Nasrallah, İmam Humeyni'yi Anlatıyor...

Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrullah, rıhletinin 22. yıldönümünde İmam Humeyni'yi anlattı.

Euzubillahimineşşeytanirracim. Bismillahirrahmanirrahim. Hamd âlemlerin rabbi Allah'a, salât ve selam efendimiz ve peygamberlerin sonuncusu Ebu Kasım Muhammed Bin Abdullah'a, onun temiz ve pak ehline, seçilmiş ashabına ve bütün peygamberlere olsun. Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve berakatuhu.

Her yıl böyle kutlu bir günde İmam'ın yıldönümünü kutluyoruz. Geçtiğimiz senelerde sizin hizmetinizde olmayı kabul ettiğimde imamın güçlü kişiliğini, düşüncesinin büyüklüğünü, temiz ve güçlü ruhunu ortaya çıkaran başarılarını, hayatını ve yaptıklarının bir kısmını ele alıyordum.

Bugün de devrimlerin olduğu, anayasal başarıların kaydedildiği, kaderlerin ve ülkelerin yeniden şekillendirildiği bir zamanda İmam'ın düşüncesinden, yaşamından ve fedakârlığından ilham almak, onunla hidayet bulmak için ve büyük şahsiyetinin yeni yönlerini öğrenmek için İmam Humeyni'nin karşısındayız.

İmam'ın başarıları bağlamında daha önce değerler manzumesinin ihyası, direniş ve cihat kavramından bahsetmiştik. Bugün devletin kurulmasından bahsedeceğim. İmam'ın İran'da, diktatör, Amerika'nın casusu ve despot şah rejimini deviren ve bu rejimin kökünden sökülüp atılmasına sebep olan tam bir devrime imza attığı bilinmektedir.

Bu tam bir başarıdır, ama İmam'ın en tehlikeli ve önemli başarısı şah rejimine alternatif bir rejimin ve devletin kurulması ve bunun sonucunda Amerika'nın alıştığı ve İran'da geçmişi olan –Musaddık'ın Şaha karşı kazanmış olduğu devrimde olduğu gibi- karşı devrimlerin devre dışı bırakılmasıdır. Şah gitti ama Amerika'nın karşı devrimi onu tankların üstünde geri getirdi.

İmamla birlikte tam bir devrim başarısı kazanıldı, devletin kurulması en tehlikeli ve en önemli başarı, en tehlikeli ve en önemli kafa tutuştu. İmam ve onunla birlikte halk, halkın iradesine ve görüşüne dayanan, bu halkın medeniyetini, kültürünü ve dinini baz alan yeni bir rejimin inşaasıyla karşı karşıyaydı. Ve bu rejimin krizleri çözme, hedefleri gerçekleştirme ve devrimin gerçekleştiği zamandan bu güne kadar bir gün bile kesilmeyen tehditler ve meydan okumalar karşısında direnme gücü vardır.

Burada İmam'ın performansından bahsedeceğim. Adı İran İslam Cumhuriyeti olsa da devletten bahsederken Veliyyi Fakih kelimesini kulanmak istiyorum. Daha sonra zikredeceğim bir sebepten ötürü kasıtlı olarak Veliyyi Fakih'in devleti kelimesini kullanmak istiyorum.

İmam'ın rejim, onun geleceği, omurgası hakkında bir görüşü vardı. Bu görüşünü 40 sene önce yazdığı bir kitapta değerlendirmişti. Ama İmam görüşünü insanlara dayatmadı, insanları yeni rejimin kimliği hakkında referanduma çağırdı. Anayasadan bahsetmeden önce rejimin kimliğinden bahsedeceğim. Bütün mezhebleri ve bütün eğilimleriyle İran halkına sorulan soru istediğiniz rejimin kimliği ve yapısı nedir? idi. İran'da babadan oğula geçen despot bir krallık vardı. Buna benzer bir rejim mi istiyorsunuz? Kralı kralla mı değiştirelim? Yoksa şimdi bazı ülkelerde olduğu gibi anayasal bir krallık rejimi mi istiyorsunuz? Yoksa cumhuriyet rejimi mi istiyorsunuz? Cumhuriyet rejimi istiyorsanız, bu rejimin akidevi bir kimliği olsun mu istiyorsunuz yoksa siyasi ulusal bir kimliğinin olması yeterli mi? Medeni, kültürel ve fikri bir kimlik? Bu rejimin kimliği ne olacak? Bu soruya cevap vermek için referandum tarihini belirledi.

