Geçim Sıkıntısının Fazlaca Hissedilmesi de, Yine Takvâ Yokluğundandır
“O ülkelerin halkı iman edip ittika etselerdi (günahtan sakınsalardı), elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket (bolluk) kapıları açardık; fakat yalanladılar, Biz de yaptıkları yüzünden onları yakalayıverdik.”[1] Yani, kent halkı Allah'a iman edip O'nun haram kılarak yasakladıklarından kaçınırsa, yağmur ve bitki vererek yerden ve gökten bereket kapılarını açarız. Fakat peygamberlerini yalanlayınca, küfür ve masiyetlerinin bir cezası olarak, Allah onları kuraklık ve kıtlıkla yakalayıp cezalandırdı. “Eğer ehl-i kitap iman edip takvâ sahibi olsalardı (kötülüklerden sakınsalardı), elbette onların kötülüklerini örter ve onları nimetlerle donatılmış cennetlere sokardık. Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rablerinden kendilerine indirileni (Kur'an'ı) doğru dürüst uygulasalardı, şüphesiz hem üstlerinden, hem de ayaklarının altından (sayısız nimetleri) yerlerdi (yeraltı ve yerüstü zenginliklerden istifâde ederek refah içinde yaşarlardı). Onlardan aşırılığa kaçmayan (mu'tedil) bir zümre vardır; fakat çoğunun yaptıkları ne kötüdür!“[2] Dini uygulamak, takvâ sahibi olmak; medenî ve iktisadî bakımdan toplumları geri bırakmak şöyle dursun, refah ve mutluluğun zirvesine çıkarır. Dini bırakıp menfaat felsefesine göre hareket edenler, zayıfları, başka ulusları sömürme yoluna gittikleri için gerilik, sefalet, savaş ve kargaşalara sebep olmaktadırlar. Allah'ın hâkimiyetine boyun eğildiği takdirde yeryüzünde hiçbir kimse zerrece zulme uğramayacak, herkes hakkını alacak, zenginlik, bolluk ve refahı meşru yollarda arayacak ve işte o zaman gökten nimetler yağacak, bolluk ve bereket olacak, yerden de zenginlikler fışkıracaktır.
Dünyada, Güzel Davranmanın Karşılığı Olarak Allah’tan Bazı Ödüller Almayan Kimse de Muttaki Sayılmaz
Hem dünyada güzel davranmanın karşılığı olan ödülü alan, hem de âhirette büyük ödüllere sahip olacak olanlar takvâ sahipleridir. [3]
“...Güzel davrananların ecrini, mükâfatını zâyi etmeyiz. İman edip de ittika edenler (kötülüklerden sakınanlar) için elbette âhiret mükâfatı daha hayırlıdır.” [4] Yani, Allah imanla takvâyı birleştiren muhsin (güzel davranan) kullarının ecrini verir. Onlara dünyada ve âhirette ödüller verir. Âhiret ecri onlar için daha hayırlıdır; çünkü devamlıdır. Dünya ecri/ödülü ise geçicidir. Mü'min, yaptığı güzel işlerin dünya ve âhirette sevabına nâil olurken; kâfire dünyevî karşılığı önceden verilir, âhirette ise artık onun bir payı olmaz.
“Vay o inkâr edenlerin ateşteki haline! Yoksa Biz, iman edip de sâlih işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? Yoksa muttakîleri (Allah'tan korkup sakınanları) fâcirler (yoldan çıkanlar) gibi mi tutacağız?” [5]
Yaptığı her işi güzel yapan, Allah’a karşı da ihsanla muâmele edip O’nu görür gibi güzel ibadet eden, insanlara iyilik ve hayır yapan kimse, ancak müttakî vasfına sahip olur.[6]
Kurtuluşa Eremeyen, Kurtulamayan, Üzüntüden Uzak Yaşamayanlar da Muttakî Sayılmazlar
“Allah, takvâ sahiplerini kurtuluşa erdirir. Onlara hiçbir kötülük dokunmaz ve onlar üzülmezler.” [7]
İlim Sahibi Olmaya Çalışmadan Takvâ Olmaz
İbâdet, ilimsiz olmaz. Bir hadis-i şerif şöyledir: “Dinde bilerek Allah'a ibâdet etmekten daha üstün bir şey yoktur.”[8] Okumadan, ilim sahibi olmaya çalışmadan muttakî olunmaz. “Allah’tan, kulları içinden ancak âlim olanlar korkar, derin saygı duyar…”[9] O yüzden takvâ sahibi olanlarla[10] birlikte, insanların en faziletlisi ilim sahipleri [11] ve cihad edenlerdir.[12]
Mâlâyaniyi (Faydası Olmayan Şeyleri) Terk Etmeden Takvâlı Olunmaz
Kişiyi ilgilendirmeyen, gereksiz, faydasız şeyi (mâlâyâni) terk etmek takvâdandır: “Kişinin mâlâyâniyi (kendisini ilgilendirmeyen faydasız şeyi) terketmesi, güzel müslüman olduğunun (müttakîliğinin) kanıtıdır.”[13]; “Allah'a ve âhiret gününe iman eden, ya hayır konuşsun veya sussun.”[14] Bırakın günah olan yalan, gıybet, çirkin söz gibi ifâdeleri; boş ve faydasız bile konuşmaz takvâ sahibi olmak isteyen. Bir araştırmaya göre, günlük konuşmaların % 85'i, söylenmese de olabilecek olan gereksiz sözlerden oluşuyor. İnsanî özellikler yerine; geyik muhabbetleri ile meşgul olmaya devam edersek takvâya ulaşamayız. Boş söz yerine; zikir, istiğfar, Kur'an tilaveti ile dilimizi ve gönlümüzü süslemeliyiz. Hatta dünyevî bir işle meşgul olurken bile dilimizden şükrü ve zikri, gönlümüzden fikri terk etmemeliyiz, ki takvâya ulaşalım.
