Ne 'sorun'u?
Modern bakış açısının getirdiği hayata, eşyaya, hadiselere ve tarihe parçalı bakışla birlikte gerçeklerle yüzleşmekten ve onları ifade etmekten korkmamız ve kurgulanmış dünyamızda yaşamamız, meselelerimize doğru teşhis koymamıza, dolayısıyla doğru tedaviye de mani olmaktadır. Türkiye'nin bir Kürt veya Güneydoğu "sorun"u yoktur; "sorun", Türkiye "sorun"udur.
Vücutta her bir organın, hatta her bir hücrenin elbette kendine ait bir varlığı varsa da, bir de vücudun, organların ve hücrelerin tamamıyla münasebet içinde varlığı vardır. Bu sebeple, herhangi bir organdaki hastalık, hatta kanserde olduğu gibi bir hücrenin devreden çıkması, bütün vücudu ölüme götürebilmektedir. O halde, vücudu ölüme götüren hastalık, sadece bir organa ait değil, vücudun tamamına ait fakat uygun zemin bulduğu bir organda ortaya çıkan, vücut direncinin ve vücudun kendi kedine tedavi kabiliyet ve mekanizmasının da tedaviye yetmediği bir hastalıktır. Her bir ülke, devleti, halkı, bütün müesseseleri, tarihi, ekonomisi vb. ile bir bünyedir. Bu bünye içinde her bir ferdî varlığın, bünyenin tamamıyla münasebeti söz konusudur. İşte, nasıl herhangi bir organda ortaya çıkan hastalık temelde vücuda aitse ve onun, hatta vücudun en uçtaki bir yaranın bile tedavisi için bütün vücut harekete geçiyorsa, bunun gibi, bir ülkedeki özellikle temel bir "sorun" da uygun organda ortaya çıkan fakat ülke bünyesine ait bir "sorun"dur ve tedavisi bütün ülke çapında bir tedavi ile mümkün olabilir.
Türkiye Cumhuriyeti, büyük ölçüde insan fıtratı, toplumunun dokusu, yani psikolojik, sosyolojik, tarihî vb. pek çok gerçeğe zıt bir istikamette yol almaya çalıştı. Üzerinde ciddî durulması gereken bir gerçek olarak, kendine has özellikleri içindeki herhangi bir yapıyı, medeniyeti, özellikle bu yapı ve medeniyet hayatın tamamını kuşatan ve kendi fert ve toplumunu inşa eden İslâm içinde yoğrulmuşsa, onu bir başka yapıya, medeniyete dönüştürmek mümkün değildir.
Konuyla ilgili ikinci önemli bir gerçek olarak, her bakımdan kapsamlı bir din olma özelliğini yitirmiş başka dinlerden çıkanlar bozulmuş süt gibi olup, işe yarar bazı yanları her zaman bulunabilir. Fakat dine ait bütün unsurları hem de sahih şekliyle kendinde barındıran İslâm'dan çıkan bir insan ve unsur ise ancak bozulmuş tereyağına benzer ve zehirli bir unsur haline gelir. Bunun yanı sıra, hayatı kuşatan bir din içinde yoğrulmuş, genellikle kalbiyle, ruhuyla ve hisleriyle hareket eden Türkiye ve Doğu insanının gerçek hareket motoru ve mekanizması da dindir.
Türkiye Cumhuriyeti ise, tarihî, pratik ve aktüel bazı sebeplerin yanı sıra, derindeki ve tepedeki hâkim kadronun inanç, dünya görüşü, hayata ve eşyaya bakış ve hayat tarzı açılarından İslâm'dan ve İslâm hassasiyetli halktan kopuk olması sebebiyle İslâm ve halk ile arasına koyduğu mesafeyi bir türlü ayarlayamamış, hatta İslâm'ı mahkûm etmeye çalışmıştır. Buna söz konusu kadrodaki bazı unsurların temel cibillî farklılıkları da eklenince bu mesafe daha da derinleşmiş ve bir korku tüneli halini almıştır. Mesafeyi doldurma adına icat edilen ideoloji(ler) ve ideolojik milliyetçilik, ancak bünyede yeni yeni yaralar açmıştır.
31 Mart'tan Ermeni meselesine, bir zaman ayaklanmalar, derken anarşi, darbeler ve şimdi teröre kadar bütün meselelerimizin temelinde baş ile bünye arasındaki söz konusu doku uyumsuzluğu, bu uyumsuzluğun getirdiği başın gövdeden sürekli endişe içinde olması ve bünyenin kendine verilmeye çalışılan şekilleri kabul edememesi yatmaktadır. Yıllarca bütün iç ve dış politika tercihlerini tayin eden söz konusu temel endişe ve korku, ona rağmen sürdürülmeye çalışılan, paradoksal biçimde ona dayanan bir hâkimiyetin devamı için kullanılmakta, terör de bunu beslemektedir.
İşte Kürt veya Güneydoğu "sorun"u denilen "sorun", böyle temel bir Türkiye "sorunu"dur; temelde iç bünyeye ait, iç bünyenin maruz bulunduğu bir "sorun" olduğu içindir ki, her türlü dış etkiye de açıktır. Ve tedavi, bütün bünye çapında uygulanmadıkça kesin ve kalıcı çözüm söz konusu değildir. Terör bitse mutlaka başka "sorun"lar ortaya çıkacaktır.
Ali Ünal / Zaman