Devrime katılan bütün ekoller insanların ortasında, üniversitelerde, camilerde, Hüseyniyelerde, salonlarda, konferanslarda ve gösterilerde görüşlerini ifade ettiler. Herkes konuştu, herkes araştırma yaptı, herkes gazetelerde yazdı, herkese görüşlerini ifade etme ve İran halkını ikna etmeleri için delillerini sunma fırsatı verildi. Sonra referandum yapıldı ve İran halkının kahir çoğunluğu buna katıldı ve son sözünü söyledi: İslam Cumhuriyetine evet. O halde bu rejimi halk seçti, Veliyyi Fakih bunu dayatmadı.

İşte biz de tam buradan yani halkın, çoğunluğun iradesiyle rejimin kimliğini belirlediği noktadan başlamak istiyoruz. Halk iradesini ortaya koydu ve İmam da destekledi. Bu rejim iki temel üzerine kuruludur. Birincisi: Cumhuriyet, cumhuriyet rejimi. Yani İran'daki siyasi otorite makamlarının tamamı ister cumhurbaşkanı, parlamentodaki vekiller ya da belediye meclisleri seçimlerinde olduğu gibi doğrudan isterse Veliyi Fakih'i seçmekle görevli uzman ve fakihlerin seçiminde olduğu gibi dolaylı olsun halkın seçimiyle iş başı yapar. Yaygın olanın aksine İran'da halkın seçiminin dışında temel bir otorite yoktur. Temel taşlardan birincisi cumhuriyet rejimiydi ikincisi de değerler, direktifler ve zaman ile mekân unsurunu dikkate alan fıkhi, fikri içtihat kanalıyla çağın gelişmelerini ve aşamanın ihtiyaçlarını takip edebilen İslam hükümleri üzerine kurulu İslami rejimdir. İran ise büyük düşünür, yüce fakih ve uzman müçtehitlerin beşiğidir.

Yeni rejimin bu kimliğinden hareketle Veliyyi Fakih İmam Humeyni bu yeni rejimin köklü ve değişmez bir anayasası olmasını istedi ve İran'da İslam cumhuriyeti anayasasını oluşturmak için uzmanlar meclisinin seçilmesi çağrısında bulundu. Uzmanlar meclisini İran'da halk seçer.

Halk Anayasayı Koruma Konseyi için temsilcileri seçti ve anayasasını hazırladı, uzmanlar meclisi toplandı ve uzun uzun görüşmeler yaptılar. Bu meclis fakih, âlim, hukukçu, siyasetçi ve çeşitli kesimlerden seçkinlerden oluşuyordu, tayinle değil seçimle gelmişti.

Veliyyi Fakih -liderlerin anayasa hazırlamak istedikleri pekçok ülkede yaptıkları gibi- anayasa taslağını hazırlayacak bir meclis tayin etmedi. Bu meclisi halk seçti, bütün tartışmalar açık ve İran halkının gözünün önünde yapıldı. Anayasa taslağının hazırlanmasından sonra Veliyyi Fakih insanlara temsilcileriniz bu taslağı hazırladı, onu onaylar ve Allah'a tevekkül ettik diyebilirdi. Ama o böyle yapmadı, anayasayı yeni bir halk referandumuna gönderdi, İran halkı ezici çoğunluğuyla ve kendi iradesiyle halen uygulamada olan İran anayasasını onaylamak için oy kullandı.

Böylelikle hem rejimimiz hem de anayasamız oldu. Ama rejimin kimliği ve rejimin anayasası halkın iradesini ifade ediyordu. Burada Veliyyi Fakih'in rolü sadece yol göstericilikti, seçim sandıklarına gidinceye dek iradesini ve görüşünü dayatmadı. Ben fakihim İslam cumhuriyeti ya da anayasa için oy veriyorum demedi, herhangi bir vatandaş gibi anayasa ve İslam cumhuriyeti için oy veriyorum dedi.

