'Nasıl olursa olsun, bir birlik' ise; alın size bir 'birlik'..

Selâhaddin Çakırgil

Ortadoğu, her zaman olduğu gibi, dünya jeo-politiğinin yine aslî mihveri durumunda..

Bu, hem bu bölgenin eski dünyanın beşeriyet tarihi boyunca merkezi, hem ilahî vahy kaynaklı ve yaşayan /takibçileri bulunan dinlerin anavatanı konumunda ve hem de bu bölgenin müslüman halkların en yoğunluklu olarak yaşadığı ve de tabiî kaynaklar açısından, emperyalist dünyanın ağzının sularını akıtacak derecede zenginliklere sahib olmasından kaynaklanıyor..

Emperyalist (dünyaya kendi iradesine göre şekil vermek iddiasında olup bu hedef için, her türlü araçtan istifade etmeyi mubah gören) güç odakları da böylesine önemli bir coğrafyayla ilgili olarak elbette ki kısa ve uzun vâdeli planlar yapacaklardır..

Ama, bu coğrafyalardaki güç odakları da, emperyalist güç odaklarının manyetik çekim alanı içinde veya dışında olarak da, bir takım gelişmelerin etkeni veya edilgeni olabilirler..

Nitekim, Ortadoğu'da son 1,5 yıldır meydana gelen hadiselerin hemen tamamının mutlaka emperyalist güçlerce planlandığı gibi iddialarda bulunanlar olsa bile, bu gibi iddialar insan ve toplumların iradesine hiçbir hareket alanı bırakmayan kör noktalara sürükler insanı..

Kaldı ki, bu son 1,5 sene içinde Ortadoğu müslüman coğrafyalarında olanlar, herhalde emperyalist güç merkezlerinin hiç de istemediği ve onlar için çok acı meyveler, semereler de vermiş durumda..

Herhalde, Tûnus'da, ve Mısır'da  sosyal hayatın dizginlerini ele geçirmek azmi giderek daha bir güçlenen müslüman kitlelerin organize çabaları bunun ilginiç bir örneği..

Elbette, emperyalistler bu gibi durumlarda da yine devreye girmek isteyip, bu gelişmeleri henüz ruşeym/ cenin halindeyken veya körpe döneminde boğmak isteyeceklerdir.. Ama, müslümanlar da ona göre hazırlıklar içindeler..

*

Nitekim, Mısır'lı bir müslüman, geçenlerde, 'Cezayir'de 1992'de müslümanların seçimi kazanmasından sonra emperyalist güçlerin tam desteğiyle sahnelenen laik generallerin, o kanlı askerî darbesinin ve ağır faturalarının bizim ülkemizde de tekrarlanmak isteneceğini asla unutmuyoruz, ona karşı tetikteyiz..' diyordu, iç ferahlatan bir şekilde.. Ve 30 yıllık Husnî Mubarek iktidarı döneminden kalan komutanların elindeki Mısır ordusunun her türlü entrikalarına ve bazı isimleri engellemelerine rağmen, 23-24 Mayıs günlerinde yapılacak olan seçimlerde, 13 aday arasından, İslamî kimliği ile temayüz etmiş bir ismin seçilmesi ihtimali güçlüdür; inşaallah..

Ve bu durumdan siyonist İsrail rejimi de oldukça tedirgindir.. Bu yüzdendir ki, İsrail rejimi başbakanı Netanyahu, iki yıldan fazla zamandır küçük bir Meclis üstünlüğüne dayalı olan iktidarını, geçen hafta, en güçlü muhalif partisi olan Kadima'yı da hükûmetine ortak ederek  kendisini ve rejimini güçlendirmek gereğini duymuştur.. Çünkü, Geçici Mısır Hükûmeti bile, daha şimdiden, İsrail rejimine, Mubarek rejiminin 100 milyonlarca dolar rüşvet karşılığında ucuza verdiği ileri sürülen tabiî gazı kesmiş ve  Enver Sedat tarafından Mart-1979'da imzalanıp Mısır halkına ve müslümanlara utanç verici Camp David Andlaşması'nın referanduma, halkın reyine sunulacağı İkhwan'ul Muslimîn tarafından şimdiden va'dedilmiştir.. Böyle bir referandumda o utanç verici andlaşmanın reddedileceği neredeyse kesin gibi olduğundan, bu gibi konuların gündeme getirilmesi, İsral rejimini de, onun dünyadaki emperyalist-şeytanî uzantılarını da derinden rahatsız etmektedir..

