Hiç kuşkusuz Rahman-ı Teâla'nın düzenlemiş olduğu tüm olgularda sayısız hikmetler vardır. Buna binaen gerek zaman olgusunun diziliminde; gerek ibadî olguların diziliminde zahirî ve batınî hikmetler de boy göstermektedir. Misâl, namazdan önce abdest, abdestten önce guslün gerekliliği birer farziyet olmakla birlikte, aynı zamanda hikmetler manzumesidir. İşte! bu açıdan bakıldığında, zaman olgusunun içerisinde hicretin önündeki ve arkasındaki zaman oluşumları da hikmet ve öğretilerle doludur: 01. Muharrem. 0001 tarihini başlangıç alır isek, sonraki gelen aylar, farklı birer anlam kazanmaktadır. Özellikle içerisinde mübarek gün ve geceleri barındıran Recep, Şaban, Ramazan, Şevval ve Zilhicce gibi... Zira hicret şuuruna ermiş ve hicret etmiş bir mü'min, hicretini anlamlı ve güçlü kılma adına bir yandan ibadî emirleri yerine getirir, diğer yandan Bedir, Uhud, Hendek gibi büyük savaşımları, mücadeleleri vererek mahallini koruma altına alır. Zaman dizilimindeki öğretiyi çözebilmek için, 01. Muharrem. 0001 tarihine yaklaşmayı esas alır isek, farklı bir manzara ortaya çıkacaktır, fakat nihayette varılan nokta aynı olacaktır.
Recep, Şaban gibi mübarek ayları manevî değerler ile anlamlı kılan mü'min, Ramazan ayı ile, nefis terbiyesinde zirveye çıkacak, helallerden bile beri durmayı pratize edebilecektir. Heran ayakta tuttuğu namaz direğini daha da kavileştirecek, bayram neş'esi ile Şevvali kutlayacak, Zilhiccede hacc şuuru ile donanacak, sayy ile tembellikten tevekküle koşacaktır. İman ve islam deryasında bir zerre olarak tavaf ederek"lebbeyk, lebbeyk " diyecek, Arafatta irfanı, meşar da şuuru, mina da ihlası kavrayıp, tüm irili ufaklı şeytan ve şeytancıkları taşlayıp; İbrahimî bir ruh ile İsmailini kurban ederek arınma yolculuğunu tamamlayacaktır. Şehvet ve dünyaperest damarlarını koparan bu yolcu, Zilhicce' den sonra Hicret ayı Muharrem'e kavuşacaktır. Kurban olmayı ve kurban etmeyi göze almış bir mü'min için artık kolaydır fakat hicretle birlikte mücadele şeditleşecektir. Bu sebeble, hicret sonrası mücadele, hicret öncesi hazırlığın nasıl olduğuna çok bağlıdır. Hicret öncesi olgunluk ve sonrası nasıl olacaktır? Hicret nedir? bu sorular ile hicreti anlatmaya çalışalım: Hicret, bir noktadan başka bir noktaya kalp, ruh, beden gibi hallerle göç etmektir. Evveli, esfel-i safilinden insaniyet makamına göçtür. İnsaniyet halinde içerideki benliğin terbiye edilmesidir. Dışarıdaki benlik, içerideki benliğe hicret eder. Bu dışı ve içi bir olan tek benlik, Rabbine hicret ederek ehl-i tevhid olur. Bu Tevhid anlayışı, tebliği ve diğer ehli tevhidleri, o da bela ve sıkıntıları doğuracaktır. Bela ve sıkıntılar ya gevşemeye, ya da sabırla mücadeleye dönüşecektir. Gevşeme, dünyevî rahatlığın yanında zilleti ve uhrevî azabı; Sabırla dik durma, dünyevî sıkıntı ile birlikte izzeti ve uhrevî kurtuluşu getirecektir. Tevhidin, toplum otoritesi tarafından tanınmaması, ehl-i tevhidin aşağılanması ve dinini yaşayamaz hale gelmesi hicreti zorunlu kılacaktır. Bu hicret, bir taşınmadan ziyade, daha da zorluğa giden ancak bağımsız bir zorluğa, şuurlu bir gidiş olacaktır. Maddi sıkıntılara, özlem ve gurbete rağmen, dinin yaşanabilir olduğu bir noktaya geçiş yapılmasıdır hicret... Ya hiç dönmeme amaçlı ya da geriye dönüp fethetme amaçlı bir gidiş.