Uygulama aşamasına geçtik: Başkanlık seçimleri vaktinde yapılıyor, parlamento seçimleri vaktinde yapılıyor, uzmanlar meclisi seçimleri vaktinde yapılıyor, belediye meclisleri zamanında yapılıyor, İran'da bu rejimin ömrü 32 yıldır. Şu ana kadar ulusal düzeyde 31 halk seçimi yapıldı. Birkaç ay içerisinde parlamento seçimleri yapılacak. O zaman 32 seçim yapılmış olacak. Gelecek sene rejimin ömrü 33 yıl olacak ve yeni cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak.

Veliyyi Fakih'in devleti budur. Gerçek seçimlerin devleti" Bu seçimler dünyada seçimler tarihinde benzeri olmayan kitlelerin katılımıyla yapılıyordu. Hatta katılım oranı dünyadaki en önemli ve en eski demokrasilerdeki katılım oranını geçiyordu. Son başkanlık seçimlerine 40 milyon İranlı katıldı.

Aynı şekilde Veliyyi Fakih'in devleti gerçek kanun devletidir, seçilmiş parlamento gece gündüz çalışır. Yasama sorunları yaşamamak için parlamento yasama yapmaz. Parlamentonun görevi insanların, halkın ve ülkenin ihtiyaçlarını ve sorunlarını çözen İslami hükümlerle uyumlu kanunların taslağını hazırlamaktır. Bu kanunlar onaylanması için Anayasayı Koruma Konseyi'ne gönderilir. Onun işi ayrıntılara karışmak değildir. O sadece bir şeye cevap verir; o da bu kanunların anayasayla uyumlu olup olmadıkları, İslam şeriatına aykırı olup olmadığıdır. Aykırı olması durumunda uygun görülen değişikliklerin yapılması için parlamentoya geri gönderilir. Anayasayı Koruma Konseyi bu değişiklikleri dayatmaz. Bütün bu hareketlilik içinde işler tabi seyrinde devam eder.

Meclis kanuna boyun eğer, Anayasayı Koruma Konseyi de kanuna boyun eğer, yürütme organı, yargı organı ve Veliyyi Fakih de anayasayla ve kanunla yükümlüdür, bunların uygulanmasından sorumludur ve bunlara uymayı emreder. O halde Veliyyi Fakih'in devleti gerçek kanun devletidir ve gerçek kurumlar devletidir.

İran'da ülkeyi yöneten, ülkeye hükmeden, programlar belirleyen, politikalar geliştiren tek kişi, bunu uygulayanlar da halk değildir. İran'da kanun koyan bir otorite, gerçek kanun koyan bir otorite, cumhurbaşkanının başkanlığında gerçek bir yürütme makamı, güçlü, girişimci ve bağımsız bir yargı makamı vardır ve otoriterler arasında gerçek bir ayrım vardır. Her bir otorite sınırlarını, yetki alanını, görevlerini bilir ve ona göre çalışır.

Yol gösterici Veliyyi Fakih sınırlarını aşmasını engeller, koordineye ihtiyacı olduğunda koordine eder, yönlendirme yapar ama müdahalede bulunmaz, ne kanun koyar, ne de kanunun uygulanmasına ve yargı hükümlerine karışır, o sadece danışmanlık yapar.

Veliyyi Fakih'in devletinde otorite bir kişinin değil kanun ve anayasa çerçevesinde çalışan kurumlarındır. Veliyyi Fakih'in devletinde herkes yargı makamlarının önünde muhasabe ve gözetim altındadır, hatta Veliyyi Fakih bile başkalarının haklarını çiğneme ya da kişisel bir davranış söz konusu olduğunda yargı karşısında sorumludur. Mürşid ve Veliyyi Fakih salahiyetinin ya da yönetimi üstlenme şartlarından birinin düşmesine sebebiyet verecek bir suç işledikleri zaman onları sorgulayacak, yargılayacak ve azledecek Uzmanlar Meclisi'nin karşısında sorumludur. Veliyyi Fakih devletinin bazı yönleri bunlardır, bu konuda daha fazla konuşmayacağım çünkü Lübnan'la ilgili söyleyecek sözlerim var.

