Takvâ, Dışta Değil; İçtedir. İçin Dışa Yansımasındadır
Nefse/kalbe takvâyı Allah ilham eder.[1] Hz. Peygamber “Allahım, nefsime/kalbime takvâsını ver!” diye dua etmiştir.[2] Kalpteki takvâdan maksat iman, yakîn, samimiyet ve Allah’a duyulan saygıdır. O yüzden; takvâ, sakalın uzunluğunda, paçanın kısalığında, sarıkta ve cübbede değil; kalptedir. Onları, bırakın takvâsız kimse, imansız kişi bile üstüne geçirebilir.
“Allah sizin sûretlerinize ve kalıplarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar. -Eliyle göğsünü işaret ederek- Takvâ buradadır…”[3] “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca dalâlette olan, sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.”[4] Nemelâzımcılık, vurdumduymazlık değildir istenen. Kendine gelmek, kendine bakmak, kendini düzeltmek, kendini kurtarmaktır öncelikli olan. Hizmeti putlaştırmanın alternatifi, hizmeti ihmal değildir. Neyin hizmet olduğu, bunun nasıl yapılması gerektiğinin ilkeleri kulluğun kılavuzu olan Kur’an’da belirtilmiş, yüce kul Rasûlullah tarafından hayata geçirilmiştir. Temel referans; Ankara, Washington, Danimarka kriterleri değil; mutluluk çağının Mekke ve Medine ölçüleridir. Kişi, tevhidî imanın zarûri gereği olan sâlih amellerle kendini ve çevresini ıslah gayretini hayat boyu sürdürme çabası içindeyse, başkalarının yoldan sapması ondan sorulmaz ve ona zarar vermez. Kulluk/ibâdet, iki cihanda kurtuluşumuz için temel esas. Başkalarını kurtarma iddiasıyla kendi kurtuluşunu riske atan insanlar bilmeli ki, bu yol akıllılık değildir.[5] Başkalarını kurtarmaya çalışmadan da kurtulmak mümkün değil.[6]
“Ey iman edenler, Allah’tan korkun, takvâ sahibi olun…”[7] Takvâ sahibi olmak için, öncelikle gerçek iman sahibi olun. Sadece sözde değil, özde de imana ulaşın. “Ey iman edenler iman edin…”[8] İmanın hakkını verin, nasıl iman edilmesi gerekiyorsa öyle iman edin. Sadece sözde değil; özde de, davranışta da teslimiyet gösterin. Bütün organlarınıza iman ettirip onları Allah’a teslim olan müslüman yapın. İmanınızı itaatle ispatlayın. Mü’minlerin geçirileceği sınavlara hazır olun. Ve imanda sebat edin. “Ey iman edenler! Allah’tan O’na yaraşır şekilde, hakkıyla, nasıl korkulması gerekiyorsa öyle korkun, hakkıyla takvâ sahibi olun ve ancak müslümanlar olarak can verin.”[9] Müslüman olarak ölmek istiyorsak, takvâ sahibi olmak ve bütün hayatımız boyunca muttakî olarak yaşamaya ve bu vasfımızı yitirmemeye gayret etmek zorundayız.
Kimler Takvâ Sahibi Değildir?
Nasıl Takvâlı Olunmaz?
İslâm, kolaylık ve fıtrat dinidir. İnsan fıtratının sesini dinlediğinde Allah’a kulluk yapmanın gerekli olduğunu anlayacak ve eğer fıtratı bozulmamış ise, o kulluğun tadına da varacaktır. Fıtratı ile vahyi buluşturduğunda ise, Allah’a kulluğun nasıl olması gerektiğini öğrenecek ve uygulama için Allah’a teslimiyet gösterecektir. İslâm dışı düzenler ve câhiliye toplumu, fıtratı bozuyor ve Allah’la vahiyle bağları koparıyor. Fıtrata müdahale sayılan cahiliye yaşayışı, insanı insanlıktan çıkarıyor ve takvânın tam tersine yönlendiriyor. Fıtrat ve vahiyden uzak insan kaliteli bir şahıs olamaz, takvâ yoluna yönelemez.
