Farsçada "yeni / new - now" ve "gün" demek olan "rûz" kelimelerinden oluşan "newrûz / nowrûz / yenigün"; kuzey yarımkürede baharın başlangıcı olarak kabul edilen her 21 Mart"ta, güneş takvimine göre yeni yılın başlangıcı olarak, özellikle de İranî ve turanî kavimler arasında ve Orta Asya"dan, Anadolu"ya kadar uzanan geniş coğrafyalarda, folklorik bir gelenek ve bir örf olarak kutlanan bir gün..
Bu kutlamayı bu coğrafyalarda, en çok da müslüman kavimler yapmaktadırlar, asırlardır. Nitekim, 21 Mart günü, Türkmenistan"ın başkenti Aşqâbâd"da, evsahibi olarak Türkmenistan Cumhurbaşkanı Qurbanguli Berdi Muhammedof başta olmak üzere, Afganistan, Tacikistan, Pakistan ve İran cumhurbaşkanları ile, hemen bütün Orta Asya devletlerinin Başbakan ve Bakan seviyesinde şahsiyetlerinin katıldığı bir uluslararası tören yapılmıştır. (Ki, bu törene, Türkiye"den de Enerji Bakanı Taner Yıldız katılmıştır.)
Resim1
Ama, Orta Asya ile pek ilgilenmeyen Osmanlı döneminde, ulemânın kaleme aldığı bazı önemli eserlerde, "newrûz" kutlamasının zerdüştlükten, mecûsîlik- ateşperestlikten geldiğine ve bu gibi kutlamalara katılmanın kişiyi itiqadî bakımdan tehlikeli sulara sürükleyeceğine, bu kutlamaların mekruh ve hattâ haram olduğuna ve bunun için de uzak durulması gerektiğine dair tavsiyeler yazılmıştır, asırlar boyu..
40-50 yıl öncelerde yayınlanan İslamî bilgilendirme kitablarında bile, aynı olumsuzluk göze çarpıyordu; daha çok da, bu geleneğin İran"ın sadece mecûsîlik dönemine aid olduğu zannıyla.. Halbuki, İslam, tamamiyle şirk ve küfürle aynîleşmiş olan eski gelenekleri redd ile, bağlılarına terkettirmiştir, ama, bazı gelenekleri, örfleri ise, kendi genel çerçevesi içinde yeniden şekillendirip, muhtevâsını kendi ölçülerine göre düzelterek devam ettirmiştir. Buna rağmen, bu gibi kutlamalarda, geçmiş asırlardan kalma bazı yanlışların, hurafelerin hâlâ da devam ettiği bilinmektedir. Bunun içindir ki, meselâ İran ulemâsı, her yıl Newrûz öncesinde, bu kutlamalardaki bazı davranışların İslam açısından kabul edilemiyeceğini ısrarla hatırlatırlar, ama o gibi âdetler yine de devam eder.
*
Bu seneki "newrûz" bayramının, kutlamalarının ilgi çekici tarafı, Abdullah Öcalan"ın, PKK kadrolarına bir "ateş-kes" ve PKK elemanlarına, Türkiye dışına çıkmaları çağrısında bulunacağı yönündeki beklenti idi. Nitekim, bu yolda, İmralı"da müebbed/ ömürboyu hapis cezasını çekmekte olan Öcalan ile BDP heyetleri ve MİT arasında yapılan görüşmelerden yansıyan haberler bu yöndeydi.
Sonunda beklenen gerçekleşti ve Öcalan"ın 21 Mart günü, Diyarbekir"deki Newrûz şenliklerinde okunmak üzere, BDP"ye -MİT aracılığıyla- ulaştırılan Öcalan mesajı, yüzbinlerin katıldığı bildirilen kitleler ve dünya kamuoyu önünde kürdçe ve türkçe olarak okundu.
*
Öcalan"ın yeni bir terminolojiyle konuşması ilginç..