Veliyyi Fakih'in devleti dediğimizde bu yönlerden biri, piramitin başında belirli özelliklerin kendisinde bulunduğu bir kişinin olmasıdır. Bu makamı herhangi bir insan dolduramaz, buraya gelenin fakih, müçtehit ve âlim olması gerekir. Burada cübbeden değil ilimden bahsediyoruz. Fakih, müçtehit ve âlim olması bugünkü terminolojide birinci dereceden bir kanun adamı, hukukta fikir sahibi olması, hukuk profesörlerine sormaması, kendisinin görüş sahibi olması ve müçtehit olması anlamına geliyor.

İkinci olarak adil olması, bu da şahsi ve genel davranışlarında kanuna ve rejimin kimliğine şiddetle bağlı olması anlamına geliyor.

Üçüncü olarak hükmetli, işleri çekip çeviren, idare eden, cesur, yöneticilik kapasitesi olan bir kişi olması. Herhangi bir ülkenin başkanının birinci dereceden bir kanun adamı, kanuna en çok bağlı olan kişi, hikmetli, cesur, işleri çekip çeviren bir kişi olması rejim ve yönettiği halk için bir övünç kaynağıdır.

Piramitin başında bu türden bir kişinin olduğu bir rejim düşünün. Bugün Arap rejimlerinin skandalları, bu adamların kendileri, eşleri, çocukları, damatları, kayınvalideleri ve akrabaları için 70 milyar, 50 milyar, 30 milyar ve 100 milyar bıraktıklarını gösteriyor. Neden? Çünkü ortada kanun devleti, kurum devleti, denetim ya da yargı yok. Mutlak bir liderlik var. Ama İmam Humeyni'nin nesi vardı, eşine ve çocuklarına ne bıraktı? Hepiniz biliyorsunuz ki; hiçbir şey.

Şimdi İmam Hamanei'nin nesi var? Nasıl yaşıyor? Aldığı maaş ne kadar? Bu bir modeldir. Bu nedenle bu rejimin ve böyle bir devletin ışığında İran halkı bütün tehlikelerin, meydan okumaların ve savaşların önünde direndi, büyük bölgesel bir güce dönüştü, egemenliğini ve bağımsızlığını muhafaza etti, fikri, kültürel, ekonomik, sosyal, güvenlik, askeri ve bilimsel alanlarda ilerledi. Bir süre önce uluslar arası bir kurum bir rapor çıkardı, raporda İran'da bilimsel gelişmenin uluslar arası ortalamanın 2, 3 ya da 4 derece üstünde olduğunu söylüyor. Bu rapor İran'daki bilimsel ilerlemenin uluslar arası ortalamanın 250 katı olduğunu söylüyor. İşte Veliyyi Fakih'in devleti budur.

Ben bu cümleyi söylemekte tereddüt ediyordum. Ama söyliyeceğim: Evet Veliyyi Fakih'in devletinde "Star Academy" programı yok, çünkü bu devletin gençleri matematik, fizik, kimya ve tıp alanında yarışmalara katılıyor ve altın madalyalar kazanıyorlar. Bu kısmı Veliyyi Fakih'in devletinin bazı yönleriyle bağlantılı olan bir şeyle bitirmek istiyorum. Şunu da söylemek istiyorum: Bu rejimdeki güç noktalarından biri onun her zaman gelişmeye hazır oluşu ve meydana gelen sorunları çözmek için anayasal mekanizmaları bulmasıdır. Bu bir ayıp değildir. Gelişmiş, modern, sorumlu ve istekli her devlet 10, 20, 40 sene içerisinde gelir ve değerlendirme yapar, özel anayasayı kökünden söküp atmaz. Hayır. Çözümü olmayan sorunlar varsa gider ve çözümler üzerinde tartışır, anayasal mekanizmalara ihtiyaç duyar ve anayasal mekanizmalar üretir.

İran'da bu yürütme organında sorun olduğu keşfedildiğinde gerçekleştirildi. Çünkü cumhurbaşkanı, başbakan ve hükümet başkanı vardı. Anayasayı değiştirdiler ve cumhurbaşkanı hükümet başkanı oldu, konuyu basitleştirdiler.

