Müslümanlara haksızlık yapılmaktadır
Dost-düşman, doğulu-batılı, inançlı-inançsız, aydın-bağnaz, Kemalist-ateist vs. ne derlerse desinler, hangi tuzakları kurarlarsa kursunlar, hangi baskı ve dayatmayı yaparlarsa yapsınlar, şu gerçek hiçbir zaman değişmeyecektir:
"Müslüman, temsilcilik vazifesi üzerinde yaşar. Dinde zikzak yapmadan ve ölünceye kadar." Bu hal ve durum, "ben de Müslümanım" diyen herkes için geçerlidir. Ama ne yazık ki inanan insanlara ve dini yaşamak isteyen Müslümanlara şartlı bakan, yanlış bakan ve kasıtlı bakan zihniyet sahipleri, onları tanıyamamaktadırlar. İnanan ve inancını yaşayan insanları tanıyamamak, onlara yapılacak en büyük haksızlıklardan biridir. Çünkü tanımayanlar, haksızlık yaparlar ve her haksızlık yapan insan zulmetmiş olur ve zulmeden ise zalimdir.
Bu sebepten dolayı insanları yaratan Yüce Yaratıcı, dinli ve dinsiz, inanan ve inanmayan insanlara, aralarında karşılıklı saygıyı, karşılıklı hürmet duyulma ahlakını ve tavrını bildirmiştir.
Kısa ve genel hatlarla bir acı gerçeğin altını çizelim: Son çeyrek asırda yaşanan birtakım hadiseler, konuşulan bazı konular, başta ABD olmak üzere birçok ülke yönetimini tedirgin etmiştir. Şöyle ki, Türkiye'de Milli Görüş, Cezayir"de "FİS" yani İslâmi Selamet Partisi"nin tabanın yüzde altmışının desteğini alması, İran, Afganistan ve Sudan'da rejim değişikliği, dünya egemen güçlerini harekete geçirmiştir. Bunların elebaşı ise elbette ABD'dir.
Gücü, kuvveti ellerinde tutan egemen güçler, farklı ülkelere, farklı programlar uygulayarak muhtemel dinamik gücün (yani dinin) içini boşaltmak istiyorlar. Egemen(!) güçlerin en büyük avantajı, kendi kontrollerinde olan dini hayata serbestlik tanırken, kontrolde zorlanacağı ülkelere, Müslüman halka baskı yapmış olmaları. Bu baskıların başını ise irtica kelimesi ve irtica anlayışı almış oldu.
İnancının ve amelinin gereği olan toplumsal barışı sağlamakla görevli bulunan Müslümanlar, ne yazık ki potansiyel suçlu olarak ele alındı. Uzaktan-yakından irtica ile hiçbir bağlantısının olmadığı kesin olan insanlara, dünyanın her tarafından baskı, işkence ve haksızlık (zulüm) yapılmaktadır. "İki gününü eşit olarak yaşayan" bir Müslümanın iflas edeceğini, geri kalacağını bildiren bir dinin temsilcileri nasıl irtica ile itham edilir? Bu mantığı çözmek mümkün değildir.
Dünyanın neresine gidersek gidelim, hangi ülkede yaşarsak yaşayalım, inançlı olan her Müslümanın hayat tarzı ve tavrı açıktır: "Kendi kimliğini yani Müslümanlık kimliğini koruyarak, muhafaza ederek, erimeden, yozlaşmadan, kendisini anlamayan sistem içinde nasıl ayakta durabileceğinin çözümünü, formülünü ortaya koymak ve yaratıcısına verdiği sözü tutmak..."
Bu ülkede de inancının gereğini yerine getirmek isteyen ve nüfusunun büyük çoğunluğunun Müslüman olduğu bildirilen insanlar, yakmadan, yıkmadan, adeta ellerinde güller taşırcasına bir kimlik sergiliyor. Bir zamanlar 163. maddeden dolayı senelerce takip edilmiş, gözetim altında tutulmuş, tutuklanmış ve cezaevine girmiş bir Müslüman olarak, Müslümanlığımızı yaşamanın dışında Allah'a ve millete karşı hangi suçumuzun, hangi menfi tavrımızın olduğunu bilememekteyiz. Tek suç(!) irtica...
"Türkiye Neden Böyle" isimli eserin 274. sahifesinde şöyle bir belge yer almaktadır:
Türkiye"nin hukuki durumunu incelemeye gelen bir batılı hukukçu, şöyle bir tarif yapar:
"Bir Türk, İsviçre medeni kanununa göre doğar, büyür, evlenir, boşanır, miras hakkına sahip olur. Suç işlediği zaman İtalyan ceza kanununa göre yargılanır. Alman yasalarına göre ticaret yapar, İngiliz eğitim sistemine göre eğitilir. Fransız yasaları ışığında yönetilir. Öldüğü zaman da İslâm hukukuna göre gömülür."
Gayr-i Müslim bir bilim adamının şu tespitini kim inkâr eder ki? Ne yazık ki inancının gereğini yapmaktan başka suçu(!) olmayan bir Müslümanın irtica ile suçlanmasını söylemek, onu tanıyamayan zihniyet sahipleri hakkında ciddi birtakım şüphelerin varlığına davetiye çıkarmakla, her gürültüyü, her başarısızlığı tehlikeli zihniyet Müslümanlara fatura etmektedir. Bakalım bu kandırmaca tuzak ve formül ne zamana kadar sürecektir?
vakit