Mesajında, "Binlerce yıllık bir büyük medeniyeti farklı ırklarla, dinlerle, mezheplerle kardeşçe ve dostça birlikte yaşayan Kürtler için Dicle ve Fırat, Sakarya ve Meriç nehirlerinin kardeşidir. Halay ve delilo, horon ve zeybekle hısım akraba olur. Bu büyük medeniyet kardeş topluluklar siyasi baskılarla, birbirine düşürülmeye çalışılmış, hakkı hukuku ve özgürlüğü esas almayan düzenler inşaa edilmeye çalışılmıştır. Batılı emperyalist müdahaleler baskıcı anlayışlar, Arabı, Türkü, Kürdü... vs. toplulukları sanal sınırlara, sun"î problemlere gark etmeye çalışmıştır. (")Ortadoğu ve Ortaasya halkları artık uyanıyor. Kendine ve aslına dönüyor. Birbirine karşı kışkırtıcı ve köreltici savaşlara artık dur diyor. Nevroz ateşiyle yüreği tutuşan yüz binler milyonlar artık barış diyor, kardeşlik diyor, çözüm istiyor." gibi ilginç cümleler kuran Öcalan"ın mesajının önemli özelliklerinden birisi de, herhalde, marksist olduğu dönemlerden beri kullandığı terimlerden vazgeçmeye çalışma çabası olarak görülmelidir.
Öcalan"ın, önemli bir figür olduğunu tekrar hissettirmek isteyerek de olsa, "İçinde doğduğum çaresizliğe, bilgisizliğe, köleliğe karşı bireysel isyanımla başlayan bu mücadele, her türlü dayatmaya karşı bir ruhu oluşturmayı amaçlıyordu. Bugün görüyorum ki bu haykırış bir noktaya ulaşmıştır. Bizim kavgamız hiçbir ırka, dine, mezhebe ve gruba karşı olmamıştır, olamaz. Bizim kavgamız, ezilmişliğe, geri bırakılmışlığa, baskı ve ezilmeye karşı olmuştur, bundan sonra da böyle olacaktır. Bugün artık yeni bir Türkiye"ye, yeni bir Ortadoğu"ya uyanıyoruz. Çağrımı bağrına basan gençler, yüce kadınlar, söylemlerimi baş göz üstüne diyerek kabul eden dostlar, sesime kulak kesilen insanlar, bugün yeni bir dönem başlıyor. Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyasi sürece kapı açılıyor. (")Artık silahlar sussun fikirler konuşsun noktasına geldik. Yoksayan inkar eden dışlayan modernist paradigma yerle bir oldu. Akan kan Kürdüne, Türk'üne, Laz'ına, Çerkez'ine bakmadan bu coğrafyanın ta bağrına akıyor. Ben bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğine diyorum ki, artık yeni bir dönem başlıyor. Silah değil, siyaset öne çıkıyor. Yine diyorum ki artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir. Yüreğini bana açan bu davaya inanan herkesin sürecin hassasiyetlerini sonuna kadar gözeteceğine inanıyorum. Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakmak değil daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır." şeklindeki sözleri onun için yeni bir yol arayışı mahiyetinde değerlendirilebilir.
Öcalan, "Biz onlarca yılımızı bu halk için feda ettik, büyük bedeller ödedik, helâl olsun. Bu fedakarlıkların bu mücadelelerin hiç biri boşa gitmedi. Kürtler öz benliğini, aslını ve kimliğini yeniden kazandı kutlu olsun." derken, verdiği silahlı mücadelenin hedefine vardığını söylemekte haksız sayılmaz.
Nitekim, onbinler-yüzbinler, Diyarbekir"de 21 Mart günü katıldıkları kutlamalarda bu iddiayı doğruluyorlardı ve o koskocaman alanda binlerce flama varken, T.C. devletinin hâkimiyet sembolü olan resmî bayrağa, tek bir örnek olarak bile yer verilmemişti. Bu satırların sahibi, orada şu veya bu bayrağın bulunmasından veya bulunmamasından rahatsız olmaz; ama, böylesine yeni bir başlangıç mesajı ve ümidi veren bir gelişmeyi bekleşen yüzbinlerin, liderleri devletle, hem de MİT eliyle bu kadar güvene dayalı münasebetler geliştirirken, tek bir örneğe bile yer vermiyecek şekilde T.C. devletinin hâkimiyet sembolüne uzak durmaları veya bir tavır takınıyormuş gibi bir görüntü vermeleri, bu mesajın muhtevasına uzak olduğu gibi, bir de "silahların susması" hedefini baltalamak isteyenlerin ekmeğine yağ sürecek mahiyette idi.. Sanırım, Öcalan"ın bu mesajının muhtevâsı önceden bilinseydi, o bayraklara da yer verilirdi. (Bu vesileyle belirtilmeli ki, o bayrak veya üzerinde yer alan şekiller kutsal değildir. Ve bazı kavmiyetçi cereyanların bağlılarının iddiaları aksine, "hilal" sadece, Türkiye devletine ve türk kavmine mahsus, özel bir işaret de değildir. Hilal, 900 yıl öncelerde, müslümanlarla karşı karşıya gelen Haçlı Ordularının, kendi güçlerini Haç işareti ile gösterirken, müslümanları işaretlemek için geliştirdikleri bir tarihî semboldür. Ve bugün, sadece Türkiye ve türk kavminden halkların devletleri olan Azerbaycan, KTC, Türkmenistan, Özbekistan bayraklarında değil, Malezya, Singapur, Pakistan, Tunus, Libya, Cezayir, Komor İslam Cumhuriyeti, Maldiv Adaları, Moritanya gibi müslüman halklara sahib ülkelerin- devletlerinin bayraklarında da hilal vardır.)