Yargı organında da tecrübe sonucunda reforma gittiler. Ama bu anayasal değişikliği gerektirdiği için yeniden İran halkını referanduma çağırdılar. Hükümet, bakanlar kurulu ve Anayasayı Koruma Konseyi arasında bazı kanunlarda sorunlar oluyordu. Anlaşmazlık olduğunda Veliyyi Fakih çözer diyorlardı ama o bunu bile yapmadı. Onlara: "Hayır, bir kurum kuracağız ve bu kurum, bakanlar kurulu anayasayı koruma konseyi ve yürütme organı arasındaki sorunları çözecek" dedi. Bu Maslahat Konseyi'dir. Yönetimde sorunların çözülmesi, İmam Humeyni ya da İmam Hamanei kadar büyük insanlar üzerinde bile olsa kişi üzerindeki yükün hafifletilmesinde kurumun öneminin nasıl vurgulandığına bakın.

Lübnan'la ilgili konuya buradan girmek istedim. Ama başlangıçta yaptığım uyarıyı unutmadan tekrar hatırlatalım: İran'da devletin adı Veliyyi Fakih devleti değil İslam Cumhuriyeti'dir. Velayeti Fakihlik bu rejimin temel direklerinden olsa da adı değildir. Ben bu terimin tekrarlanmasında ısrar ettim çünkü son senelerde bu rejimin, bu ümmete, onun medeniyetine, kültürüne ve güç unsurlarına ait olan herşeyin düşürülmesi için uluslar arası, fikri, kültürel ve basın alanında çaba sarf ediliyor. Cihat ve cihat değerlerinin sadece basında değil uygulamada da düşürülmesine, şehadet kavramı ve şehadetin manasının düşürülmesine, direniş kavramı ve teriminin düşürülmesine, ümmet kavramı ve teriminin düşürülmesine ve bu cümleden olarak İran'daki İslami rejimin gücünün temelini oluşturan manalar, terimler, kavramlar ve teorilerin yani Velayeti Fakihliğin düşürülmesine çalışılıyor. Velayeti fakihlik dendiği zaman bunu diktatör, despot, hegemonyal, insanları orta çağa geri döndürmek isteyen, onların ihtiyaçlarından anlamayan, gelişime açık olmayan, katılıma alan bırakmayan bir rejimmiş gibi göstermeye çalışıyorlar. Bunların hepsi yalan ve aldatmacadır. İnsanlar gerçeği öğrenmeye ve onu araştırmaya çağrılmaktadır.

Buradan Lübnan konusuna giriyorum. Bizler Lübnan'da devlet istiyoruz ve devlet projesini destekliyoruz. Bu ilkeden hareketle Lübnan'daki herkesin –kim olursa olsun- devleti isteyeceğine inanıyorum. Yani 8 Mart 14 Mart arasında düğümlenen hikâyeyi bir kenara bırakın. Bunlar onlar devlet istemiyor diyor berikiler de bunlar devlet istemiyor diyor. Hayır, ben şahsi olarak herkesin Lübnan'da devlet ve devlet projesi istediğine inanıyorum. Tabi devletin nasıl olacağı ve mahiyeti konusunda anlaşmazlıklar oluyor. Bu ayrı bir araştırma konusu. Ben temel prensipten bahsediyorum. Herkes Lübnan'da son yıllarda çok acı tecrübeler yaşadı. Güvenlik milislerinin tecrübeleri, yerel idarelerin tecrübeleri, kapalı kantonların tecrübesi ve çatışma hatları" Lübnanlılar bunların sonuçlarını biçti.

