı şekilde bizler, Türkiye hükümetinin Suriye konusundaki politikalarını ağır bir şekilde eleştirebilir ve tartışabiliriz; nitekim Türkiye"nin Amerika, İngiltere, Fransa, Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerle stratejik ortaklığa girip güdümlü bir Suriye politikası izlemesinin şiddetle karşısındayız. Zira bu politikalar bölgeye daha büyük acıları yaşatacağı gibi, Türkiye içinde de onulmaz yaralar açabilecek bir boyut taşımaktadır.
Ancak, Türkiye hükümetinin politikalarını, başbakanın, dışişleri bakanının çıkışlarını reddetmek ve onlara tepki vermek ayrı bir şeydir; Türkiye"de açıkça baas rejimi ve Esed yandaşlığı yapmak, Türkiye"nin güvenliğini önemsemez bir aymazlığa düşmek ayrı bir şeydir.
Bizim makul, hikmetli ve güven veren yeni açılımların üzerinde durmaktan başka bir yolumuz yoktur.
Daha önce "Kofi Annan Planı" adı altında gündeme gelen formüle sıcak baktığımız gibi, Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi"nin "Mısır, İran, Türkiye ve Suudi Arabistan"ın yeni bir inisiyatif üslenerek Suriye"de akan kanın durdurulması ve halkın kabulleneceği sivil bir değişimin sağlanması önerisine destek verme durumundayız. Zira Mursi"nin bu önerisi hem gerçekçi hem de makul bir öneridir.
Sloganlar çözüm getirmez, duyguları, öfkeleri, nefretleri alabildiğince yükseltmek mümkün; ama bu sonuçta çözüm değildir; aksine çözümsüzlüğü daha da derinleştirir; düşmanların arzu ve beklentilerini daha da yakın hale getirir.
Mursi'nin Tahran konuşması ve Müslümanların Mursi'den beklentileri üzerine
Mısır Cumhurbaşkanı Dr. Muhammed Mursi"nin bağlantısızlar toplantısı için gittiği İran"da yaptığı konuşmanın çevirisinde yaşanan skandal maalesef İslam Cumhuriyeti"nin üzerine bir gölge düşürmüştür. Bu durum, çevirmenin gafleti değilse eğer, kişisel keyfiliğinden ve sorumsuzluğundan başka bir anlam ifade etmez. Bunun için İslam Cumhuriyeti yetkililerinin işlenen bu affedilmez hatanın telafisi için net bir tavır sergilemesini talep ediyoruz.
Bazı kardeşler, Mursi"nin İran"da yaptığı konuşmayı Velfecr"de niçin yayınlamadığımızı soruyorlar. Haklılar, ancak bu kasti bir durum değil. Bununla ilgili daha kapsamlı bir haber ve analiz yayınlamayı tercih ettik. Onu da yakında yayınlayacağız inşaallah.
Onun için gecikmeli de olsa ki bunda sağlık sorunlarımız da etkili oldu- Mursi"nin Suriye rejimine yönelik açıklamalarını prensip olarak haklı gördüğümüzü belirtmek istiyoruz öncelikle. Nitekim yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Suriye halkının haklı ve meşru talepleri hiçbir zaman göz ardı edilemez.
Fakat Mursi"nin, kendisinin bizzat içinde bulunduğu reel-politik denklemleri ve bu denklemlerin kendisini nasıl zora soktuğunu ve hiç de istemediği bir politikayı şimdilik de olsa uygulama durumunda kaldığını göz ardı etmemesi gerektiğini de düşünüyoruz.
Hepimizin iftiharı ve İslami kimliğimizin temel harcı durumundaki İhvan-ı Müslimin hareketinden gelen bir Cumhurbaşkanı"nın Amerikan emperyalizminin bölgedeki saldırgan komploları karşısında, başta Mısır halkı olmak üzere tüm dünya Müslümanlarının üzerine ağır bir utanç getiren Camp Davit anlaşması konusunda aynı gür tonda bir şeyler söylemesi gerekmez miydi?
