Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah’ın Dünya Kudüs Günü münasebetiyle yaptığı konuşmanın geniş bir özetini sunuyoruz:
Filistin’in denizden nehre kadar gasp edilmiş olduğu ve zaman içerisinde çalınmış olan bu toprakların işgalcilerin mülkü olmayacağı konusunda Filistin halkı açık bir şekilde haklıdır. Hırsız ve yağmacı bir rejim olan İsrail, tüm ilerlemesini terörizmle gerçekleştirmiştir. Böylesi bir rejim hiçbir zaman resmi olarak tanınamaz.
Filistin yurdu halkına geri dönecektir. Filistin halkının geri dönüş hakkından başka söylenecek her türlü söz insani ve ahlaki değerleri hiçe saymaktır.
Bazen ağır şartlarda bir halk veya ülke zayıflık hissedebilir. Bazen bu zayıflık savaş kararlılığına sahip olunmamasına sebep olabilir; ama zayıflık düşmanın kabullenilmesinin, onun resmen tanınmasının ve ilişkilerin normalleştirilmesinin gerekçesi olamaz.
Budan daha da kötüsü bazıları normalleşmenin de ötesine geçerek İsrail rejimi ile güç birliği yapma noktasına ulaşıyor. Şu an maalesef bazı Arap ülkeleri İsrail’le dayanışma içerisindedir.
İsrail’le mücadele için uzun süreli bir sabır göstermek gerekiyor. Bakın İsrail’in uzun süreli müzakereleri nereye ulaştı? Filistin halkının kuşatılmasına ve onlara yönelik baskıların artmasına…
Bugün Dünya Kudüs Günü’nden söz etmek istiyoruz. Bugünkü halk aynı halktır. Son yıllarda bariz hale gelen şey sütunlarını İran ve Suriye’nin oluşturduğu Direniş eksenidir. Direniş seçeneği açık ve somut kazanımlar elde etmiştir.
Direniş Ekseninin zaferlerinin zirvesinde, Müslüman halkların Direniş hareketlerini destekleme iradesi gösterdiği bir dönemde bölgede yaşanan bazı gelişmelerin etkisiyle bazıları bu Direniş projesini yıkmaya kalkıştılar.
Bunu birkaç yolla yapıyorlar. Birinci yol, iç ihtilaflar ve mezhebi ihtilaflar yaratarak ve çeşitli araçları seferber ederek direniş hareketlerini ve direniş kültürünü bölgede yok etmektir.
Bazı bölge ülkelerinin liderleri İsraillilerle görüşmeler yapıyor. Bu rejimler, daha doğrusu bu aileler yıllar boyunca kendi taht ve taçlarını korumak için kapıları İsraillilere açtılar tüm imkanlarını Direniş’e karşı seferber ettiler.
Onlar İsrail’le mücadeleye izin vermiyorlar, halkın İsrail’le mücadele umudunu umutsuzluğa dönüştürüyorlar. Bunu çeşitli bahaneler altında yaptılar bugün de yapıyorlar.
Bugün vermek istediğimiz mesaj şudur: Amerika’nın bölgedeki tüm maşaları ve hizmetçileri şunu çok iyi bilsinler ki halkımız ve ümmetimiz Filistin’i unutmayacaktır, onlar bundan umudunu kessinler. Ne yaparsanız yapın unutmayacaklar.
Yemen’e, Bahreyn’e ve Nijerya’ya Filistin’i unutturamadılar
Yemen’e bakın İslam adına, Haremeyn-i Şerifeyn adına bir yıldan fazla bir süredir en şiddetli saldırıların ve savaşın hedefi oldular; ama Filistin’i unutmadılar. Bugün sokaklara çıkıp biz İslam’ı unuttuk mu dediler? Filistin’i unuttuk mu dediler? Hayır bakın bugün sokaklara çıktılar ve biz Filistin’i unutmuyoruz dediler.
Bahreyn’e bakın aynı şekilde. Nijerya’ya bakın bu ülkenin ordusu binlerce insanı öldürdü. Halk lideri Zakzaki’yi tutukladı; ama bugün Nijerya halkı sokaklara çıktı ve İsrail’e karşı slogan attı. Tıpkı Yemen’de, İran’da Bahreyn’de ve Lübnan’da olduğu gibi… Şunu bilsinler ki mezhebi çatışmalar ve çıkarılan ihtilaflar, İsrail’in kutsal topraklara hakim olmasına yardımcı olmayacak.
Bugün çeşitli bahanelerle bölgede gerçekleştirilenlerin asli hedefi, İsrail’in varlığını desteklemek için bölge halklarını, ordularını ve direniş hareketlerini yok etmektir. İsrail 2011’deki Arap isyanları başladığında kendi varlığına yönelik tehlikeden söz ediyordu. İsrail’i bu tehlikeden kim çıkardı. Bu tehdidi İsrail’e fırsata dönüştüren kim oldu?