Lübnan ne devletçikleri, ne kantonları ne de yerel idareleri kaldırır. Biz Lübnan'da birlik, güven, istikrar, gelişme ve kalkınma şartının gerçek birlik devletini kuracağını düşünüyoruz. Aynı şekilde hepimiz kanun ve kurum devleti istediğimizi söylüyoruz. Söylemlere, konuşmalara, siyasi programlara ve seçimlere bakarsak hepimiz bu dili konuşuyoruz. Bu devlet nisbi olarak mevcuttur, ama tamamlanması yolunda sorunlar ve engeller vardır. Bu sorunlardan biri bazıları için şekilde, bazılarına göre anayasada diğerleri için de Taif Anlaşması'ndadır. Doğal olarak bizim Lübnan'da temel bir sorunumuz varki o da Taif'ten önceki formatın savaşı sona erdirme üzerine kurulmuş olmasıdır. Taif Anlaşması da mevcut şekliyle çözüm sürecinin sonucudur. Ülkenin bilinen oluşumu sonucu anayasa yapmak ve anayasayı değiştirmek için normal ve tabii mekanizmalara güvenmek zor olmaktadır. Uzmanlar meclisinin seçilmesi, uzmanlar meclisinin yasa çıkarması, bunun referanduma sunulması, bu tarz işlerin Lübnan'da olması zordur. Bunu yapabileceğimiz günlerin gelmesini temenni ediyoruz. Bu nedenle her bir krizde bu parçalanmışlık ve tartışmanın yeniden açıldığını görüyoruz. Geçen hafta iletişimle alakalı bir konuda bir sorun yaşadık, bu yaşananlar yüzünden tartışma yeniden açıldı, yeniden Taif'te değişikliğe gidilmesi ya da Taif'e bağlı kalınması çağrıları yapıldı. Bu türden büyük ve temel bir istek karşısında her zaman korkulan şey mezhebi parçalanmışlıkların ve kutuplaşmaların olmasıdır.

Ben bugün şu öneride bulunuyorum: Gelin bu girdaptan çıkalım, İmam'ın tecrübesinden istifade ederek konuyu farklı bir açıdan değerlendirelim. Gelin Taif'e bağlı kalma, Taif'te değişiklik yapmaktan bahsetmekten vazgeçelim. Gelin, bizde gerçekten anayasa var, kanun var, rejim var diyelim. 20 sene sonra çözüme ve yeni mekanizmaların getirilmesini gerektiren sorunlarımız olur. O zaman da bu türden bir sorunu değerlendirdiğimiz başlık, rejimi geliştirme başlığı olur. Bu rejimle gerilemek istemiyoruz. Gerilemek eski sorunlara geri dönmek demektir. Gelin gelecekten bahsedelim; mezhebi anlaşmazlıklardan ve hangi mezheb ne kaybeder hangisi ne kazanırdan uzakta rejimin geliştirilmesinden bahsedelim. Kanuni ve siyasi uzmanlık alanı olan makamların araştırabileceği gerçek sorunlar ve engeller var.

Ben belirli bir mekanizma ortaya atmak istemiyorum. Bakanlar kurulu birisini ya da bir komiteyi bu işle görevlendirebilir, hükümet bir komiteyi görevlendirebilir, ulusal diyalog konferansı, günlük siyasi krizlerle ve günlük siyasi işlerle ilişkileri olmayan sessiz insanlar, hukukçular ve siyasetçilerden olışan bir komiteyi görevlendirebilir, onlar da oturur bu tecrübeyi değerlendirirler, eksiklik ve boşlukların nerede olduğunu bulurlar. Bu durumun çözümü için anayasal ya da hukuki mekanizmalar önerirler, başlık da rejimin geliştirilmesi olur. Bizlerin Lübnan'da gerçekten güvenlik, siyasi, ekonomik, sosyal ve mali meydan okumalar, gelişmeler ve ihtiyaçları karşılayabilecek rejimin geliştirilmesine ihtiyacımız var. Olduğumuz gibi kalamayız.

Ama tabiki gelişmeden bahsettiğimizde başkalarına galebe çalmaktan değil uzlaşma, birleşme ve ortak nokta bulmaktan bahsediyoruz. Çünkü galip malup ilişkisiyle birlikte gelişme hiç birimizin istemediği olumsuz ve ters sonuçlar doğurabilir.

Lübnan konusundaki diğer nokta da aynı çizgide rejim krizinin hatta başlangıçtan beri Lübnan'ın yaşadığı toplumsal krizin bir sonucudur. Bizim her zaman hükümet ya da hükümetin kurulması konusunda krizlerimiz olur. Lübnan'daki hükümetlerin kuruluş tarihlerinden bahsetmek istemiyorum ama mevcut durumda çabaların devam etmesi gerekiyor, başka çare yok. Çalışmaya devam etmeliyiz ve kesinlikle sonuca ulaşacağız. Yeni çoğunluğun bir parçası olarak bizler zorlukları ve sıkıntıları biliyoruz, bazı müttefiklerin ve dostların endişelerini ve korkularını anlıyoruz. Yorum yapma niyetinde değiliz, sorumluluk ve kınamaları başkalarına yükleme niyetinde de değiliz. Bizim önceliğimiz herkesle dayanışma ve çalışmayı devam ettirmek ve hükümetin kurulması için görevlendirilen başkana yardım etmektir.