Sayın Mursi'nin altı yıldır Gazze"deki Filistinlilere karşı Amerika ve siyonist rejim ile birlikte uygulanan insanlık dışı ambargonun derhal sona erdirilmesi noktasında da aynı cesaret ve iradeyi göstermesi gerekmez miydi?
Filistin İçişleri ve Güvenlik Bakanı Fethi Hammad, bakanlığının resmi sitesinde yayınlanan bir açıklamasında Mısır'ın yeni yönetimine "Gazze ambargosuna ortak olan zalim Mübarek rejiminden sürekli Rafah sınır kapısının kapatılması sebebiyle eziyet çekiyorduk. Peki, bugün devrim ve demokrasi Mısır'ından niçin eziyet çekiyoruz?" diye soruyor.
Sayın Mursi"nin Hammad'ın bu sorusu karşısında "Gazze"ye uygulanan kuşatmayı yarından itibaren tamamen kaldırıyoruz; artık Gazze"deki Filistinli kardeşlerimize uygulanan bu insanlık dışı ambargoyu tamamen ayaklarımızın altına alıyoruz" demesi gerekmez miydi?
Eğer, Amerika ve İsrail"in sadık ve yeminli işbirlikçisi Mübarek rejimi bir halk devrimi ile devrilip yerine halkın özgür iradesi ile İslamcı bir cumhurbaşkanı seçildiyse ve biz bunu "Mısır İslam devrimi" olarak tanımlayacaksak, bunun ilk meyvesi her şeyden önce, Siyonist rejim ile ilişkilerin fiilen bitirilip Kahire"deki Siyonist rejim elçiliğinin Filistin Büyükelçiliğine dönüştürülmesi olmayacak mıydı?
Bunun örneğini 11 Şubat 1979'da İran'da gerçekleşen İslam Devrimi'nin ilk gününde gördük. Yine 11 Şubat'ta Mısır'da gerçekleşen devrimin ardından da bunun geleceğini bekliyorduk.
Ben Mursi"nin İslami şahsiyetinden, Filistinlilere uygulanan bu zalimce ve barbarca kuşatmadan dolayı yanan yüreğinden bir kuşkum yok. Onun tüm samimiyetine güvenerek, kendisinin bunları zamana bıraktığını ve tedrici bir süreci seçtiğini düşünüyorum. İnanıyorum ki bunları zaman içerisinde adım adım gerçekleştirmeye çalışacaktır. Zira, Mısır gibi bir ülkede Cumhurbaşkanlığı mevkiine gelen birisinin nasıl stratejik sorun ve engellerle karşılaşabileceğini kestirmemek mümkün değil.
Fakat Sayın Mursi"nin, kendisinin içinde bulunduğu bu denklemleri, diğer deyimle acı gerçekleri göz ardı ederek, başkalarını doğrudan sorumluluk üslenmeye çağırması tutarlı bir söylem ve siyaset olmamıştır doğrusu. Kişi sadece kendisi için "haklı" olmamalı, halk deyimiyle "nalıncı keseri gibi hep tek tarafı yontmamalı" Hz. Resulüllah (s.a.v)"in buyurduğu gibi, "kendisi için istediğini kardeşi için de istemeli, kendisine kerih gördüğünü kardeşi için de kerih görmeli""
İslam ümmetinin geleceğinde stratejik bir öneme sahip Mısır"da bir "devrim" sonucu Cumhurbaşkanı seçilen sayın Mursi"nin emperyalizm ve Siyonizm karşısında "devrimci" ve "cesur" adımları atması hepimizin en büyük arzusudur. İnanıyoruz ki Firavun Mübarek"i deviren Mısır halkının da, Tahrir"de tutuşan devrim ateşininin de en büyük beklentisi budur.
Devam edecek"
nureddin@velfecr.com