Takvâ, Hayatın Bütün Alanını Kuşatır
Hayat, iman ve sâlih ameldir. Hayat, Allah ve Rasûlü’nün çağırdığı şeydir; yani Allah’ın ve Rasûlünün davet ettiklerine icâbet.[1] Takvâ da, iman ve sâlih amelin ete kemiğe bürünmesi… Demek ki, takvâ, hayatın bütünü ile ilgilidir. Hayatımızın bütününü güzelleştirmeden takvâ sahibi olamayız. Peygamberlerin Temel dâveti takvâyadır. Bütün peygamberler, kavimlerini İslâm’a davetlerinde, temel mesaj olarak onlara takvâyı emretmişlerdir.[2] Çünkü takvâ olmadan Allah’ın hayatta gerçekleşmesini istediği hususlar bütün olarak gerçekleşmeyecek ve Allah da muttaki olmayanlara dinlerini tam yaşamadıkları için yardım etmeyecektir.
Yaratılış gayemiz Allah’a kulluk olduğuna ve kulluğun, ibâdetin bize ulaştıracağı yerin de takvâ olduğuna göre, her alandaki kulluğumuzu güzel ölçüler içinde yerine getirmeden takvâ da gerçekleşmez. Takvâ, bütün mü’minlerin emrolundukları özellik olduğundan,[3] olmazsa da olabilecek bir güzellik olmaktan öte, olmazsa olmaz öneminden dolayı, hayatın bütünü açısından önemlidir. Hayatı güzelleştirecek takvâ, hayatın güzellikleriyle tamamlanacaktır. Hayat ve iman bütün olduğu gibi, takvâ da bütündür. Şirkle, haramlarla takvâ nasıl bir arada bulunamaz ise, dili yalanla, gözü haramla meşgul olanın da kalbi takvâlı olamaz. Kişi bütünüyle ya muttakîdir veya değildir. Bir kimse nafile ibadetlere düşkünlük yönüyle takvâlı, ilmi terk etmesiyle takvâsız değildir; bu kimse bütünüyle takvâdan uzaktır.
Tesbih Çekmekle, Nâfile İbâdetle Takvâ Gerçekleşmez
Takvâ, insanın hem inanç yönünü, hem kulluk görevlerini ve ibadetlerini, sâlih amellerini, ahlâkını, söz, fiil ve davranışlarını ifade eder. Yani, hayatın bütün alanlarını kuşatır. Bu husus, bizi şu yargıya götürür: Bir kimsenin takvâlı olabilmesi için hayatın bütün alanlarında Allah’ı razı edecek inanç içinde ve güzel eylemler peşinde olması şarttır. Yani, çok tesbih çekmekle, gece teheccüd kılmakla, nâfile ibadetleri terk etmemekle; salt bunları ve bunlara benzer şeyleri yapmakla takvâlı olunmaz. Kur’an’da muttakilerin neler yaptığını, yapması gerektiğini gördüğümüzde, söylemek istediğimiz daha kolay anlaşılacaktır. Kur’an’da muttakiler; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe iman eden,[4] gayba iman eden,[5] namazlarını kılan,[6] zekâtlarını veren,[7] Allah yolunda infak eden,[8] Allah yolunda canlarıyla ve mallarıyla cihad eden,[9] Allah için iyilik yapan,[10] geceleri az uyuyup seher vaktinde dua/ibadet ederek Allah’tan af ve mağfiret dileyen,[11] öfkelendikleri zaman öfkelerine sahip olup affedici davranan,[12] söz verdikleri zaman ahitlerini yerine getiren[13], sabır ehli olan,[14] günah işlediklerinde hemen tevbe eden, günahlarında/hatalarında bile bile ısrar etmeyen,[15] dosdoğru ve sâdık olan,[16] Rablerinden korkan ve saygıyla boyun büken,[17] hidayet/kurtuluş üzere olan,[18] âdil olan,[19] dünyada ve ahirette birbirlerinin dostu olan,[20] bütün işlerinin sâlih amel olması için gayret eden ve sâlih ameller işleyen,[21] kalb-i selim sahibi[22] kimselerdir.