Emr-i Bi’l Ma'ruf ve Nehy-i Ani’l Münker Görevini İhmal Eden Kimse de Takvâya Ulaşamaz.
Dinin temeli olan farzlardan biri olan ma'rûfu emir ve münkerden nehiy her müslümana düşen görevlerdendir. Alllah, peygamberleri bu prensibin tahakkuku için göndermiştir. Bunun ihmal edilmesi halinde peygamberlik müessesesinin anlamını kaybedeceği, dinin ortadan kalkacağı, fesat ve anarşinin yayılacağı, ülkelerin harap olacağı mukadderdir.
"Öyle bir fitneden sakının ki, o, içinizden sâdece zulmedenlere erişmekle kalmaz (geneli kapsar ve herkesi perişan eder). Bilin ki, Allah'ın azâbı şiddetlidir."[15]
“Sizden her kim bir münker (kötülük veya çirkin bir şey) görürse onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmezse kalbiyle değiştirsin (buğzetsin, onu hoş görmeyip kabullenmesin) ki, bu da imanın en zayıf derecesidir.”[16]
“İsrâiloğullarından kâfir olanlar, Dâvud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, söz dinlememeleri ve sınırı aşmalarıdır. Onlar, işledikleri münkerden/kötülükten, birbirini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Andolsun, yaptıkları ne kötüdür!”[17]
“Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki ya iyilikleri emreder, kötülüklerden sakındırırsınız ya da Allah size yakında üzerinize bir belâ gönderir de sonra Allah’a duâ edersiniz de duânız kabul edilmez.”[18]
Kalbi yumuşatıp takvâya müsait hale getirmek için; akraba, dost, fakir, hasta ve kabir ziyaretleri en verimli ilaçlardır. Mâlâyaniyi terk, az yemek, az konuşmak, gülmeyi azaltmak ve Allah korkusundan dolayı ağlamayı çoğaltmak da, takvâ zirvelerine tırmanırken müttakînin yardımcılarıdır.
Günümüz insanı, “nasıl takvâlı olunmaz” sorusuna yaşayışıyla öyle cevaplar veriyor ki, takvâdan uzak yaşayış konusunda ciddi örnek teşkil ediyor. Kur’an’la irtibatı yok denilecek kadar olduğu halde; elinden cep telefonu düşmüyor. Kitap okumaya vakit bulamıyor, ama her gün televizyon karşısında saatler geçiriliyor. İlme ve tebliğe vakit ayıramıyor, ama facebookta önüne gelene laf yetiştiriyor. Allah’a itaatte çok ihmalleri oluyor, ama vergisini veriyor, çocuğu okulda saygı duruşunu ihmal etmiyor. Allah’a saygıda kusuru oluyor, ama vatan, bayrak, demokrasi denilince hazırola geçiyor. Uzun lafın kısası; takvâ yaşayışından uzak nasıl yaşanır, en güzel cevaplar, model tavırlar bizim insanımızda mevcut. Hocaların, dâvetçilerin çoğu da, hurâfeleri din edinmiş, onları öne çıkarıp, Kur’an hakikatlerini te’vil etmeye çalışıyor. Onlar da muttakî olmamak için yollar buluyor.
Günümüz ortamı, sokağı, çarşısı,iş hayatı, hatta cemaatler, dernek ve vakıflar takvâya doğru giden yolları tıkıyor. İnsan da mücadele etmeden, bedel ödemeden takvâ sahibi olmak istiyor. Sadece yozlaşıyor. Hatta miş gibi yaparak takvâlı rolü oynuyor. Düzenin, televizyonun, akıllı denilen akıl çelen telefonların takvâya giden yolları tümüyle kapattığı bir vâkıa. Ama, müslüman olduğunu iddia eden günümüz insanının da takvâya giden engelleri kaldırmak için hiçbir gayret göstermediği, ayrı bir vâkıadır. Kurtuluş, fıtrata dönmek, fıtratla vahyi buluşturmak, bu ikisiyle yaşayış arasındaki bağı yeniden oluşturmaktır. Takvânın yolunu açacağını ümit ettiğimiz Kur’an nesline selâm olsun!
[1] 7/A'râf, 96
[2] 5/Mâide, 65-66
[3] 12/Yûsuf, 56-57
[4] 12/Yûsuf, 56-57
[5] 38/Sâd, 27-28
[6] 51/Zâriyât, 15-16
[7] 39/Zümer, 61
[8] Beyhakî
[9] 35/Fâtır, 28
[10] 49/Hucurât, 13
[11] 39/Zümer, 9
[12] 4/Nisâ, 95
[13] Tirmizî, Zühd 11, İbn Mâce, Fiten 12
[14] Tirmizî, Kıyamet 51, (2502
[15] 8/Enfâl, 25
[16] Müslim, İman 78; Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, İman 17; İbn Mâce, Fiten 20
[17] 5/Maide, 78-79
[18] Tirmizi, Fiten 9