Mısır'da ve diğer müslüman coğrafyalarındaki çalkantılar emperyalistleri rahatsız edecek boyutlarda gelişirken, tabiatiyle, Suriye'deki durum da emperyalist güç odaklarınca, daha bir dikkatle takib olunmakta..Çünkü, o şeytanî güç odakları, Suriye'de müslüman halkın inanç ve iradesine göre şekillenmiş bir siyasî iktidarın şekillenmesini kendileri için büyük tehlike olarak görmekteler..

*

Kezâ, Libya' da, hele de Gaddafî ve rejiminin çökertilişinde askerî güçlerle etkin rol oynayan Sarkozy'nin, kendisi ve ülkesi açısından doğru dürüst bir semere elde edemeden siyasetten safdışı olmasıyla, Libya'da da müslümanların eli biraz daha rahatlamışa benziyor..

Yemen'de de Ali Abdullah Salih'in safdışı edilmesine rağmen, o 34 yıllık saltanattan geride kalan uzantıların entrikaları devam etse bile, yine de toplumlarına inançlarına göre şekil vermek dikkatinde olan müslümanlar daha etkin durumdalar..

 

Böylesi bir gelişmelere rağmen, İİC'nin yanına Irak- Mâlikî rejimini de alarak, Suriye- Baas rejimini hâlâ da vargücüyle desteklemek siyasetinden vazgeçmemesi, -bu satırların sahibinin de aralarında olduğu- nice müslümanlarca da, elem verici bir durum olarak değerlendirilmektedir.. Ve  Suriye- Baas rejiminin bir direnişi cebhesi olduğu iddiası, çoğu müslüman çevreler tarafından ciddîye alınmamakta; tersine, Amerikan emperyalizmi başta olmak üzere, Rusya' Çin ve AB ülkeleri ve de İsrail rejimi, Esed rejiminin kendi inisiyatifleri dışında, müslüman kitlelerin isteğine uygun şekilde çökmemesi için, Birleşmiş Milletler eliyle, Kofi Annan'ın sözde ateş-kes planlarıyla korunmakta ve böylece bu rejimin neye karşı ve nasıl bir direnişin simgesi olduğu daha bir sorgulanmaktadır, artık..

Hatırlayalım ki, geçen hafta Rusya Devlet Başkanlığı'ndan Başbakanlık makamına geçerek Putin'le yer değiştiren Medvedev, evvelki gün, Suriye konusunda kendi siyasetlerine aykırı bir neticenin ortaya çıkması durumunda, bir nükleer savaşın çıkabileceği ihtimalini bile gündeme getirmiş bulunmakta..

*

Bu durumda, Suriye konusunda Amerika'nın veya Rusya'nın veya, şu veya bu ülkenin diplomatik hesablarını değil, bir müslüman olarak olması gerekenin ne olduğunu, günlük menfaatler vesaya stratejik gerekçeler adına değil, kendi temel prensiplerimiz açısından,düşünmemiz gerekmez mi?   Ki, vakit hâlâ da geçmiş değildir. Bir takım menfaatler için, yarım asırlık bir kanlı diktatörlüğün sürmesine destek olmalı mıyız, olmamalı mıyız?

Bir müslüman halkın bir zulüm düzeninin dişlileri arasında ezilmesine daha ne kadar seyirci kalacağız? (Bu noktada, bazıları hemen, öteki müslüman toplumlarındaki diktatörlüklere niye karşı çıkmıyorsunuz diyorlar..Elbette ki, önce, o halkların kendi içlerinden, tepelerindeki zulüm düzenlerine karşı çıkmak irade ve eylemlerini dünyanın dikkatine sunmaları gerekmektedir..)

