Konuşmanın Tam Metni:
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdüllilahi Rabbilâlemin. Salat ve selam, kalplerin sevgilisi Ebu'l-Kasım Muhammed b. Abdullah'a, tahir ve tertemiz Ehlibeyti'ne olsun. Selamün aleyküm cemi'en ve rahmetullahi ve berekâtüh.
1979 yılının 7 Ağustos'unda, yani İran'daki İslam Devrimi'nin ilk aylarında, İmam Humeyni bir bildiri yayınlayarak, dünyadaki ezilen halklara ve özellikle Müslümanlara, Ramazan ayının son Cuma gününü Dünya Kudüs Günü ilan etmeleri yönünde çağrı yaptı. Bu davetin hedefinde, dünyaya Kudüs ve Filistin davalarını hatırlatmak, bunların unutulmasını engellemek, bu mübarek ay vesilesi ile Kudüs ve Filistin'i siyonist işgalciler elinden kurtarabilmek için farkındalık yaratıp ümmeti seferber etmek var. Filistin ve halkının 1948'de, 1967'de, Doğu Kudüs'te ve Nakab çölündeki kuşatmalardan ve saldırılar yüzünden yaşadığı açlığa ve zorluğa dikkat çekmek var. Bugün, 2 Ağustos 2013'te, bu vesile ile bu farkındalığı arttırmaya daha çok ihtiyacımız var. Dolayısı ile bu özel günde, İmam Humeyni'nin davetine lebbeyk diyen ve bize şeref veren herkese de teşekkür etmek istiyorum.
Bu gününün anlamını canlandırmaya daha çok ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde:
İlk olarak; Filistin diye bahsettiğimiz Filistin'in, tamamıdır, denizden nehire kadar olan Filistin'dir. Gerçek sahiplerine ve ehline tamamen geri dönmesi gereken Filistin'dir. Bu dünyada, ne bir kral ve emirin, ne bir lider, şeyh ya da seyyidin, ne de bir devletin Filistin'in bir kum tanesinden, bir damla suyundan veya topraklarının bir parçasından ödün vermeye hakkı yoktur.
İkinci olarak; İmam Humeyni İsrail'i, gerçekçi ve tam anlamıyla bir kanser olarak tanımlamıştır. Hepimiz biliyoruz ki kanser, vücudun içinde yayılır ve öldürür. Ve kanserin tek çözümü ortadan kaldırılmasıdır, ona teslim olmamak ve ona fırsat vermemektir. İsrail, siyonist projenin bölgedeki üssüdür. Sürekli bir tehditin temsilidir. Dikkatinizi çekerim, İsrail için, sadece Filistin'e ve Filistin halkına tehlike arzeden ve bizi ilgilendirmeyen, bize kıssadan hisse düşürmeyen, Lübnan, Suriye, Ürdün, Mısır, Irak, Körfez ülkeleri, kuzey Afrika ve diğer ülkelerde sorun yaratmayan bir hadisedir diyemeyiz. ''İsrail, sadece Filistin ve halkının sorunudur'' diyenler var. Bu yanılgıdır, aldatıcıdır ve cahilliktir. İsrail, bu bölge halklarının tamamına, güçlerine, seçeneklerine, emniyetlerine, onurlarına, selametlerine ve egemenliklerine daimi tehlike oluşturuyor. Bunu inkar edenler kibirlidir. Sonuç olarak İsrail sadece Filistin ve halkına değil bu bölge devletlerinin tamamına, onların egemenlik ve uygarlıklarına tehlike oluşturmaktadır.
Üçüncü olarak; bu kanserin yok edilmesi, sadece Filistin'in yararına değildir, tüm İslam aleminin, Arapların ve bölgedeki tüm ülkelerin ulusal çıkarınadır. Burada ulusal çıkar ile milliyetçi çıkar arasında ayırım yapamayız. İsrail Ürdün için tehlikedir ve çöküşü Ürdün'ün ulusal çıkarınadır; İsrail Mısır için tehlikedir ve çöküşü Mısır'ın ulusal çıkarınadır; İsrail Suriye ve Lübnan için tehlikelidir ve çöküşü Suriye ve Lübnan'ın lehinedir.
