Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrullah, El Menar televizyonunda canlı yayınlanan konuşmasında, Mısır rejiminin Hizbullah aleyhinde sürdürdüğü kampanyaya karşı bir konuşma daha yaparak "Biz ne Mısır'ı, onun güvenliğini, rejimini, istikrarını hedef aldık ne de iç işlerine karışmaya çalıştık. Biz çok açık bir dava için çalışıyoruz. O da Filistinli kardeşlerimize yardım etme davasıdır. Bu da bizim cezalandırıldığımız suçumuzdur" dedi.
Seyyid Hasan Nasrullah'ın konuşmasının tam metni:
"Bu seferki birlikteliğimizde daha önceden de açıklandığı üzere birçok başlık etrafında konuşmak istiyorum. Mısır rejimiyle meydana gelen kriz, 4 subayın serbest bırakılması, uluslar arası mahkeme ve soruşturma meselesi, İsrail'in bu alandaki yeni askeri tatbikatları, hakkında konuşacağım başlıklar arasında yer alıyor.
Fakat bu üç konudan ve özellikle İsrail'in tatbikatından, müzakere masasına yatırılan konulardan ve bu konularda yapılan yorumlardan bahsetmek için bana ayrılan zamanın yeterli olmayacağını biliyorum. Bu mesele çok ciddi olduğundan tek başına uzun bir zaman diliminde irdelenmelidir. Bu yüzden İsrail'le ilgili bu konuyu ileriki günlere bırakıyorum.
Bugünkü konuşmamız iki başlık üzerinde yoğunlaşacak: ilk olarak Mısır'la Hizbullah arasındaki krizi sonrasında ise subayların serbest bırakılması meselesini, uluslararası mahkeme ve soruşturma, Refik Hariri'nin suikastı davasını inceleyeceğiz.
Fakat konuşmama başlamadan önce Lübnan ve bütün dünyadaki işçilerin işçi bayramını kutluyor ve Allah'tan bugünün bir bayrama, işçiler için onların sendikaları, işçi birlikleri, hükümetler ve siyasi güçler için bir fırsata, işçi sınıflarının isteklerinin dinlendiği ve sorunlarının çözümü için ciddi çalışmaların yürütüldüğü bir güne dönüşmesini diliyorum.
Bu işçiler peygamberlerin nezdinde Allah yolundaki mücahitler gibidir. Onlar mücahitler mertebesindedirler. Peygamber bir hadisinde onların makamlarını derecelerini zikrediyor ve bizim ilgimizi hak ettiklerini söylüyor.
Kampanya Hız Kesmeden Devam Ediyor
Yeniden üzerinde duracağımız konuya dönüyorum. İlk başlığımız Mısır rejimiyle olan kriz meselesiyle alakalı demiştim. Bildiğiniz gibi Mısır Başsavcısının bir kardeşimize ve başka insanlara yönelik yaptığı suçlamalar ve iddiaların ilan edildiği günden bu yana 3 haftadan fazla bir zaman geçti. Bu süreç içerisinde şuana kadar hızını kesmemiş geniş kapsamlı bir siyaset ve basın alanında kampanya yürütüldü ve bu kampanyaya başkanlıktan başlayarak ilgili bakanlıklar ve ilgili güçlere, basın organlarına kadar herkes katıldı.
Buna aynı zamanda Mısır'ın içinde ve dışardan da Arap güçler destek oldular. O esnada açık sözlülükle konuştum ve bu konuyu yorumladım. Biz, Hizbullah olarak bu sözlerle yetindik ve Mısır rejimiyle siyasi ve basın alanında çatışmaya girmedik, bu çatışmada taraf da olmadık.
Öyleyse geçen haftalar boyunca tanık olduğumuz ve hala devam eden şey, Mısır rejiminin tek taraflı olarak yürüttüğü siyaset ve basın alanındaki savaştır. Aslında bu kampanyayı yorumlama mahiyetinde şunu söylemek istiyorum: Eğer bahsettikleri iddialar gerçek olsaydı, ellerinde gerçek bir dosya olsaydı bunca kampanyaya ihtiyaç duymazlardı. Mantıklı olsalardı bu küfürleri savurmaz, Mısır rejimindeki üst düzey yetkililer, genel yayın yönetmenleri ve gazeteciler bu basit ve alçak ifadeleri kullanmazlardı. Onlar başlangıçtan beri bu meselenin hukuksal olduğunu söylüyorlar. Bu mesele gerçekten hukuk meselesi olsaydı basın ve siyasi alanda neden bu kadar çabaya ihtiyaç duydular. Şimdi soruyorum Mısır rejimi Hizbullah'a yönelik bu kampanyasından ne kazandı? Benim kanımca hiçbir şey.