 *

Ama, her şey bu kadar umut verici ve sevindirici değil.. Meselâ,  Arab Yaramadası'nda ilginç gelişmeler de olmakta..

Bugünlerde en şaşırtıcı gelişme, Suudî rejimiyle Bahreyn Sultanlığı'nın birleşme kararı alması oldu..

Bu birleşme kararı fiiliyata geçilebilirse, bunu, İran Körfezi'nin güney sahillerinde bulunan irili-ufaklı diğer sultanlıkların, şeyhliklerin takib etmesi de muhtemeldir..

Çünkü, Suûdî rejimi, kendisine Amerikan emperyalizmi tarafından dikte olunduğu şekilde, kendisi için en büyük tehlikenin İran olduğuna kendisini iyice kaptırmış bulunmakta ve bu tehlikeyi dizginlemek, etkisizleştirmek için yığınla entrikalar tezgahlamaktadır, nice zamandır..

Bu tezgahların en ilginci, Bahreyn Sultanlığı'yla birleşme kararı alınmış olmasıdır.. Muhtemelen, her iki ülke de, anlaşıldığına göre, bir federasyon şeklinde tek bir potada bütünleşmek şeklinde değil de, uluslararası hukuktaki devlet kimliklerini koruyarak ve yani bir konfederasyon halinde birleşeceklerdir..

Bu duruma karşı bugünlerde, İran şehirlerinde, -Türkiye'de geçmişte, Kıbrıs üzerine yapılan dolaylı resmî himayelerle yaptırılanları hatırlatacak şekilde- protesto gösterileri yapılmakta; Bahreyn Sultanlığı ve Suûudî rejimi için, 'en iyi duygular' dile getirilmekte.. 

*

Bahreyn Sultanlığı, 1971 yılında İngiliz emperyalizmi İran Körfezi'nın güneyindeki üsslerinden çekilmek kararı aldığı zaman, bu yaşlı emperyalist gücün kuklalarından nicelerine verdiği kücük küçük ülkeciklerden birisi olarak ortaya çıkmıştı..

 İngiliz emperyalizmi 1971'deburadan çekilirken, İran'dan bazı nasyonalist kesimler, Bahreyn'in İran'a aid olması gerektiğini ileri sürmüşlerdi, ama, o günlerde, Ortadoğu'nun en büyük askerî ve malî gücüne sahib olan İran Şahı, bu adayı İran'a katmayı göze alamamıştı, dünya dengelerinin gereği olarak..

Bahreyn adasının tarihte belli bir yeri yoktur.. Tamamı sadece 700 km.² (yani, Türkiye'nin kontrolündeki Kuzey Kıbrıs'ın beşte biri büyüklüğünde) olan, yarım milyon kadar nüfusa sahib bir ülkecik.. Son yıllarda, bu ada, Suûdî rejimine, deniz üzerinde kurulan yaklaşık 30 km. uzunluğundaki bir havaî köprü ile bağlanmış bulunmakta..

Bahreyn halkının yaklaşık yüzde 70'inin şiî olduğu biliniyor.. Ama, buradaki halkı yöneten Âl-i Khalîfe Khanedânı, şiî mezhebinden olmayıp, kendilerini yüzde 30'u teşkil eden sünnîlere nisbet etmektedirler.. Ancak, bu yönetimin ne şiî ve ne de sünnî müslümanlarla bir bağlantısı sözkonusu..

Arab diyarlarında miladî-2010 yılının sonunda birbiri ardınca devam eden ve nice zorba rejimleri deviren derin ve müthiş sosyal çalkantı Bahreyn'e de ulaştığı zaman, bu ülkecikteki hemen bütün şiî ve sünnî müslümanlar elbirliğiyle karşı çıkmışlardı, bu ülkecikteki kukla Âl-i Khalîfe Khanedânı'na..

Ancak, konuya bazıları sadece mezheb açısından yaklaşınca ve 'Bahreyn şiîlerinin savunmasız bırakılmayacağı'na dair resmî beyanlarda bile bulununca..

