Yüz yıl öncelerdeki gibi ‘sınırlı savaşlar’ dönemi yok artık.. Geçmişte, bir-iki devletin savaşa tutuşması, diğerlerini pek ilgilendirmezdi. Şimdi ise, bir köşede bir savaş kıvılcımı çaktı mı, her devlet kendi maslahatına göre, en uzak diyarlardaki savaşla ilgili olarak kendi safını belirlemeye mecbur.. Hatırlayalım.. Avusturya- Macaristan İmparatorluğu Arşidük’ü (Veliahd’i) Ferdinand ve hanımının 28 Haziran 1914 günü, yani sadece 105 sene önce bugünlerde Saraybosna’da bir Sırb genci tarafından öldürülmesi üzerine, başlayan 1. Dünya Savaşı, 4 sene boyunda 30 milyondan fazla insanı yutmuştu. O suikasdi gerçekleştiren kişinin, bu sonucu tahmin etmesi imkânsızdı elbette..
Ama, o savaş, başta Avrupa kıtası ve Osmanlı coğrafyaları olmak üzere, her tarafı mahvetmiş; hele de, ‘Barışı yok eden barış’ denilen Versailles (Versay)Barış Andlaşması’yla ise, galiplerin mağluplara dayattığı korkunç ağır şartlar 20 sene sonra 2. Dünya Savaşı’nı da kaçınılmaz olarak ortaya çıkarmış, bu kez de 60 milyona yakın insan daha, savaş ateşinde eriyip gitmişti.
***
Gerçi, günümüzde savaş anlayışı daha bir gelişmiş ve ‘topyekûn savaş’ anlayışına varılarak, ekonomik- ticarî, kültürel, psikolojik ve propaganda savaşları vs. gibi, askerî savaşta, taraflar birbirlerini yok etmeyi hedef alırlar ve ölümün geri dönüşü yoktur.
***
Dünyadaki sosyo-politik buhranlar, son derece ağır yeni bir global savaşın ayak seslerini yankılandırıyor.
Bugün, hele de şimdiki Amerikan başkanı Trump’ın çılgınca ve zorbaca siyasetleri ve kendisine boyun eğmeyen her deevleti ve güç merkezini sindirme çabaları, dünyayı derinden yeni bir topyekûn savaşın içine doğru çekiyor. Artık, son yüz yıl boyunca geliştirilmiş ve genel kabul gördüğü sanılan uluslararası hukuk ve diplomasi kurallarının, Trump Amerikası’nın dünyada estirdiği çağdaş barbarlık ve zorbalık anlayışı sâyesinde bir geçerliği kalmamıştır.
Açıktır ki, bu durumda, Rusya, Çin ve AB ülkelerindeki emperial güç odakları da, USA emperyalizmiyle direkt olarak ve kendi coğrafyalarında karşılaşmamak için, başka bölgeleri ve özellikle de Müslüman coğrafyalarını kendileri için bir güç deneme alanı olarak belirlemiş durumdalar..
***
USA emperyalizmi, bir taraftan İran’a başeğdirmeye çalışırken; Suûdî, BAE, Mısır ve şimdi de Sûdan rejimlerini kendi manyetik alanı içinde istediği gibi oynatacağını düşünmekte..
Bu emperial- şeytanî güçlerin Müslüman coğrafyalarındaki irili-ufaklı devletleri ve hattâ silahlı mücadele örgütlerini bile birbirlerine karşı tahrik edip, korkunç bir yıkımı plânlamaktan asla çekinmeyecekleri açık bir gerçek.. Yeter ki, sionist İsrail rejiminin zarar görmesin;
Müslüman coğrafyalarının tamamı Suriye ve Irak’a dönüşse de gam değil onlar için.. Sadece , yutmakta olduğu av büyüdükçe gözyaşları artan timsahlar gibi gözyaşı dökerler.
Bu durumda, Erdoğan Türkiyesi’nin Amerikan emperyalizmi karşısında dik durmaya çalışması da, bütün NATO ve AB ülkelerini de iştahlandırmaktadır. Bu tehlikeli durumda, sadece, ‘Müslüman halklar niçin bir araya gelemiyor?’ diye yakınmak, Müslüman coğrafyalarındaki 50’den fazla devlet ve rejimin 100 yıl öncelerde, emperial güçler eliyle kurulduğunu ve bu parça-bölüklüğün bu aslî sebeplerini görmemek, anlamamak demektir. Bütün bu parçaların her birisi, diğerine karşı bir zehirli ok halinde kullanılmak üzere bir kurgulanmıştır. İslam Milleti’nin başsız bir kalabalık haline getirilişinin asıl hedefi anlaşılmadıkça, sadece yakınmaların iç dünyamıza bir eziklikten başka bir getirisi de olmayacaktır.
Evet, her Müslümanın asıl sorması gereken soru, günü kurtarmak değil, ‘Müslüman coğrafyalarını çağdaş barbarların hedefi olmaktan nsaıl kurtarabiliriz?’ olmalıdır.