İsrail’le mücadeleye engel olan bazı ülkeler, Suriye ve Yemen’de de siyasi çözüme engel oluyor. Ama Müslüman halklar tek yürek olarak karar verdiğinde bu güçlerin yaptıklarına engel olabilir.
Bu yılki Herzliya konferansında İsrail tehditleri Lübnan’a odaklanmıştı
Bu konuda maalesef şunu söylemek gerekiyor ki bu konferansa bazı Arap şahsiyetler de katıldı. Bazı Arap ülkelerinin zilleti öyle bir noktaya ulaştı ki artık bu konferansa bile katılabiliyorlar. Hatta bu yılki Herzliya konferansının süsü Suriyeli muhaliflerin heyetiydi.
2011’deki Herzliya konferansında İsrail’in tehlikeli bir durumla karşı karşıya olduğu söyleniyordu. Ama şu an bakıyoruz ki durum değişmiş. Suriye’de, Irak’ta, Mısır’da Arap orduları yıpranmış. Bu Arap toplumunun durumudur. İsrail terörle mücadele etmek gerektiğinden bahsediyor, halbuki işgal altındaki Golan’da Nusra ve benzeri terörist grupları himaye ediyor.
İsrail, Direniş ekseninin Suriye’de zafer kazanmasından niçin korkuyor? Burada bir parantez açarak şunu söyleyeyim: Filistinli direniş gruplarına Suriye konusundaki görüş ayrılıklarından dolayı yardımın kesildiği yönünde söylenen şeyler doğru değil. İran, tüm direniş gruplarını destekliyor.
Bu yılki Herzliya konferansı Lübnan ve Hizbullah üzerine odaklanmıştı. İsraillilere şunu söylemek isterim, yeni bir şey söylemediler. Yeni olan tek şey yok ederiz demeleriydi.
İsrailliler bu konferansta “öldürürüz” dediler. Evet bu zaten sizin işiniz. “Yok ederiz” dediler. Evet siz zaten yıkmak ve yok etmek üzerine kurulmuşsunuz.
Bugün İsraillilere şunu söyleyeyim: Bugün İsrail’le savaşan ilk Arap grubu, düşmanı olan İsrail konusunda geniş bir istihbarata sahip olan Direniştir. İsrailliler bu konferansta yeni bir şey söylemediler; ama şunu bilsinler ki 2006’da İsrail’e sürpriz yapan Direniş, bugün yine aynı şeyi yapmaya kadirdir.
Direniş, tehdide karşı tehditle karşı koymaya kadirdir. Direniş, vaatlerini yerine getirecek Allah’a tevekküle sahiptir. Herzliya konferansının bu yıl bizim için yeni bir şeyi yoktu. Ama bizim yeni imkanlarımız var, sizin sakinlerinizi biliyoruz ve tanıyoruz. Siz de bizim halkımızı ve imkanlarımızı tanıyorsunuz biliyorsunuz.
Lübnan’da güvenlik durumu kontrol altında
IŞİD’in el-Kaa’da yaptığı bir dizi intihar saldırısı kuşkusuz son dönemin en tehlikeli gelişmesiydi. Biz de tüm Lübnanlılar gibi bu saldırıları kınadık ve kurbanların ailelerine başsağlığı diledik. Dini ve insani görevimizi yaptık ve Allah’ın yardımıyla daha büyük olaylar önlendi.
El Kaa’daki bu saldırı Lübnan’ın saldırı ve tehlike altında olduğunu açık bir şekilde gösterdi. Burası Hıristiyanların bulunduğu bir bölgedir. Çeşitli analizler bir yana buranın neden hedef alındığı konusuna farklı bir açıdan değinmek istiyorum.
Yapılan araştırmalardan anlaşıldı ki bu intihar saldırılarını yönetenler canlı bombaları ısrarla el-Kaa’ya gönderildiler. Bizdeki bilgilere göre bu kişiler Suriyelilerin kampından gelmediler. IŞİD’in bulunduğu Arsel yamaçlarından geldiler. Biz bu olayla ilgili çeşitli hususları söz konusu ediyoruz. Öncelikle neden el-Kaa hedef seçildi? Buranın halkının suçu neydi?
Eğer Hermel, Burc el-Baracine, İran konsolosluğu veya Hizbullah’a ait yerler hedef alınsa bu anlaşılabilirdi. Ama neden halkı Hıristiyan olan el-Kaa hedef alındı?
Niçin sizin devrimcileriniz gelip sizi gafil avladılar. El-Kaa halkı Hizbullah’a bağlı değildir. Bazıları, diyorlar ki bu Hizbullah’ı Suriye’den çıkmaya zorlaması için Hıristiyanlara baskı yapmak amacıyla yapıldı.
Tekfirci terör Suudi kültürünün eseri
Birkaç gün önce de İstanbul Atatürk havaalanında IŞİD’in yaptığı bir saldırıya tanık olduk. Neden IŞİD diyoruz; çünkü cumhurbaşkanları IŞİD olduğunu söyledi ve kimliklerini açıkladı. Biz İstanbul’daki havaalanına yapılan saldırının ekonomik açıdan ne anlama geldiğini biliyoruz. Bize söyleyin IŞİD neden İstanbul havaalanına saldırdı.