Bu çabalara zarar verecek hiçbir davranışta bulunmayacak ve heyacanlı tavırlar sergilemeyeceğiz. Suçlansak ve haksızlığa uğrasak bile sorun değil. Hükümetin kurulması bizim görüşümüzce partisel değil ulusal bir çıkardır, bu nedenle onu her türlü şeyin üstünde tutuyoruz. Kardeşler bu sıkıntı ve kör düğümler Lübnan içinde her zaman mevcuttur. Bu tabi ki hepimizi üzen durumlara neden olmaktadır. Ama yılmamız doğru olmaz, ümitsizliğe kapılmamalıyız. Bütün siyasi liderlerin halk ve vatan karşısında sorumlulukları var. Hiç kimse kendisini bu sorumluluklardan muaf tutamaz. Bu nedenle bugün çabaların devam ettiğini ve yeniden etkin bir şekilde başladığını söylüyorum. Sonuca ulaşmadan durulmayacağız, son gelişmelerin de herkesi dayanışma, tekâmül, omuz omuza verme ve Lübnanlıların aylardır beklediği bu işi sonlandırmaya sevk edeceğini umud ediyorum.

Başka bir konu, bu aşamada Lübnan'daki liderlerin hangi akıma bağlı olduklarıdır. Herkesin şuan tarihi bir sorumluluğu üstlendiğini iyi bilmesi gerekmektedir. Lübnan'daki siyasi ve güvenlikle ilgili durumu bölgede olan olaylardan bağımsız değerlendirmek hatadır. Biz halen çoğumuzun –bunu özeleştiri olarak alabiliriz- Lübnan'ı çevresinden bağımsız bir ada olarak gördüğünü, etrafımızda ne olup bittiğinden habersizmiş gibi davrandığını görüyoruz. Oysaki etrafımızda bölgesel düzeyde olanlar çok tehlikelidir.

Günler önce televizyon kanallarının birindeki bir tartışmayı dinliyordum. Burada uzmanlar ve siyasetçiler Yemen'in parçalanması seçeneğini tartışıyorlardı. Yemen'in 4 parçaya bölünmesinden bahsediliyordu. Şimdiden parçalamaya başladılar. Sudan parçalandı, hatta kuzey Sudan bile Darfur meselesiyle yeni bir parçalanmayla karşı karşıya. Yemen ve Libya parçalanma tehdidiyle karşı karşıya. Allah göstermesin Suriye'deki olaylar olumsuz bir hal alırsa –Suriye yönetimi ve Suriye halkının bilinçli bir şekilde haraket ederek bu musibeti aşacağını düşünsek bile- Suriye'yi bekleyen de parçalanma olacak. Irak için hazırlanan şey parçalanmaydı. Bu devletler parçalanınca sıra Suud'a gelecek ve arkası kesilmeyecek.

Amerikan-İsrail projesi budur. 2006 savaşında bizim 2008 savaşında da Gazze'deki kardeşlerimizin yıktığı yeni Ortadoğu projesi budur. Ama bu proje yeni elbiseleri ve yeni başlıklarıyla yeniden gündemde. Buna karşı dikkatli olmalıyız.

Bu nedenle Lübnan'da dosyaları değerlendirirken –hangi türden olursa olsun- akıllarımızda ve gözlerimizin önünde bölgede olup biten olmalı. Bugün Lübnan'da sadece hükümetin kurulması meselesi değil –ben en önemli görevin hükümetin kurulması olduğunu söyledim- devlet kurumlarının korunması da önemlidir. Devletin yapısı tökezleyen ve karışık olan gerçekliğinden bağımsız olarak korunmalıdır. Bugün devlet kurumlarının hepsinin birliğini, bütünlüğünü korumalıyız, özellikle ulusal güvenlik güçlerini, Lübnan ordusunu korumalıyız. Çünkü devletin yapısının korunması ülkenin birliğini, istikrarını koruyacak olan şeydir, istenen başarıları elde edemezsek en azından bizi tehlikelere maruz kalmaktan alıkoyar. Bu, bugün vurgulamak istediğim büyük bir sorumluluktur.