Mısır Kendi Başına Çorap Örüyor
Ben onun şu ana kadar gerçekleştirdiği tek şeyin kendi başına çorap örmek olduğunu düşünüyorum. Aksi takdirde şu ana kadar bu alanlarda gerçekleştirdiklerinin sonucu bu olur muydu? Varsayılan, istenen ya da beklenen hedeflerden birini gerçekleştirebildi mi? Mısır rejimi bu kapsamlı kampanyasıyla özelde Mısır genelde ise Arap halklarını Hizbullah ve Lübnan'daki direniş hakkında sunmak istediği tabloya inandırabildi mi? Ben hayır diyor ve onlara "ister Mısır ister Arap dünyasında olsun kamuoyu yoklaması yapan tarafsız makamlara başvurmalarını ve gerçeği öğrenmelerini" tavsiye ediyorum. Ben bu çeşit anketlere göz gezdirdim. Onlar da bu anketler sayesinde yaptıkları suçlamalara halkın inanıp inanmadığını öğrenebilirler. Bunu yaparlarsa başarılı olamadıklarını ve ne Mısır ne de diğer Arap halklarını ikna edemediklerini göreceklerdir.
Diğer bir soru: Sami Şihab kardeşimizin tutuklanması; basın, propaganda ve siyaset alanındaki bu kampanyadan sonra, Mısır rejimi Hizbullah'ın planlamakla suçlandığı rejimi devirme operasyonundan kurtuldu mu? Bugün Mısır, rejimin güvende olduğundan emin mi? Mısır rejimi bu kampanyayla bölgesel ve uluslar arası konumunu geri kazandı mı? Tabiiki hayır. Hizbullah'ın adını karalayabildi mi? Ben size söyleyeyim: hayır. Bu kampanyanın beklenen etkilerinden biri olan Hizbullah'ı güç duruma düşürerek Lübnan seçimlerini etkileme hedefini gerçekleştirebildi mi? Aslında Hizbullah bu suçlamalarla ya da müttefiklerinin sıkıntıya düşmesiyle güç duruma düşmedi. Öyleyse Mısır rejiminin kampanyasının gerçekleştirmesi beklenen hedefi şu ana kadar gerçekleşmedi. Şayet onlar, bu basın kampanyasının devam etmesini istiyorsalar bu da onların bileceği iş. Fakat biz başlangıçtan beri bu savaşa girmeyeceğimizi söylüyoruz.
Suçumuz Filistin'e Yardım Etmek
Evet, Gazze savaşı esnasında biz çok tabii ve sağlam bir duruş sergiledik. Birkaç gün önce Mısır başkanını dinledim. "Mısır'ın öfkesi"nden söz ediyordu. Biz, yüzlerce Gazzeli çocuk ve kadın öldürülür, binlerce ev yıkılır ve Gazze Amerika ve İsrail saldırılarıyla tek başına mücadele etmek zorunda bırakılırken Mısır'ın öfkelendiğini görmek isterdik. Fakat her halükarda biz kavgaya girecek değiliz. Daha önceden söylediğimi tekrarlıyorum: Biz Mısır'da örgüt kurmadık ve bunu kurmaya da niyetlenmedik. Biz ne Mısır'ı, onun güvenliğini, rejimini, istikrarını hedef aldık ne de iç işlerine karışmaya çalıştık. Biz çok açık bir dava için çalışıyoruz. O da Filistinli kardeşlerimize yardım etme davasıdır. Bu da bizim cezalandırıldığımız suçumuzdur.
Lübnanlı ve Arap liderlerin çoğu sakin ve akılcı bir şekilde bu krizi çözüme kavuşturmaya çağırdı. Bu doğru ve biz ilk günden itibaren bunun arkasında durduk. Biz bu meseleyi kanuni ve hukuki yollarla takip ediyoruz ve bunun sonunun nereye varacağını göreceğiz. Tabi burada güvendiğimiz, saygı duyduğumuz, bu meseleyi akıllı ve sakin bir şekilde çözmeye çalışan makamlar var. Bu çabaların istenen sonucu vermesini temenni ediyoruz.
Fakat bu üç konudan ve özellikle İsrail'in tatbikatından, müzakere masasına yatırılan konulardan ve bu konularda yapılan yorumlardan bahsetmek için bana ayrılan zamanın yeterli olmayacağını biliyorum. Bu mesele çok ciddi olduğundan tek başına uzun bir zaman diliminde irdelenmelidir. Bu yüzden İsrail'le ilgili bu konuyu ileriki günlere bırakıyorum.
