Nasıl kazanılır? Nasıl kaybedilir?

Ahmet Taşgetiren

Bir seçim iki şeyle kazanılır:

Bir: Kendinizin toplum tarafından bilinen başarılı özellikleriniz.

İki: Karşınızdakinin yine toplumca bilinen – kabul edilen zaafları.

14 Mayıs’a giderken iki favori aday Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’na bu açıdan bakalım:

KILIÇDAROĞLU

Kılıçdaroğlu, yola geç çıkan, adaylığı daha baştan “kazanma” noktasında tartışılan bir isim.

Deyim yerinde ise yumurta kapıya geldiği, yani artık aday ilan etmenin kaçınılmaz olduğu noktada bile Akşener’in çıkışı ile adaylık ilânı gölgelenen….

Evet yanında “muhafazakâr” diye bilinen isimler var ama, muhafazakâr kitlelere yakınlıkta Erdoğan’la yarışması imkânı bulunmayan… Ya da muhafazakâr kitlelerde Erdoğan’a yönelik tepki varsa ancak oradan yol alması mümkün olan…

Bir masa etrafında toplanan liderler, hani -eli mahkûm- noktasında ikna edilse bile, parti tabanlarının aynı ölçüde ikna edilebileceği şüpheli bulunan…

İki belediye başkanının kampanyaya adeta zorla eklemlendiği intibaı ile hareket edilen…

Farklı parti liderlerinin, bütün gayretlerine rağmen, artı katkılarda bulunamadığı….
……..

Kılıçdaroğlu veya muhalefette gösterilecek bir adayın en güçlü malzemesinin toplumdaki “Erdoğan tepkisi”ni kullanmak olacağı siyaseti üstünkörü izleyen birisinin bile göreceği bir husustu.

Erdoğan 21 yıldan beri iktidardaydı. Usanmışlık, bıkkınlık gibi riskleri taşıyordu. Ondan öte, ekonomideki, yargıdaki, toplumsal kamplaşma alanındaki uygulamaları ile tepki biriktiren bir siyasetçi idi. Özellikle ilk defa oy verecek olanlar ya da genelde genç kesim, 20 yıldır onunla büyümüş olmak sebebiyle “yeter artık” psikolojisine gelmiş olabilirdi. Vs…

Yani Kılıçdaroğlu açısından rakibine yönelik “tepki birikimi”ni kullanmak, en tabii yollardan birisi idi...
Bunlar, bunlar, bunlar… İlk tur bitti ve Kılıçdaroğlu yarışı 45.06 ile geride tamamladı.

Buna rağmen, Kılıçdaroğlu’nun yola çıktıktan sonra en azından pozitif bir kampanya ile CHP liderliğinden öte bir varlık gösterdiğini söylemek lazım. Bu rakam CHP’li bir liderin ulaştığı “en yukarı” rakamdır. Ecevit en çok yüzde 42 almıştı.

ERDOĞAN

Diğer yarışçı Erdoğan idi. Yarış performansı bilinen bir isim. 15 Seçime girmiş, ipi göğüslemiş. Ondan bahsederken herkes “Karizma”nın altını çiziyor. Devlete hükmediyor. Devlet demek o demek gibi bir izlenim var. Bu, geniş toplum kitleleri açısından önemli bir özellik. “Şunları yapacağım” dediğinde, o yönde bazı adımlar da attığında (ek zamlar, kadrolar vs.) muhayyel bir adayın vaatlerine nispetle, ekonomiden bunalmış insanlar için daha “peşin ödeme” gibi algılanma avantajı var.

Buna karşılık 21 yıl işte. Bıkkınlıkla, usanmışlıkla boğuşmak zorunda. Ekonomi insanları boğuyor. Onun suçunu da muhalefete atma imkânı yok. Hukuksuzluk ülkenin devam eden gündemi… Zaman zaman “Astığı astık, kestiği kestik”e dönüşme algısı veren “Tek Adam” dili “Otoriter üslup…” “Din dili” ile “Siyaset dili”nin içiçe geçirilmesi… Yolsuzluklar, bir kesim aşırı zenginleşirken çok geniş kitlelerin açlık sınırı altında hayat sürmesi vs…

Erdoğan, bunları problem olarak gördü mü, tartışılabilir. Zaman zaman gördüğü, zaman zaman ise hiç önemsemediği düşünülebilir. Mesela hukuksuzluklar konusunu gerçekten önemsediği bir zaman oldu mu, bilemiyorum.

Erdoğan bunları kabul etse bile, seçim sürecini bu alanlar üzerinde tartışmayı tercih edecek saflıkta bir politikacı değil. O, muhalefeti savunma alanına itecek bir stratejiyi tercih edecekti, nitekim öyle yaptı: “Beka – Güvenlik Tehdidi ve muhalefetin bununla ilgisi” bir alan… Buna ilave olarak alttan alta çok güçlü bir tahkimat malzemesi olan muhafazakar değerler de ilave edilirse…

O zaman muhalefetin “rakibi zayıf yanından vurmak” hesabı boşa çıkacaktır.

Erdoğan’ın stratejisini satın alacak önemli bir toplum kesimi olduğunu tahmin etmek zor değil. Evet, “Soğan fiyatını değil, ülkenin bekası”nı öncelemek, Türkiye gibi “dış güçler - vatan – bayrak hassasiyeti”nin çok önemli olduğu bir ülkede çok iş yapar. Yeter ki insanlar bu işte samimiyet olduğuna inansın. Yüzde 49 az bile. “Beka meselesi” deyince, ülke insanının neden yüzde 100’ü değil de yüzde 49’u ilgi göstersin ki? Oradaki yüzde 51’lik fark “samimiyet sorgulaması” farkıdır.

İKİNCİ TUR

İkinci turda adaylar, birinci turda aldıkları oyun üzerine koymaya çalışmayacaklar, yeniden “Sıfır”dan başlayıp, oylarını artırmak için uğraşacaklar. Yani yeniden başa dönülmüş bulunuyor. Her iki lider, yüzde 50 artı 1’e ulaşma mücadelesi verecek. Seçim gecesinden başlamak üzere söylenen - yapılan her şey aleyhe delil olarak kullanılabilir. Konuşmama hakkı var ama, siyaset konuşma işidir.

Sinan Oğan’a verilen oylardan söz ediliyor. O oylar donmuş bir kitle değil. Sınırlı yönlendirme imkânının bulunduğunu en iyi Sinan Oğan’ın kendisi bilir. Belki “Şunu desteklemiyoruz” tavrı etkili olacaktır. O kitleyi ikna etmek de iki liderin “Beceri sınavı” ile bağlantılıdır.

İnsanları sandığa götürmek, belki de 2. Turunun en büyük handikaplarından birisi olacaktır. Burada da motivasyon önemli. 28 Mayıs’ta, ilk tur sonuçlarında altta kalmış gözüken “Erdoğan’ı gönderme” motivasyonu ile “Erdoğan’ı savunma” motivasyonu yarışacak gibi gözüküyor. “Kılıçdaroğlu’nu getirmek” ancak “Erdoğan’ı götürmek” ile birleşince bir motivasyona dönüşüyor gibi görünüyor.