Dördüncü olarak; 2. ve 3. maddelere binaen; herhangi bir kimse, herhangi bir yerde, herhangi bir vesile ile Siyonist projeye karşı savaşıyorsa Filistin'i savunurken, aynı zamanda kendi vatanını, halkını, çocuklarının geleceğini ve onurunu da savunuyordur.
Beşinci olarak; Filistin ve Kudüs, her bir Filistinliyi, Müslüman veya Hıristiyan her bir Arap'ı ve dünya üzerindeki her bir insanı kapsayan genel bir sorumluluktur. Çünkü davası hak davasıdır ve her anlamıyla bir trajedidir. Sorumluluğun düzeyi halktan halka, devletten devlete, cepheden cepheye ve kişiden kişiye değişiyor. Burada söz konusu olan imkanlar, güç, şartlar ve coğrafya gibi faktörler vardır. Birinci derecede Filistin halkının sorumluluğudur. Velakin herkesin minimum düzeyde sorumluluğu vardır. Kimsenin bu sorumluluktan kaçınma gibi bir lüksü olamaz. Siyasi duruş, medya, halkçı dayanışma ve mali destek minimum sorumluluklardır.
Altıncı olarak; Filistin'i, Lübnan'ı, Suriye topraklarını işgal etmiş olan bu siyonistlerle mücadelede öncelikler vardır. Başından beri milletimiz bu öncelikler ile meşgul olsaydı bugün vardığımız noktaya varmazdık. Filistinlilerin şu an yaşadığı acıları trajedileri görmezdik. Lübnan ve Filistin'de katlandığımız tüm katliamların sebebi, sorumluluklardan kaçınıp, asli öncelikler ile meşgul olmamaktır.
Burada dikkatiniz çekmek isterim ki maalesef, arkasında bazı hükümetlerin ve Amerika'nın olduğu Arap rejimleri, bu öncelikleri engelliyor. Ve halkları sürekli farklı konularla meşgul ediyorlar. Halklara farklı düşmanlar yaratıyor, üretiyor. Halklar için farklı savaşlar icat ediyorlar. Başından beri siyonist proje Filistin'i işgal ederken, Arap rejimlerinde hükümetler her zaman ''önceliğimiz Şii uzantıları ile mücadele etmek'' çağrısı yaptılar. İslam için tehlike Şiilerden gelir dediler. Sonuçta Şiilerle savaşmak için Filistin'i unuttular. Milyarlarca dolar döküldü, televizyonlar-gazeteler kuruldu, konferanslar-toplantılar yapıldı, kitaplar-broşürler yayınladılar. Afganistan savaşı için dünyanın her yerinden savaşçılar geldi. Mısır'dan, Lübnan'dan, Irak'tan, Suriye'den ve Filistin'den! Ve Filistin işgal altında! Niye Filistin'i işgal altında bırakıp Afganistan'a savaşmaya gittiniz? Ben Afganistan'da savaşmanın meşruluğunu tartışmıyorum. Öncelikler mantığı çerçevesinde konuşuyorum. Peki, Sovyetler Birliği dağıldı ve Afganistan'da yenildiler. İran İslam Devrimi zafer kazandı ve düşman İsrail ile mücadele için stratejisini sundu. Hemen bize İran yayılmacılığı adını vererek bir düşman, bir başka ''öncelik'' icat ettiler. İran tehlikesi ve Mecusiler diye adlandırmışlardı. Eskiden Şii demiyorlardı. İranlılar, Farslılar ve Mecusiler adı verip, doğudan Araplara doğru geliyorlar diyerek, yüz milyarlarca dolar harcayarak 8 yıl savaştılar. Bu yüz milyarın çeyreğini, on veya beşini Filistin'e dökselerdi Filistin özgürleştirilirdi. Filistin halkı bütün bu acıları ve trajedileri yaşamazdı. İran ile savaştılar. Bunlar yaşandı, yaşadık. İran ile savaşmak için programlar yaptılar, konferanslar düzenlediler, para döktüler ve ordular hazırladılar. İsrail ile değil İran ile savaşmak için hazırlandılar.