Bugünkü konuşmamız iki başlık üzerinde yoğunlaşacak: ilk olarak Mısır'la Hizbullah arasındaki krizi sonrasında ise subayların serbest bırakılması meselesini, uluslararası mahkeme ve soruşturma, Refik Hariri'nin suikastı davasını inceleyeceğiz.
Fakat konuşmama başlamadan önce Lübnan ve bütün dünyadaki işçilerin işçi bayramını kutluyor ve Allah'tan bugünün bir bayrama, işçiler için onların sendikaları, işçi birlikleri, hükümetler ve siyasi güçler için bir fırsata, işçi sınıflarının isteklerinin dinlendiği ve sorunlarının çözümü için ciddi çalışmaların yürütüldüğü bir güne dönüşmesini diliyorum.
Bu işçiler peygamberlerin nezdinde Allah yolundaki mücahitler gibidir. Onlar mücahitler mertebesindedirler. Peygamber bir hadisinde onların makamlarını derecelerini zikrediyor ve bizim ilgimizi hak ettiklerini söylüyor.
Kampanya Hız Kesmeden Devam Ediyor
Yeniden üzerinde duracağımız konuya dönüyorum. İlk başlığımız Mısır rejimiyle olan kriz meselesiyle alakalı demiştim. Bildiğiniz gibi Mısır Başsavcısının bir kardeşimize ve başka insanlara yönelik yaptığı suçlamalar ve iddiaların ilan edildiği günden bu yana 3 haftadan fazla bir zaman geçti. Bu süreç içerisinde şuana kadar hızını kesmemiş geniş kapsamlı bir siyaset ve basın alanında kampanya yürütüldü ve bu kampanyaya başkanlıktan başlayarak ilgili bakanlıklar ve ilgili güçlere, basın organlarına kadar herkes katıldı.
Buna aynı zamanda Mısır'ın içinde ve dışardan da Arap güçler destek oldular. O esnada açık sözlülükle konuştum ve bu konuyu yorumladım. Biz, Hizbullah olarak bu sözlerle yetindik ve Mısır rejimiyle siyasi ve basın alanında çatışmaya girmedik, bu çatışmada taraf da olmadık.
Öyleyse geçen haftalar boyunca tanık olduğumuz ve hala devam eden şey, Mısır rejiminin tek taraflı olarak yürüttüğü siyaset ve basın alanındaki savaştır. Aslında bu kampanyayı yorumlama mahiyetinde şunu söylemek istiyorum: Eğer bahsettikleri iddialar gerçek olsaydı, ellerinde gerçek bir dosya olsaydı bunca kampanyaya ihtiyaç duymazlardı. Mantıklı olsalardı bu küfürleri savurmaz, Mısır rejimindeki üst düzey yetkililer, genel yayın yönetmenleri ve gazeteciler bu basit ve alçak ifadeleri kullanmazlardı. Onlar başlangıçtan beri bu meselenin hukuksal olduğunu söylüyorlar. Bu mesele gerçekten hukuk meselesi olsaydı basın ve siyasi alanda neden bu kadar çabaya ihtiyaç duydular. Şimdi soruyorum Mısır rejimi Hizbullah'a yönelik bu kampanyasından ne kazandı? Benim kanımca hiçbir şey.
Mısır Kendi Başına Çorap Örüyor
Ben onun şu ana kadar gerçekleştirdiği tek şeyin kendi başına çorap örmek olduğunu düşünüyorum. Aksi takdirde şu ana kadar bu alanlarda gerçekleştirdiklerinin sonucu bu olur muydu? Varsayılan, istenen ya da beklenen hedeflerden birini gerçekleştirebildi mi? Mısır rejimi bu kapsamlı kampanyasıyla özelde Mısır genelde ise Arap halklarını Hizbullah ve Lübnan'daki direniş hakkında sunmak istediği tabloya inandırabildi mi? Ben hayır diyor ve onlara "ister Mısır ister Arap dünyasında olsun kamuoyu yoklaması yapan tarafsız makamlara başvurmalarını ve gerçeği öğrenmelerini" tavsiye ediyorum. Ben bu çeşit anketlere göz gezdirdim. Onlar da bu anketler sayesinde yaptıkları suçlamalara halkın inanıp inanmadığını öğrenebilirler. Bunu yaparlarsa başarılı olamadıklarını ve ne Mısır ne de diğer Arap halklarını ikna edemediklerini göreceklerdir.