Küçük cihad ile büyük cihadın beraberce yapıldığı bir beden ve beldede muhacirlik devam edecektir. Muhacir, hicret ettiği Yesrib'i Medineleştirmek için çabalarken; Yesrib' in sokaklarını da, insanlarını da Medineleştirecektir. Zira, Mü'min Medineleştiremediği bir beldeyi terk edip, Medineleştirebileceği bir beldeye hicret etmiştir. Hele bir de vardığı yerde, Ensarını da bulmuşsa, artık hiçbir fasık toplum onlara karşı duramayacaktır. Muhacire gönlünü ve yurdunu açmış bir ensar olmak ne kadar da şerefli bir haldir. Din için, ilahî bir dava için yerini yurdunu terk edip, gurbete gelen muhacire sahip çıkmak, kalp ve ruh muhaciri olan ensarın şanıdır.
Diğer bir yönden Hicret, tıkanmışlığı, tembelliği ve acizliği mazeret olarak sunamamanın sonucudur. Çünkü Rabbi Teâla,"Nisa 4 /97,98: Melekler, kendilerine zulmeden kişilerin canlarını aldıklarında, onlara,"Ne işte idiniz?" derler. Onlar da: "Biz yer yüzünde zayıf kimselerdik." derler. Melekler: "Allah'ın yeryüzü geniş değil miydi, siz de orada hicret etseydiniz ya?" derler. İşte bunların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü gidiş yeridir. Ancak gerçekten aciz ve zayıf olan, çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar hariç..." buyurmaktadır.
Ve Hicret, samimiyetin ve tevhidin diğer bir adıdır. Bu konuda Rabbi Tâla "Nisa 4 /89 : Onlar, küfür işledikleri gibi, sizin de küfür işleyip kendileriyle bir olmanızı arzu ettiler. Onun için, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dost edinmeyin. Eğer bundan yüz çevirirlerse onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün; Onlardan ne bir dost, ne de bir yardımcı edinmeyin." buyurur. İman ve İslam adına dik duramayan tağuti rejimlerin dayatnalarını sipariş fetvalarla geri adım atarak, dinin akidevî ve amelî ayetlerini fûruata indirgeyenler, hicreti tarihte olmuş bitmiş bir vakıa olarak görenlerdir. Oysa, Allah Rasulü (a.s.v.): " Küffarla kıtal edildiği müddetçe, hicret sona ermeyecektir." Buyurarak hicretin devamlılığına vurgu yapmıştır."Fetihten sonra hicret yoktur." hadisi şerifi ise ulema tarafından Medine ile kayıtlanmıştır. Her mü'min, hicreti göze alabilmelidir, hicreti göze alamayanlar, herzaman yanlarına zilleti almışlardır.
Veyahut, Mü'min, İman ve İslamın yeşereceği, kökleneceği bir kalp ve ruh ile, Tevhidin ensarıdır. İç ebu cehillerin, iç bedir de vurulduğu savaşta, kalben biatlı bir ensar, muhacir bir mü'mine yardım elini uzatmış, gönlünü açmış bir ensar olmalıdır. Hicreti tadan, kavrayan muhacir ve ensar topluluğu, Medime' yi hak etmiştir. Ensarlığa ve muhacirliğe hicret edemeyenler, Darun nedve'nin dayatmalarına boyun eğip imandan sonra küfre zorlanacaktır.
Kutlu Peygamberin (a.s.v.) seçkin sahabesini, Ondan sonra kılavuz olarak gördüğünü söyleyen her mü'min ya muhacir olmalı, ya da ensar... Günahlardan savaşlara muhacir; küfürden İslama muhacir; İslamın ferden dahi yaşanamaz hale geldiği beldeden, ferden yaşanacak beldeye muhacir; Ebu cehillerin söz sahibi olduğu yerden, Musabların zemin hazırladığı ve Ebul Kasım'ın (a.s.v.) söz sahibi olduğu yere muhacir; Cehenneme değil, sırati müstakimden cennete muhacir... Evet ! Mü'minin hicreti de muhacirliği de bu.
vuslat