Arap rejimleri, aldığı her bir tank, her bir uçak, her bir füze ve her bir savaş gemisi için Amerika'ya, bu silahların İsrail'e karşı kullanılmayacaklarına dair sözler ve teminatlar veriyorlar. Yeni bir düşman yarattılar. Düşmana İran, Fars ve Mecusi adlarını verdiler ama bu yeterli olmadı onlar için ve yeniden adlandırdılar: Şii yayılmacılığı! Allah aşkına nerede bu Şia yayılmacılığı? Düşman yarattılar ve önceliklerin de bu Şia tehlikesi ve fikriyatı ile savaşmak olduğunu söylediler. Şia tehlikesinin İsrail'den ve Siyonist projeden daha fazla tehlikeli olduğunu söylediler. Körfez destekli onlarca, yüzlerce TV kanalından bu sözler dillendirilmiyor mu? Bu sözler gazetelerde, makalelerde ve kitaplarda yazılmıyor mu? Bu sözler, sabah akşam mescit minberlerinden söylenmiyor mu? Çoğu için İsrail artık bir düşman ve bir tehlike değildir. Geldiler ve yeni bir proje ile yeni bir düşman yarattılar. Bundan daha da kötüsü, yerel siyasi rekabetleri ''mezhepçilik'' diye adlandırdılar. Bu aldatmadır. Peki, Mısır'da şu an siyasi bir mücadele var, bölünmüşlük var, bu rekabet mezhepçi bir rekabet mi? Değil, siyasidir. Libya'da siyasi rekabet var, mezhepçi mi? Değil, siyasidir. Tunus, Yemen ve diğer bölgelerde aynı durum. Çok çeşitli ülkelere -ki uzun yıllar boyunca bu çeşitliliğinin bereketi ile yaşadılar, baktığımız zaman, Suriye, Irak, Lübnan ve Bahreyn gibi, var olan siyasi rekabeti mezhepçilik diye adlandırırlar. Mezhepçi, hizipçi söylemlerle tarihi dosyaları açarlar. Ee ama bu siyasi savaşı niye mezhepçilikle tanımlıyorsun? Bunu bilinçsizce değil kasıtlı olarak yapıyorlar. Çünkü bu söylem, tahrip edici silah gibidir. Çünkü bu söylem, bölgede en fazla etkiye sahip tahripkar silahtır.
Bölge halkları, bu bölgeyi, devletlerini, ordularını ve halklarını tahrip etmek isteyen güçlerin mevcudiyetini fark etmeyecekler mi artık? Sadece ordu ve devletleri çözmek değil amaçları, halkları da birbirinden ayırmak istiyorlar. Hıristiyanlarla Müslümanlar savaşsın, Sünni, Alevi, Şia, Dürzi, Zeydi, İsmaili, Arap, Fars, Kürt ve Türk olarak savaşalım ve boğuşalım istiyorlar.
Bölge halklarının, bölgemize yönelik en tehlikeli projelerden biri olan bu tahripkar ve kinci projeye sponsor olan devletleri parmakları ile gösterip isimlerini söyleme vakti gelmedi mi? Tekfirci cemaatlere ve gruplara, mali, maddi, manevi, basın yayın ve silah yardımları ile sponsor olup birden fazla bölgede-ülkede savaşmaya gönderen herkes, bu tahrip, yıkım ve trajedinin birinci dereceden sorumlusudur. Kudüs gününde herkesi bu tehlikeleri görmeye davet ediyorum. Bütün ülkelerin, sorunlarını kendi içinde siyasi diyaloglarla çözmeleri, Suriye'den Tunus'a, Libya'ya, Mısır'a, Bahreyn'e, Irak'a, Pakistan ve Afganistan'a kadar akan kanı durdurmaları gerekmektedir. Bu tekfirci grupların parmağının olduğu bütün bölgelerde trajedi göreceğiz.