Diğer bir soru: Sami Şihab kardeşimizin tutuklanması; basın, propaganda ve siyaset alanındaki bu kampanyadan sonra, Mısır rejimi Hizbullah'ın planlamakla suçlandığı rejimi devirme operasyonundan kurtuldu mu? Bugün Mısır, rejimin güvende olduğundan emin mi? Mısır rejimi bu kampanyayla bölgesel ve uluslar arası konumunu geri kazandı mı? Tabiiki hayır. Hizbullah'ın adını karalayabildi mi? Ben size söyleyeyim: hayır. Bu kampanyanın beklenen etkilerinden biri olan Hizbullah'ı güç duruma düşürerek Lübnan seçimlerini etkileme hedefini gerçekleştirebildi mi? Aslında Hizbullah bu suçlamalarla ya da müttefiklerinin sıkıntıya düşmesiyle güç duruma düşmedi. Öyleyse Mısır rejiminin kampanyasının gerçekleştirmesi beklenen hedefi şu ana kadar gerçekleşmedi. Şayet onlar, bu basın kampanyasının devam etmesini istiyorsalar bu da onların bileceği iş. Fakat biz başlangıçtan beri bu savaşa girmeyeceğimizi söylüyoruz.
Suçumuz Filistin'e Yardım Etmek
Evet, Gazze savaşı esnasında biz çok tabii ve sağlam bir duruş sergiledik. Birkaç gün önce Mısır başkanını dinledim. "Mısır'ın öfkesi"nden söz ediyordu. Biz, yüzlerce Gazzeli çocuk ve kadın öldürülür, binlerce ev yıkılır ve Gazze Amerika ve İsrail saldırılarıyla tek başına mücadele etmek zorunda bırakılırken Mısır'ın öfkelendiğini görmek isterdik. Fakat her halükarda biz kavgaya girecek değiliz. Daha önceden söylediğimi tekrarlıyorum: Biz Mısır'da örgüt kurmadık ve bunu kurmaya da niyetlenmedik. Biz ne Mısır'ı, onun güvenliğini, rejimini, istikrarını hedef aldık ne de iç işlerine karışmaya çalıştık. Biz çok açık bir dava için çalışıyoruz. O da Filistinli kardeşlerimize yardım etme davasıdır. Bu da bizim cezalandırıldığımız suçumuzdur.
Lübnanlı ve Arap liderlerin çoğu sakin ve akılcı bir şekilde bu krizi çözüme kavuşturmaya çağırdı. Bu doğru ve biz ilk günden itibaren bunun arkasında durduk. Biz bu meseleyi kanuni ve hukuki yollarla takip ediyoruz ve bunun sonunun nereye varacağını göreceğiz. Tabi burada güvendiğimiz, saygı duyduğumuz, bu meseleyi akıllı ve sakin bir şekilde çözmeye çalışan makamlar var. Bu çabaların istenen sonucu vermesini temenni ediyoruz.
Dünyada bizi savunan ve bizim tarafımızda yer alan herkese teşekkür ediyorum
Burada Arap-İslam dünyası ve özelde bütün dünyada bizi cesurca savunan herkese takdir ve teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Bu kişiler direnişi müdafaa etmeleri sebebiyle sıkıntı çektiler. Ben özellikle Mısır içinde bizi müdafaa edenlere teşekkür ediyorum. Onlar aslında Lübnan'daki direnişi savunurken Mısır'ı savunuyorlardı. Çünkü meydana gelen olaylar Hizbullah'ı değil Mısır'ın şanını lekelemiştir. Bu kişilere bizim yanımızda yer aldıkları için teşekkür ediyorum. Bu hakkın, direnişin, ümmetin ve vicdanın yanında yer almaktı. Hizbullah'ın ya da herhangi bir grubun yanında yer almak değil. Aslında bu her şeyin ötesinde Allah'ın, tarihin ve ümmetimizin uzun senelerdir yürüttüğü savaşın tarafında yer almaktı.
Mısırlı yetkililere diyorum ki; eğer isterseniz kampanyanıza devam edin bu sizin bileceğiniz bir iş. Fakat bu size fayda sağlamayacak ve zaman geçtikçe bıkkınlık verici bir iş olacak. Ve yine size diyorum ki; kampanyalarınız ve suçlamalarınızla bize çok büyük bir hizmet sundunuz, size teşekkür ediyoruz. Burada bu hizmeti açıklayacak değilim zamanla ne olduğu ortaya çıkacaktır.
BM Genel Sekreterinin Garip Tavrı
Bu bağlamda BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon'un olaya karışıp Hizbullah'ın Mısır'da örgüt kurmasıyla ilgili ilginç açıklamalarda bulunması ve özel temsilcisini Kahire'ye göndermesi dikkat çekiciydi. Ben burada Ban Ki-Mon'un konuşma metninden bir alıntı yapmak istiyorum. Ban Ki-Mon Hizbullah, Mısır ve örgüt meselesinden bahsederken şöyle diyor: "Hizbullah'ın Mısır toprakları aracılığıyla Gazze'deki milislere yardım ettiğini açıkça itiraf etmesi benim için korkunç bir şey."