Takvâ, İmanın Gereğidir. Gönülde İman/Tevhid Yoksa, Takvâ da Yoktur
Kur’an’da, “Eğer mü’min iseniz Allah’a karşı takvâ sahibi olun”[23] buyurularak takvâ ile iman arasındaki ilişkiye işaret edilmiştir. Takvâ sahibi olmak, imanın gereğidir. Bütün peygamberler ümmetlerinden takvâ sahibi olmalarını istemiştir. Kur’an, takvâ sahibi olan herkes için bir hidayet kitabıdır.[24] Akıl ve vicdan da takvâ sahibi olmayı gerektirir.[25] Orta yaşlı bir gruba ders veriyorum. Konu, tasavvuf düşüncesindeki şirklerden açıldı. Ben de bu tür şirklerden bazı örnekler verdim. Katılımcılardan biri söz isteyerek şöyle dedi: “Hocam, doğru söylüyorsunuz, gerçekten bu anlattığınız şirkler onlarda var; fakat çok takvâlı kimseler.” Bu kimsenin takvânın ne olduğunu hiç bilmediği nasıl ortaya çıkıyor. Takvânın en alt tabakası, şirkten uzaklaşmaktır. Şirk bulunan kalpte hiç takvâ olur mu? Veya takvâ bulunan kalpte hiç şirk bulunur mu? İnancına az da olsa şirk karıştıran, Allah’ın Kur’an’da bahsettiği iman esaslarını yeterli görmeyerek geleneksel veya modern hurafelerden birini de ilave inanç esası olarak benimseyen bir kimsenin takvâ sahibi olma ihtimali olmadığı gibi, Kur’an’da belirtilen iman esaslarından bir tekinde bile şüpheye düşen, tam bir gönül mutmainliği ile tüm esaslara iman etmeyen kişi de takvâ sahibi değildir.
[1] 8/Enfâl, 24
[2] Şuarâ sûresinde Cenâb-ı Hak, Nuh, Hûd, Sâlih, Lût, Şuayb (aleyhimu’s selâm)’ı örnek vererek, bunların aynı ifadelerle “F’ettekullahe ve etıyûn / Allah’tan korkun, takva sahibi olun ve bana itaat edin.” (26/Şuarâ, 108; 110, 126, 131, 144,150, 163, 179, 184) dediklerini haber verir.
[3] 5/Mâide, 11, 57, 88
[4] 2/Bakara, 4, 177
[5] 2/Bakara, 3
[6] 2/Bakara, 3, 177; 6/En’am, 72
[7] 2/Bakara, 177; 51/Zâriyât, 19
[8] 2/Bakara, 3, 177; 3/Âl-i İmrân, 17, 134; 51/Zâriyât, 19; 64/Teğâbün, 16
[9] 9/Tevbe, 44, 123
[10] 9/Tevbe, 44, 123
[11] 3/Âl-i İmrân, 17; 51/Zâriyât, 17-18
[12] 3/Âl-i İmrân, 134
[13] 2/Bakara, 177; 3/Âl-i İmrân, 76; 9/Tevbe, 7
[14] 2/Bakara, 177; 3/Âl-i İmrân, 17, 120, 200
[15] 3/Âl-i İmrân, 17, 135
[16] 2/Bakara, 177; 3/Âl-i İmrân, 17; 9/Tevbe, 7
[17] 3/Âl-i İmrân, 17; 21/Enbiyâ, 49; 50/Kaf, 33
[18] 2/Bakara, 5
[19] 5/Mâide, 8
[20] 43/Zuhrûf, 67
[21] 5/Mâide, 93; 51/Zâriyât, 16; 19/Meryem, 60-61
[22] 50/Kaf, 33
[23] 5/Mâide, 11, 57, 88
[24] 2/Bakara, 2; 3/Âl-i İmrân, 138; 5/Mâide, 46
[25] 65/Talâk,10