Yazık ki, Suudî rejimi inisiyatifi eline geçirdi ve1500 kadarlık bir askerî birliği, Bahreyn'in başkenti Manama'ya sürdü ve şiîsiyle-sunnîsiyle yüzlerce müslümanı katletti.. Manama şehrinin ana meydanı olan İnci (Lu'lû) Meydanı'nda bulunan 300 metre yüksekliğindeki ünlü kule bile, direnişin sembolü haline geldiği düşünülerek, ama elbette başka gerekçeler gösterilerek yıkılıverildi.. Ama, 'Bahreyn şiîlerini savunmasız bırakmıyacakları'nı açıklayanlar o sözlerinin gereğini yerine getirememişlerdi..

 

Çünkü, dünya dengeleri öyle gerektiriyordu.. Yapılacak bir müdahalede sadece Suudî rejimiyle değil, Bahreyn aynı zamanda, bir İran Körfezi'ndeki önemli bir Amerikan Deniz Üssü durumunda olduğundan Amerikan emperyalizmiyle askerî olarak karşı karşıya gelmek durumu da vardı.. Bunun için, bu durum önceden hesab edilmemişcesine, önceki o sözler yenilip yutuldu..

Bu arada, Körfez İşbirliği Konseyi diye anılan ve İran Körfezi'nin güneyindeki bütün ülkeleri, ülkecikleri, petro-dolar şeyhlerini içine alan bir Konsey kurulmuştu.. O Konsey, duruma el attı ve çatışmalar -zâhiren- bitti.. Huzursuzluğun nasıl sona erdirileceği üzerinde bu Konsey karar verecekti..  Şimdi, bu Konsey, bu birleşme konusunda ne kadar sözsahibi olacaktır, bu bilinmiyor.. Ama, Amerika, İran Körfezi'ndeki önemli bir deniz üssünü bulundurduğu Bahreyn'i elinden çıkarmayı kolayca kabullenmiyecektir..

Nitekim, aylardan beri, gerek İsrail rejimi ve gerek Amerikan emperyalizmi, İran'a saldıracakları tarih üzerinde, dünya kamuoyuna devamlı, doğru veya yanlış bir takım tarih ve planlar yansıtarak, gündemi sıcak tutmaya çalışmakta ve bu taktikten netice elde etmeyi ummakta..

*

Müslümanlar olarak herbirimiz, müslümanların birlik olmasından, ayrı ayrı olmasının aklen de, şer'an da kabul edilemezliğinden söz ederiz..

Ama, nasıl birlik?

Zorla mı? Yoksa, Allah'ın emrine uygun olduğunu düşünerek, gönül rızasıyla mı?

Sahi, geçmiş asırlarda nasıl birlikte olmuştuk? Gönül rızasıyla ve Allah'ın rızasına uygun hareket etmek iradesiyle mi; yoksa, kuvvetli kılıçların, zer ve zor'un, altın ve güc'ün yaptırımıyla mı?

Bunun cevabını herkes kendi beyninde, kendi muhakeme mantığı ve dünyaya bakışının genel çerçevesi içinde verir..

Bugün karşımıza çıkan Suûdî -Bahreyn Birliği'nin gelecekte, daha yeni iltihaklarla desteklenmesi bile mümkündür.. Unutmayalım ki, son 300 yılın nice güç odaklarından, güç merkezlerinden, güçlü devletlerden, imparatorluklardan, irili-ufaklı nice ülkelerden, devletlerden ve o ülkelerin, devletlerin vazgeçilemez sanılan anlı-şanlı liderlerinden  geriye bir şey kalmadı; ya da, 'Bir varmış-bir yokmuş..'  hikayesi kaldı.. Ortadoğu'da da yarınlarda yeni ve şoke edici gelişmeler olabilir..

Ancak, nasıl olursa olsun, sadece birlik diyorsak, işte size birlik..

Ama, biz böyle fâsid güçlerin birliğini istemiyoruz, müslümanların tepesinde..

Biz, muhakkak ki, müslüman toplumların hür iradeleriyle oluşmuş bir müslüman birliğinin nasıl gerçekleştirileceğinin yolunu, metodunu, imkanlarını düşünmek zorundayız..

 

haksöz