Bütün dünyanın gözü önünde Gazze'de katliam yapılırken, çoğunluğunu kadın ve çocuğun oluşturduğu 1300'den fazla insan şehit düşer, ambargonun gölgesi altındaki Gazze'de yasaklanmış silahlar kullanılır, BM'ye bağlı kuruluşların merkezlerinde Filistinli siviller öldürülürken Ban Ki-Mon bu ifadeleri kullanmadı. Sıra Lübnan meselesine geldiğinde Hizbullah'tan bahsetmeyip eleştiri ve suçlamalardan bahsetti. Ama İsrailli örgütlerden konuşulunca Lübnan hükümetinin 23 Nisan'da emekli bir Lübnanlı subayın ve beraberinde 3 kişinin İsrail lehine casusluk yaptığı suçlamaları hakkında "eğer bu iddialar gerçekse bunun İsrail tarafından Lübnan'ın egemenliğine yapılmış bir saldırı olacağını" söyledi.
Öte yandan Ban Ki-Mon temsilcisini Kahire'ye gönderdi. Temsilci uzun, kapsamlı, tehlikeli açıklamalar yaptı fakat "eğer bu suçlamalar doğruysa" diye bir ifade kullanmadı. Çünkü mesele şu ana kadar hukuksal olarak kapanmış değil. Suçlama hala aynı. Suçlamalar doğruysa diye bir ifade kullanmadı ve belirli bir tavır içine girdi.
Mısırlı yetkililere diyorum ki; eğer isterseniz kampanyanıza devam edin bu sizin bileceğiniz bir iş. Fakat bu size fayda sağlamayacak ve zaman geçtikçe bıkkınlık verici bir iş olacak. Ve yine size diyorum ki; kampanyalarınız ve suçlamalarınızla bize çok büyük bir hizmet sundunuz, size teşekkür ediyoruz. Burada bu hizmeti açıklayacak değilim zamanla ne olduğu ortaya çıkacaktır.
BM Genel Sekreterinin Garip Tavrı
Bu bağlamda BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon'un olaya karışıp Hizbullah'ın Mısır'da örgüt kurmasıyla ilgili ilginç açıklamalarda bulunması ve özel temsilcisini Kahire'ye göndermesi dikkat çekiciydi. Ben burada Ban Ki-Mon'un konuşma metninden bir alıntı yapmak istiyorum. Ban Ki-Mon Hizbullah, Mısır ve örgüt meselesinden bahsederken şöyle diyor: "Hizbullah'ın Mısır toprakları aracılığıyla Gazze'deki milislere yardım ettiğini açıkça itiraf etmesi benim için korkunç bir şey."
Bütün dünyanın gözü önünde Gazze'de katliam yapılırken, çoğunluğunu kadın ve çocuğun oluşturduğu 1300'den fazla insan şehit düşer, ambargonun gölgesi altındaki Gazze'de yasaklanmış silahlar kullanılır, BM'ye bağlı kuruluşların merkezlerinde Filistinli siviller öldürülürken Ban Ki-Mon bu ifadeleri kullanmadı. Sıra Lübnan meselesine geldiğinde Hizbullah'tan bahsetmeyip eleştiri ve suçlamalardan bahsetti. Ama İsrailli örgütlerden konuşulunca Lübnan hükümetinin 23 Nisan'da emekli bir Lübnanlı subayın ve beraberinde 3 kişinin İsrail lehine casusluk yaptığı suçlamaları hakkında "eğer bu iddialar gerçekse bunun İsrail tarafından Lübnan'ın egemenliğine yapılmış bir saldırı olacağını" söyledi.
Öte yandan Ban Ki-Mon temsilcisini Kahire'ye gönderdi. Temsilci uzun, kapsamlı, tehlikeli açıklamalar yaptı fakat "eğer bu suçlamalar doğruysa" diye bir ifade kullanmadı. Çünkü mesele şu ana kadar hukuksal olarak kapanmış değil. Suçlama hala aynı. Suçlamalar doğruysa diye bir ifade kullanmadı ve belirli bir tavır içine girdi.