Türkiye’nin Suriye’ye güç göndermemekle birlikte teröristlere siyasi bakımdan destek verdiğini biliyoruz. Sınırlarını açık bıraktı, onlara silah verdi, hastaneleri onlar için kullandı. Peki IŞİD Türkiye’den neden böyle bir saldırı yaptı? Neden?
Neden biliyor musunuz? Sorun IŞİD’in inancı. Onların tek bir inancı var. Bakın Suudi medyası bunlarla doludur. IŞİD’li iki kardeşin kendi ailelerine ne yaptığını gördünüz. Bunların IŞİD’çi olması ne demek Onları IŞİD mi örgütledi? (Hayır) Onların inancı ortak. Bu inanç sebebiyledir ki Suudi Arabistanlı IŞİD’çi iki kardeş ramazan ayında kendi anne ve babasını öldürdü. Bu kuşaklar boyunca Arabistan’da geliştirilen bir kültürdür.
IŞİD’e göre Erdoğan, Türkiye hükümeti, halkı, ordusu, hatta seçimlere katılan halk kafirdir. İşte onların kültürü bu. Bu eylemler, bu kültürün bir neticesi.
Dolayısıyla Lübnan halkı bilmelidir ki eğer gençlerin dikkati olmasaydı intiharcılar el-Kaa’da neler yapabilirlerdi. Bu konu siyasetten daha çok anlayış ve kültürle ilgilidir. Bu tekfircilerin öldürmekten başka bir kültürünün olmadığı bilinmelidir.
Lübnan’ın güvenliği ile ilgili ikinci bir konu da şudur: Bazıları diyorlar ki, “siz (Hizbullah) Suriye’de önleyici savaşa katıldınız ama bu yaşanan olaylar gösteriyor ki siz yenildiniz.” Bu nasıl bir mantık yürütmedir.
Eğer Hizbullah Suriye’ye gidip savaşmasaydı, siz bugün bir bombalı araç yerine her gün bir sürü bombalı araçlarla karşı karşıya kalacaktınız. Bunun ikisinin arasında hiçbir fark yok mu?
Eğer Lübnan güvenliğinin ve ordusunun çabaları ve Direniş’in önleyici savaşı olmasaydı, kendini patlatan kültürleriyle İstanbul’da bile saldırı yapan bu vahşilerle durum bu şekilde olmazdı. Eğer Lübnan-Suriye sınırı kontrol altına alınmamış olsaydı, bugün Lübnan’a çok daha fazla saldırı olurdu.
Üçüncü bir konu da Lübnan’daki güvenlik durumu bazılarının yansıtmaya çalıştığı kadar bunalımlı değil. Lübnan’daki güvenlik durumu en azında birçok üçüncü dünya ülkesinden daha iyi…
Ülkedeki güvenlik yüzde yüz olmasa da kontrol altında. Bakın Türkiye’de bile bombalar patlıyor. Fransa’ya, Belçika’ya Amerika’ya bakın onca imkanlarına rağmen oralarda da güvenlik olayları yaşanıyor. Eğer Lübnan’ın doğusunda güvenlik kuşağı tamamlanırsa, durum daha da iyi olacak. Halktan güvenlik güçlerine daha fazla güvenmesini istiyoruz.
Şimdi bazıları eğer güvenlik varsa neden Seyyidu’ş- Şuheda kompleksindeki töreni iptal ettiniz diyebilir. Şunu söylemeliyim ki orada büyük bir kalabalık toplanıyor ve çok yoğun güvenlik tedbirlerini gerektiriyordu. Güvenlik var, bakın camilerde ramazan ayı boyunca merasimler oluyor. Güvenlik kontrol altında, bizim terörle mücadele için bir ulusal stratejiye ihtiyacımız var.
El-Kaa bizim için Hermel gibidir, Arsel de el-Labua gibidir. Buralarda yaşayanların tamamı bizim halkımızdır. Biz buraların tamamının güvenlik sorumluluğunu taşıyoruz. Biz komşularımızla ve vatandaşlarımızla ortak bir kadere sahibiz.
Seyyid Abbas Musevi’nin dediği gibi biz vatanın, kardeşlerimizin ve halkımızın güvenliğine bağlıyız. Tıpkı İmam Musa Sadr’ın dediği gibi, biz sorumluluklarımıza bağlıyız. Önemli olan ulusal dayanışmadır. Önemli olan hükümetin ve devletin sorumluluklarına bağlı olmasıdır.
Umarım Dünya Kudüs Günü’nde, sabır ve fedakarlıklarla bugünkü tekfirci terörist saldırı dalgalarına katlanırız ve İsrail ilerideki Herzliya konferanslarında yeniden tehditlerle karşı karşıya kalacağı bu durumu inceler.
Kaynak : YDH