Nuh Gönültaş-Bugün
Yahya Kemal’in sorusuna Ahmet Haşim’in cevabı
'Müslüman saati' deyince bazılarımızın akıllarına Kabe'yi, kıbleyi, namaz vakitlerini gösteren saatler gelir. Bazılarımız da Ahmet Haşim'in o muhteşem "Müslüman saati" başlıklı makalesini hatırlarız.
Haşim, bu makalesinde Batılı saatin hayatımıza girişinden sonra günlerimizi gecelerimizi nasıl değiştirdiğini, güneşin doğuş ve batışına göre ayarlı Müslüman saatinin hayatımızı terk etmesiyle yaşam biçimimizin de buna paralel olarak müthiş derecede değiştiğini anlatır.
Giden "Müslüman saatidir" gelen de tabii ki "Frenk saati"dir ve bu saatin gecegündüz telakkisi Müslümanın gece-gündüz anlayışından yüzde yüz farklıdır. Yahya Kemal, 1918 yılında Büyükada'da bir bayram namazına gider. Oradaki kültürel ortamı anlatmak için şu soruyu sorar: "Frenk hayatının gecesinde sabah namazına kalkılır mı?"
Belki de Haşim'in Müslüman Saati yazısında anlatmak istediği şey tam da Yahya Kemal'in sorduğu bu sorunun cevabıdır. Yabancı saatlerin hayatımıza girişi Haşim'e göre bir tür istiladır. Bir tür yabancı istiladan söz ediliyor. Çünkü onun saatten kastı "Zamanı ölçen alet değil fakat bizzat zamandır."
Zaman anlayışının değişimi, zamanı algılama biçiminin değişimi, zamanın içini doldururken uyduğumuz vakitlerin değişimi hayatımızı da değiştirmiş, bu tarz değişim Müslümanı Frenkler gibi yaşar hale getirmeye yetmiştir! "Eskiden kendimize göre yaşayışımız, düşünüşümüz, giyinişimiz ve kendimize göre dinden, ırktan ve an`aneden hayat alan bir zevkimiz olduğu gibi, bu hayat üslûbuna göre de "saatlerimiz ve "gün"lerimiz vardı."
Ahmet Haşim'in bu durumdan son derece muzdarip olduğu "Müslüman Saati" yazısında kendini gösteriyor. İşte o muhteşem yazının uzun bir özeti: Müslüman gününün başlangıcını şafağın parıltıları ve sonunu akşamın ışıkları tayin ederdi. Madenden eski kapaklar altıda saklı tutulan eski mâsum saatlerin yelkovanları yorgun böcek ayakları tarzında, güneşin sema üzerindeki hareketiyle az çok ilgili bir hesaba uyarak, minenin rakamları üzerinde yürürler ve sahiplerini zamandan, aşağı yukarı bir doğulukla haberdar ederlerdi...
Yabancı saat alışkanlıklardan evvel, bu iklimde, iki ucu gecelerin karanlığıyla simsiyah olan ve sırtı vakitlerin kırmızı sarı ve lâcivert ateşeriyle yol yol boyalı büyük bir canavar hâlinde, bir gece yarısından diğer bir gece yarısına kadar uzanan yirmi dört saatlik "gün" tanımazdı. Işıkta başlayıp ışıkta biten, oniki saatlik kısa, hafif, yaşanması kolay bir günümüz vardı. Müslümanın mes`ud olduğu günler işte bu günlerdi. Şerefli günlerin vak`alarını bu saatlerle ölçtüler...
Alafranga saatin âdetlerimiz ve işlerimizde kabûlü ve alaturka saatin geri safa düşüp camilere, türbelere ve muvakkıthanelere bırakılması battal bir "eski saat" hâline gelişi, hayata bakış tarzımız üzerinde korkunç bir te`sire sâhip olmamış değildir. Giden saatler babalarımızın öldüğü, annelerimizin evlendiği, bizim doğduğumuz, kervanların hareket ettiği ve ordularımızın düşman şehirlerine girdiği saatlerdi.
Gelen yabancılar ise, hayatımızı bozup, onu meçhul bir düstûra göre yeniden tanzim ettiler ve ruhlarımızı tanımaz bir hâle getirdiler.
Yeni "ölçü" bir zelzele gibi, zaman manzaralarını etrafımızda zîr ü zeber ederek, eski "gün"ün bütün sedlerini harap etti ve geceyi gündüze katarak saadeti az, meşakkati çok, uzun, bulanık renkte bir yeni "gün" vücuda getirdi. Bu Müslümanın eski mesut günü değil, bedmestleri, evsizleri, hırsızları ve katilleri çok ve yeraltında mümkün olduğu kadar fazla çalıştırılacak köleleri sayısız olan büyük medeniyetlerin acı ve nihayetsiz günüdür. Yeni saat, Müslüman akşamını hüzünlü ve şa`şalı dakikasını dağıttığı gibi, yirmi dört saatlik yabancı "gün"ün getirdiği geçim şekli de bizi fecir âleminden uzak bıraktı.
Fecrin saati, Müslüman için, rü`yâsız bir uykunun sonu ve yıkanma, ibâdet, neşe ve ümîdin başlangıcıdır. Şimdi heyhat, eski "saat"le beraber akşam da, fecir de bitti. Birçoklarımız için fecir, artık gecedir ve birçoklarımızı güneş, yeni ve acayip bir uykunun ateşlerinden, eller kilitli, ağız çarpılmış, bacaklar bozuk çarşaflara dolanmış, kıvranırken buluyor.
Artık geç uyanıyoruz. Çünkü hayatımıza sokulan yeni ve fena günün eşiğinde çömelmiş, kin, arzu, hırs ve haset sürülerinin bizi ateş saçan gözlerle beklediğini biliyoruz. Artık fecri yalnız kümeslerimizdeki dargın ve mağrur horozlara bıraktık. Şimdi Müslüman evindeki saat, başka bir âlemin vakitlerini gösterir gibi, bizim için gece olan saatleri gündüz ve gündüz olan saatleri gece renginde gösteriyor. Çölde yolunu şaşıranlar gibi biz şimdi zaman içinde kaybolmuş kimseleriz.