Ban Ki-Mon BM'yi siyonist İsrail'in lehine kullanıyor
En nihayetinde açıklamalara devam eden BM Genel sekreteridir. Bu konudan daha sonra bahsedeceğiz. Bunun Lübnan'daki telekomünikasyon ağıyla ilgisi bulunuyor. Burada Lübnanlıların alınan acil kararlar, insanları korkutma ve istikrarı tehdit etme sebebiyle neredeyse büyük bir felakete neden olacak telekomünikasyon ağını hatırladıklarını görüyoruz" Ban Ki-Mon İsrail'in ve Siyonist projenin lehine BM'yi Hizbullah'la bölgedeki direniş hareketleriyle, bölge halkıyla ve vicdanıyla savaşa sürüklüyor. Bu, ne BM'ye ne de onun konumuna uygun bir durumdur.
Bu bağlamda dünyanın birçok yerinde geniş ve büyük kampanyalara tanık oluyoruz. Bu kampanya daha önce de vardı. Fakat gün geçtikçe büyüyecek. Bu tabiiki konumumuzun, ehemmiyetimizin ve benimsediğimiz ve onun için çalıştığımız davamızın önemli oluşunun neticesidir. Bu bağlamda, Amerika Dışişleri Bakanlığının bugün Hizbullah'ı en önemli terörist grupları arasına koyan raporu yer alıyor. Buna ek olarak İsrail, Hizbullah'ı uyuşturucuya gark olmakla suçluyor. Yani bu Hizbullah'ı terörist ve uyuşturucu bağımlısı, öldürme, yalan ve mafyayla ilişkisi olan bir grup şeklinde tasvir etme çalışmasıdır. Oysa ki bunun gerçekle hiçbir ilişkisi yoktur. Çünkü Hizbullah gerçek, şerefli, temiz, sabırlı, ihlaslı, mücadeleci, dürüst bir direniştir. Onlar için Hizbullah ciddi ve galip bir direniş olduğu için sorun oluşturmaktadır.
Suçumuz Duruşumuz!
Bütün bu karalama çalışmalarının sebebi bizim duruşumuz, Siyonist projeyi ve toprak işgal eden, ümmetin mukaddesatını çiğneyen bir varlık olarak İsrail'i tanımayı reddediyor oluşumuzdur. Çünkü biz Amerika'nın Lübnan ve bölgemizdeki hakimiyetini tanımıyoruz. Bizim suçumuz bu. Şimdi biz Amerikalılarla bağlantı kuracak, onlara Arap-İsrail çatışmasıyla, ümmetin meselesi olan Filistin meselesiyle ilişkimiz olmadığını, hatta Lübnan'ı savunmayla ilgilenmediğimizi ve silahımızın Lübnan'ın düşmanı İsrail'e yönelmeyeceğini söyleyecek olsak ortada sorun kalmayacak, terörist damgası üzerimizden kalkacak ve hiçbir şekilde suçlanmayacağız. Bize yönelttikleri suçlamalardan ötürü özür dileyecekler. Öte yandan içerdeki karışıklıklar için silahlanmamıza karışmayacaklar. Çünkü onların içeriye yöneltilecek silahlarla sorunları yok. Amerikalı ve İsraillilerin bizim silahımızla olan sorunları bu silahın asıl amacının saldırı ve İsrail işgaline karşı olmasıdır. Gerçek sebep budur başka sebep yoktur. Bu işi bırakıp kabuk değiştirsek ve tüfeği bir kenara bıraksak Amerika ve Arap basınının övdüğü demokratik, modern bir örnek oluruz.
Bu yüzden Lübnan'da ve Arap-İslam aleminde bulunan direniş kitlesine üzülmemeleri ve ümitsizliğe kapılmamaları gerektiğini söylüyorum. Size, Filistin, Lübnan ya da dünyanın her hangi bir yerindeki direnişçilere yöneltilen suçlamalar, kötü sözler çok doğal şeylerdir. Çatışmanın yapısı, hakkını ve şerefini müdafaa etmeye çalışan bir halkın tabiatı budur. Öldürülmek, esir düşmek, sürülmek ve evlerin yıkılması gibi suçlanmak, küfredilmek ve lanetlenmek de bu savaşın bir parçasıdır.
Bu bağlamda dünyanın birçok yerinde geniş ve büyük kampanyalara tanık oluyoruz. Bu kampanya daha önce de vardı. Fakat gün geçtikçe büyüyecek. Bu tabiiki konumumuzun, ehemmiyetimizin ve benimsediğimiz ve onun için çalıştığımız davamızın önemli oluşunun neticesidir. Bu bağlamda, Amerika Dışişleri Bakanlığının bugün Hizbullah'ı en önemli terörist grupları arasına koyan raporu yer alıyor. Buna ek olarak İsrail, Hizbullah'ı uyuşturucuya gark olmakla suçluyor. Yani bu Hizbullah'ı terörist ve uyuşturucu bağımlısı, öldürme, yalan ve mafyayla ilişkisi olan bir grup şeklinde tasvir etme çalışmasıdır. Oysa ki bunun gerçekle hiçbir ilişkisi yoktur. Çünkü Hizbullah gerçek, şerefli, temiz, sabırlı, ihlaslı, mücadeleci, dürüst bir direniştir. Onlar için Hizbullah ciddi ve galip bir direniş olduğu için sorun oluşturmaktadır.