Biz Hizbullah'ta geçmişte olduğu gibi şimdi de daima, Lübnan ve dışında ihtilaflarımızı halletmek veya ertelemek için, ortasında buluşabileceğimiz müştereklerimizden bahsediyor ve herkesi buna davet ediyoruz. Çünkü ihtilaflar, tahripkar olmaya başlamıştır. Ekonomiyi, güvenliği veya nüfusu etkileyen ihtilaflar olduğu gibi tahripkar özelliği olan ihtilaflar da vardır. Bu zamanlarda, Hıristiyan ile Müslüman, Şii ile Sünni, Arap ile Fars ve Türk ile Kürt arasında yeni düşmanlıklar yaratmaya çalışan söylemler ve konuşmalara şahit oluyoruz. Milliyetçi ve İslami hareketler arasında aynı durum mevcuttur. İslamcılardan birileri şimdi milliyetçi, solcu vs. isminde olan bütün hareketlere ateş püskürmeye başladı. Aynı zamanda karşı tarafta da İslami hareketlere aynı şekilde ateş püskürenler var. Bu ihtilaflar kime hizmet ediyor? Bu delilik herkesi nereye doğru götürüyor? Burada her ülkedeki karar vericilerin ve ulemanın sorumlulukları vardır. Sadece Filistin için değil milletimiz için, ümmet için. Bütün ülkelerde herkesin vereceği uğraş ile bu tahripkar ve yıkıcı projenin yenilgisi için bir sinerji yaratılmalı. Ve ben size diyebilirim ki ümmetimiz, milletimiz, halklarımız, seçtiklerimiz bu projeyi başarısızlığa uğratacak güce sahiptir ve bu projeyi başarısızlığa uğratacaklar inşallah.
Biz Hizbullah olarak bu ilkelere ve önceliklere olan bağlılığımızı belirtiyoruz. Biz Hizbullah olarak Filistin ve halkının yanında olacağız. Filistin davasına bağlı fraksiyonların tümüyle var olan uzun ömürlü ve iyi ilişkilerimizi koruyacağız. Bazı mevzularda, Filistin, Suriye veya başka konularda ihtilaflı olsak da bizim her zamanki çağrımız müştereklerimizde buluşmaktır -ki bu müşterekimiz Filistin'dir, Kudüs'tür. Kudüs'ün bizi bir araya getirmesi gerekir. Ve bunun dışında herhangi bir ideolojik, dini, mezhebi, fıkhi, siyasi ve farklı fikirsel ayrılıklar ne olursa olsun Filistin'e ve halkına bağlılık devam etmelidir.
Kudüs gününde; düşmana birden fazla hezimet yaşatan Lübnan ve Filistin Mukavemetine takdim ettikleri desteklerinden dolayı İran İslam Cumhuriyeti ve Suriye Arap Cumhuriyeti'ne teşekkürlerimizi sunuyoruz. Biz Hizbullah olarak; ülkemizi ve halkımızı korumak ve bu düşmanın tüm komploları ve saldırıları ile mücadele etmek için, buradan liderlerine, subaylarına, askerlerine ve yaralılarına selam gönderdiğimiz Lübnan ulusal ordusunun yanında hazır bulunacağız.
Kudüs gününde, Mukavemet'in imamını hatırlamamız gerekiyor. Seyyid İmam Musa Sadr. Bizi elimizden tutup Kudüs yoluna, doğru yola sevk eden Seyyid Musa Sadr'ı. Ve Libya'nın yeni yönetimini, bu tehlikeli davaya yakışan sorumluluğu üstlenmesini talep ediyoruz.