Geleneksel ve modern putları, tâğutları, tâğutî düzenleri, tâğûtî kurumları, kanunları, âdetleri reddetmeden, çağdaş ideolojilerden bağlarımızı tümüyle koparmadan takvâ sahibi olmak mümkün değildir. Geleneksel ve modern hurafeleri terk etmeden, bizi Allah’tan uzaklaştıracak felsefî akımlardan berî olmadan takvâlı olunmaz. İsrail, Amerika ve Avrupa’da yaşayanlar başta olmak üzere yahudi ve hıristiyanları, ateist ve ataistleri, kapitalist ve komünistleri, Kemalist ve laikleri dost kabul ederek muttakî olunamaz. Siyasi alanda olsun, ibâdetle ilgili alanda olsun yarı tanrılar, Allah’a ait özelliklere sahip olduğu kabul edilen varlıkları tümüyle inkâr etmedan, hâkimiyeti sadece Allah’a vermeden, Kur’an ve sahih sünnette yer almayan ibadet biçimlerinden, yani bid’atlerden arınmadan takvâya ulaşmak, muttakî olmak mümkün değildir. Bunları terk etmediği müddetçe geceleri tümüyle kaim, gündüzleri tümüyle sâim olsa da, beline kadar sakalı, kefenine benzeyen sarığı olsa da sadece miş gibi yapmış, takvâlı imiş gibi görüntü vermiş olur.
Bazıları “kalbimiz temiz, gönlümüz takvâ ile dolu” diyerek kendilerini aldatmaktadır. Hayatlarına, dinlerine göre yön vermek yerine, hayatın içinde buldukları şeyleri kendileri için din haline getiriyorlar. İslâm adına rasyonalizmi, İslâm adına veya İslâm’ı savunur gibi demokrasiyi, Kemalizmi, laikliği, sağcılık veya solculuğu, muhafazakârlığı, liberalliği, İslâm dışı devleti, devletin gayri İslâmî kutsallarını yüceltmeyi terk etmeden, sadece Allah’ı tek büyük, en büyük kabul etmeden muttakî olmak mümkün değildir. Irkçılığı terk etmeden, haksız tekfircilik gibi kul hakkının en büyüğünü çiğnemeyi bırakmadan muttakî olunamaz. Dini devletle, ulusalcılıkla, şahsî kanaatlerle, lider ve cemaatiyle, örgütüyle, moda ideolojilerle sentez yapmak… bütün bunlar, varsa takvâyı kemiren, yoksa onun yolunu tıkayan sapmalardır.
Küfür ve Şirkten Arınmadan Takvâlı Olunmaz
Kalp; küfürden, şikaktan, münafıklık hallerinden, kirlerinden arınmadıkça sağlığını (selim vasfını) kazanamaz. Rasûlullah şöyle buyurur: “Kul, bir hata işlediğinde kalbinde bir siyah nokta (mikrop) oluşur. Şâyet o kimse, nefsini o günahtan çekip çıkartır, tevbe eder ve Allah'tan mağfiret dilerse kalbi cilalanıp temizlenir. Şâyet tekrar o hataya (günaha) dönerse, o leke büyür; öyle ki, tüm kalbini istila eder. İşte bu “rân”dır. Allah, bununla neyin kasdolduğunu Mutaffifin sûresinde zikretmiştir. “Kellâ bel râne alâ kulûbihim mâ kânû yeksibûn / Hayır (onların sandıkları gibi değil), onların kazandıkları günahlar, kalplerini paslandırıp karartmıştır.” âyetinde buyurduğu “rân”dır.”[10]
[1] 91/Şems, 8
[2] Müslim, Zikir 73; Nesâî, İstiâze 13
[3] Buhârî, Nikâh, 45; Edeb, 57- 58; Feraiz, 2; Müslim, Birr, 28-34
[4] 5/Mâide, 105
[5] Bkz. 2/Bakara, 44
[6] Bkz. 103/Asr, 1-3
[7] 2/Bakara, 278; 5/Mâide, 35; 9/Tevbe, 119…
[8] 4/Nisâ, 136
[9] 3/Âl-i İmrân, 102
[10] Ahmed b. Hanbel, Tirmizî, Nesai, İbn Mâce -83/Mutaffifin, 14-