İmam'ın ölüm yıldönümünde son sözümü Filistin'le ilgili söylemeliyim. 67'de işgal edilen topraklar –67 Haziran felaketine yaklaştığımız şu günlerde- Filistin halkı için, bütün Arap halkları için bu acı verici, dramatik gerçekliği meydana getirdi, Arap halkları ordularının, rejimlerinin ve liderlerinin 48 topraklarını geri almasını beklerken Suriye, Mısır, Ürdün ve hatta Lübnan'ın bir kısmını kaybettik.

Bugün bu yıldönümünde İmam Humeyni'nin son başarısını anıyoruz. Şah rejimini düşüren, İran'ı seçkin hacmiyle Filistin eksenine taşıyan ve Camp David'den sonra Arapların kaybettiği dengeyi geri kazandıran Veliyyi Fakih'in başarısını anıyoruz.

Bazıları Filistinli grupların, Filistin halkının ya da Filistin'in İran'a götürüldüğünü söylüyor. Asıl olan İmam Humeyni İran'ı Filistin'e getirmesidir. İmam Humeyni ve Hamanei destek ve yardımcı olmak ve bu durumun sonuçlarını yüklenmek için İran'ı Arap dünyasına getirdi. İslam cumhuriyetinin konumu budur. Cesur, çekip çeviren, hikmetli, şeri, ahlaki, dini ve tarihi sorumluluklarının bilincinde Veliyyi Fakih'in konumu budur. Hepimiz –dini inancımız ne olursa olsun, bütün dinlerimiz, ahlaki değerlerimiz, Müslümanlar ve Hıristiyanlar, dinlerin takipçileri, ulusalcılar ya da laikler olarak ilkelerimiz ne olursa olsun- insan olarak mazlum ve yurdundan kovulmuş Filistin halkını yanında yer almak zorundayız. Bu, halk ve ümmet olarak bizim temel meselemiz olarak kalmalıdır. Çaba harcamalı ve bu mazlum halkın ülkesine geri dönmesi için yardımda bulunmalıyız. Bu halk dönüş iradesi ve kararlılığına sahiptir. Seneler geçmesine, çektikleri zulümlere ve acılara rağmen bu halkın iradesi zayıflamadı hatta bir kaç gün önce Marun er-Ras ve Majdal Shams'da işgal askerlerinin kurşunlarına karşı çıplak göğsünü geren Filistinli genç, genç nesillerin iradesinin de zayıflamadığını gösterdi.

Ben burada bu kutlamada bize ortak olan şehit ailelerine selamlarımı sunuyor ve "Oğullarınızın kanı Marun er-Ras ve Golan'da heder olmadı ve olmayacak" diyorum. Bu kan kutsal bir davanın canlandırılması için döküldü. Dünyaya mazlum halkı, çalınmış bir hakkı ve unutacağınızın zannedildiği bir davayı hatırlatıyor. Oysaki tarih boyu peygamberler kendilerini bir şeyi ihya etmek için feda ettiler. Kerbela, askeri bir başarı kaydetmek için değil bir şeyi diriltmek içindi. Marun er-Ras ve Majdal Shams da çalınmış bir hakkı dünyaya hatırlatmak için ölüme hazırlanan bir grup azınlıkla Hüseyin'in Kerbelası'na benziyor.

Bu yıldönümünde her zaman ona, onun sıcak kucağına, babacan ruhuna dönmeye muhtacız, onun fikrinden, metodundan, temiz siretinden ilham alıyor, onunla birlikte sonu zafer, onur ve izzet olan bu yola devam edeceğimiz sözünü tekrarlıyoruz. Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve berakatuhu.

Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah'ın, İslam Devrimi Lideri İmam Humeyni'nin vefat yıldönümü münasebetiyle yaptığı konuşması, Gülşen Topçu tarafından israhaber için tercüme edidli.

Lübnan Haberleri

Direniş Operasyonlarını Sürdürüyor! İşte Son Gelişmeler
Direnişten Yeni Hamle Hizbullah, İlk Defa Kullandığını Açıkladı!
Beyrut'ta sivil binaya siyonist saldırı
ABD İstihbaratından İtiraf: Hedeflerine Ulaşamıyor!
İşgalcilerden Golani Tugayı İtirafı