Ben biliyorum ki bu günlerde mezhebi kışkırtıcılık almış başını gidiyor. Ben bu zamana kadar hep Müslüman, vatansever vs. olarak veya nasıl isimlendirirseniz öyle konuştum. Bu sefer müsaade edin de bir Şii olarak konuşayım. Televizyon kanallarında, internet sitelerinde, sosyal medyada ve diğer alanlarda Şiilere karşı süregiden mezhebi kışkırtıcılığı biliyoruz ve görüyoruz. Ve bu kışkırtmaların kasıtlı olarak yapıldığını biliyoruz. Mevzu bundan da öteye gidip, her gün özellikle Irak ve Pakistan'da gördüğümüz gibi bombalı araçlarla katliamlara kadar varıyor. Hüseyniyeler, mescitler, kutsal makamlar, sokaklar, yollar ve ila ahiri. Suriye'deki olaylar ile bu mevzu derinleşmeye ve büyümeye başladı. Söylemlerden ve yapılanlardan insan hissediyor ki bu olayların arkasında duranların hedefi biz Şiilerin, Filistin'i, Kudüs'ü ve Filistin halkını unutmasıdır. Bunun da ötesinde biz Şiilerin, ismi Filistin olan her şeye kinimiz olsun istiyorlar. Bundan daha açık bir söylem var mı? Üzerinde çalışılan budur. Bir gün gelsin ve Şiiler denklemden çıksın istiyorlar. Arap-İsrail mücadelesindeki denklemlerden çıksınlar istiyorlar. Şiiler çoğunluğu olmasa da bu ümmetin faal, etkili ve bilinçli bir bölümünü oluşturuyor. Şiiler denklemden çıksın derken talep edilen İran'ın denklemden çıkmasıdır. Bu neticeye varmamızı istiyorlar.
Bunu isteyen, Amerika'ya, İsrail'e, bu oyunlarda en yetenekli olan İngiltere'ye, bölgede bir araç olarak kullandıkları devletlere ve dost düşman herkese, bugün, 2 ağustos 2013 tarihinde, Ramazan ayının son cuma günü olan Dünya Kudüs Gününde şunu ilan ediyoruz: bizler, Ali b. Ebi Talib'in tüm dünyadaki Şiileri olarak Filistin'den ve Filistin halkından vazgeçmeyeceğiz. Bize Rafizi, terörist, mücrim ve aklınıza ne gelirse söyleyin. Bizi her yerde, her cephede, her Hüseyniye ve mescidin kapısında öldürseniz de biz Ali bin Ebi Talib Şiileri Filistin'i terk etmeyeceğiz. Biz Hizbullah olarak Mukavemet altında büyüdük. Küçüktük, gençtik, bu programa göre büyüdük. İsrail ile yüzleşmek ve bu milleti, Filistin'i, Kudüs'ü, kutsallarımızı, Lübnan'ı, Lübnan'ın onurunu, egemenliğini ve halkını savunmak için babalarımızdan, dedelerimizden öğrendiğimiz, cesetlerinin, terlerinin ve kanlarının karıştığı Mukavemet'i çocuklarımıza ve torunlarımıza da miras bırakacağız. Ve bu yolda binlerce şehit verdik. Seyyid Abbas'tan Şeyh Ragip'a, İmad Muğniyye'ye kadar, binlerce şehit verdik. Dolayısı ile Dünya Kudüs Günü'nde konuşmamı sonlandırırken tüm dünyaya biz Hizbullah olarak tüm sorumluluklarımızı yerine getireceğiz diyoruz. Biz İslami, Şii ve İmami Hizbullah olarak Filistin'i, halkını ve Kudüs'ü terk etmeyeceğiz.
medyaşafak