Suçumuz Duruşumuz!
Bütün bu karalama çalışmalarının sebebi bizim duruşumuz, Siyonist projeyi ve toprak işgal eden, ümmetin mukaddesatını çiğneyen bir varlık olarak İsrail'i tanımayı reddediyor oluşumuzdur. Çünkü biz Amerika'nın Lübnan ve bölgemizdeki hakimiyetini tanımıyoruz. Bizim suçumuz bu. Şimdi biz Amerikalılarla bağlantı kuracak, onlara Arap-İsrail çatışmasıyla, ümmetin meselesi olan Filistin meselesiyle ilişkimiz olmadığını, hatta Lübnan'ı savunmayla ilgilenmediğimizi ve silahımızın Lübnan'ın düşmanı İsrail'e yönelmeyeceğini söyleyecek olsak ortada sorun kalmayacak, terörist damgası üzerimizden kalkacak ve hiçbir şekilde suçlanmayacağız. Bize yönelttikleri suçlamalardan ötürü özür dileyecekler. Öte yandan içerdeki karışıklıklar için silahlanmamıza karışmayacaklar. Çünkü onların içeriye yöneltilecek silahlarla sorunları yok. Amerikalı ve İsraillilerin bizim silahımızla olan sorunları bu silahın asıl amacının saldırı ve İsrail işgaline karşı olmasıdır. Gerçek sebep budur başka sebep yoktur. Bu işi bırakıp kabuk değiştirsek ve tüfeği bir kenara bıraksak Amerika ve Arap basınının övdüğü demokratik, modern bir örnek oluruz.
Bu yüzden Lübnan'da ve Arap-İslam aleminde bulunan direniş kitlesine üzülmemeleri ve ümitsizliğe kapılmamaları gerektiğini söylüyorum. Size, Filistin, Lübnan ya da dünyanın her hangi bir yerindeki direnişçilere yöneltilen suçlamalar, kötü sözler çok doğal şeylerdir. Çatışmanın yapısı, hakkını ve şerefini müdafaa etmeye çalışan bir halkın tabiatı budur. Öldürülmek, esir düşmek, sürülmek ve evlerin yıkılması gibi suçlanmak, küfredilmek ve lanetlenmek de bu savaşın bir parçasıdır.
Bize saldırıp hakaret etmekle hiç hedefinize ulaşamazsınız
Bu dosyada son nokta olarak; Mısır'da bu kampanyaları yürütenlere, Arap dünyası ya da diğer dünya ülkelerinde de buna benzer kampanyalar yapanlara "paranızı ve çabanızı boşa harcıyorsunuz" diyorum. Eğer "küfretme, lanetleme, iftira ve suçlama kampanyalarının bize, irademize, azmimize ve imanımıza zarar vereceğini zannediyorsanız yanılıyorsunuz."
Temmuz savaşında boyunuzun ölçüsünü aldınız. 33 gün boyunca bombardıman altında kaldık. Neredeyse bütün dünya Güvenlik Konseyinden, sekiz ülkeye, Arap ve dünya ülkelerindeki karar alınan başkentlere kadar- bizi kınadı ve hakkımızda gerçekten çok acımasız fetvalar çıkardılar. Her yerden suçlamalarla karşılaştık. Öldürülüyor ve bombalanıyorduk. Ailemiz, kadınlarımız, babalarımız, annelerimiz, çocuklarımız Lübnan'ın farklı yerlerine, Suriye ve başka ülkelere sürüldüler. Fakat bu tarihi savaş süresince azmimiz kırılmadı, irademiz zayıflamadı, imanımız sarsılmadı. Biz Allah'a, kıyamet gününe, davamıza, yolumuza, gidişatımıza, davamızın haklılığına ve bu hakka iman ehliyiz. Bu sayede bütün bunların bizdeki iman, azim ve iradeyi sarsacağını düşünmeyin."
Bu dosyada son nokta olarak; Mısır'da bu kampanyaları yürütenlere, Arap dünyası ya da diğer dünya ülkelerinde de buna benzer kampanyalar yapanlara "paranızı ve çabanızı boşa harcıyorsunuz" diyorum. Eğer "küfretme, lanetleme, iftira ve suçlama kampanyalarının bize, irademize, azmimize ve imanımıza zarar vereceğini zannediyorsanız yanılıyorsunuz."
Temmuz savaşında boyunuzun ölçüsünü aldınız. 33 gün boyunca bombardıman altında kaldık. Neredeyse bütün dünya Güvenlik Konseyinden, sekiz ülkeye, Arap ve dünya ülkelerindeki karar alınan başkentlere kadar- bizi kınadı ve hakkımızda gerçekten çok acımasız fetvalar çıkardılar. Her yerden suçlamalarla karşılaştık. Öldürülüyor ve bombalanıyorduk. Ailemiz, kadınlarımız, babalarımız, annelerimiz, çocuklarımız Lübnan'ın farklı yerlerine, Suriye ve başka ülkelere sürüldüler. Fakat bu tarihi savaş süresince azmimiz kırılmadı, irademiz zayıflamadı, imanımız sarsılmadı. Biz Allah'a, kıyamet gününe, davamıza, yolumuza, gidişatımıza, davamızın haklılığına ve bu hakka iman ehliyiz. Bu sayede bütün bunların bizdeki iman, azim ve iradeyi sarsacağını düşünmeyin."
Serbest bırakılan generaller meselesi
Seyyid Hasan Nasrullah, konuşmasının devamından serbest bırakılan 4 Lübnanlı generalle ilgili meseleye değindi. Nasrullah "Generallerin serbest bırakılması da göstermektedir ki bir önceki mahkeme, yanlış yolda seyretmekteydi. Uluslararası mahkemenin kararı, bir önceki mahkemenin adil olmadığını, uluslarası ölçülere uygun olmadığını göstermektedir" dedi.
4 generalin şimdiye kadar haksız ve siyasi gerekçelerle tutuklu kaldığını belirten Nasrullah "Generallerin, şahidlerden Zahir Sadık'ın yalancı olduğunun açığa çıkmasından sonra serbest bırakılmaları gerekiyordu, 4 yıl sonra değil" dedi.
Seyyid Nasrullah, konuşmasının devamında, yalan şahitlik yaparak generallerin hapis yatmasına yol açanların cezalandırılması çağrısında bulundu.
Hariri'ye suikast düzenleme ihtimali olanların arasına İsrail'in de dahil edilmesini isteyen Nasrullah "Haririye suikast düzenleyenler arasında İsrail de olabilir. Çünkü İsrail'in bunda çıkarı olacaktır. İsrail, Amerika ordusunun Lübnan ve Suriye'ye girebilmesi için iç ya da bölgesel bir savaş istiyordu. Hariri suikasti de bu planlarının kapısını açacaktı" dedi.
Bilindiği üzere Lübnan mahkemesinde, Refik Hariri suikastinden yargılanan 4 general, uluslararası mahkeme tarafından serbest bırakılmıştı.
* Seyyid Hasan Nasrullah'ın 01.05.2009 tarihinde yaptığı bu konuşması, Gülşen Topçu tarafından İsra Haber için tercüme edilmiştir.
Seyyid Hasan Nasrullah, konuşmasının devamından serbest bırakılan 4 Lübnanlı generalle ilgili meseleye değindi. Nasrullah "Generallerin serbest bırakılması da göstermektedir ki bir önceki mahkeme, yanlış yolda seyretmekteydi. Uluslararası mahkemenin kararı, bir önceki mahkemenin adil olmadığını, uluslarası ölçülere uygun olmadığını göstermektedir" dedi.
4 generalin şimdiye kadar haksız ve siyasi gerekçelerle tutuklu kaldığını belirten Nasrullah "Generallerin, şahidlerden Zahir Sadık'ın yalancı olduğunun açığa çıkmasından sonra serbest bırakılmaları gerekiyordu, 4 yıl sonra değil" dedi.
Seyyid Nasrullah, konuşmasının devamında, yalan şahitlik yaparak generallerin hapis yatmasına yol açanların cezalandırılması çağrısında bulundu.
Hariri'ye suikast düzenleme ihtimali olanların arasına İsrail'in de dahil edilmesini isteyen Nasrullah "Haririye suikast düzenleyenler arasında İsrail de olabilir. Çünkü İsrail'in bunda çıkarı olacaktır. İsrail, Amerika ordusunun Lübnan ve Suriye'ye girebilmesi için iç ya da bölgesel bir savaş istiyordu. Hariri suikasti de bu planlarının kapısını açacaktı" dedi.
Bilindiği üzere Lübnan mahkemesinde, Refik Hariri suikastinden yargılanan 4 general, uluslararası mahkeme tarafından serbest bırakılmıştı.
* Seyyid Hasan Nasrullah'ın 01.05.2009 tarihinde yaptığı bu konuşması, Gülşen Topçu tarafından İsra Haber için tercüme edilmiştir.