*
Öcalan"ın mesajında kullandığı terminolojide, her ne kadar eski söylemlerinden bazı ibareler bulunuyorsa da, onun 40 yıla yakın zamandır uzak durduğu, hattâ hafife almaya kalkıştığı bazı İslamî ıstılahları, terimleri kullanmaya başlamış olması, belki de mesajının en ilgi çekici yönü olsa gerek.. Sözkonusu mesajın son bölümünde yer alan bazı ifadeler var ki, Öcalan"ın ağzında belki de 40 yıla yakın zamandır yer almamıştı.
Meselâ; "Saygıdeğer Türkiye halkı, bugün kadim Anadolu"yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki, Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları, kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır. Gerçek anlamında bu kardeşlik hukukunda, fetih inkar red ve imha yoktur, olmamalıdır. Kapitalist moderniteye dayalı son yüzyılın baskı imha ve asimilasyon politikaları halkı bağlamayan iktidar elitinin tüm tarihi ve kardeşlik hukukunu reddeden çabaları reddetmektedir. Bu zulüm cenderesinden ortaklaşa çıkış yapmak için hepimizin Ortadoğu"nun temel iki stratejik gücü olarak, kendi öz kültür ve uygarlıklarına uygun şekilde demokratik modernimizi inşa etmeye çağırıyorum. Bu çağrıma bir cevap yok mu?
Zaman çatışmanın, birbirlerini horlamanın değil, ittifakın, birlikteliğin ve helalleşmenin zamanıdır. Çanakkale"de omuz omuza şehit düşen Türkler ve Kürtler, 1920 Meclis"ini birlikte açmışlardır. Ortak geçmişimizin ortaya koyduğu gerçek, ortak geleceğimizi de birlikte kurmamız gerektiğidir. TBMM"nin kuruluşundaki ruh bugün de yeni dönemi aydınlatmaktadır. (") Tıpkı yakın tarihte Misâk-ı Millî çerçevesinde, Türklerin ve Kürtlerin öncülüğünde gerçekleşen Kurtuluş Savaşı"nın derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz. Tüm bu kesimleri eşitlikçi özgür ve demokratik ifade tarzının örgütlenmesini gerçekleştirmeye çağırıyorum. Bu toprakların tarihselliğinde önemli bir yer tutan, biz kavramının genişliği ve kapsayıcılığı, dar iktidar elitleri eliyle teke indirilmiştir. Biz kavramına, eski ruhunu vermenin zamanıdır. Bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz. Ayrıştırmak isteyenlere karşı inat birleşeceğiz.
Zamanın ruhunu okuyamayanlar tarihin çöp sepetine giderler. Suyun akışına direnenler uçuruma sürüklenirler. Ortadoğu halkları kökleri üzerinden yeniden doğmak ve ayağa kalkmak istiyorlar. Bu Nevroz hepimize yeni bir müjdedir. Hz Musa, Hz İsa ve Hz Muhammed"in mesajlarındaki hakikatler bugün yeni müjdelerle harekete geçiyor. İnsanoğlu kaybettiklerini geri kazanmaya çalışıyor." şeklindeki ibareler bu mahiyette..
Doğru söz, kim tarafından söylenirse söylensin, herkese yakışır. Evet, Firavunlar, Nemrutlar öldü, son yüzyılları etkileyen ve iktidarlarına payan yok sanılan ve saltanatlarının görkemlerine hayran olunan George Washington"lar, Napolyon"lar, Bismarck"lar, Lenin, Hitler ve Stalin"ler, M. Kemal"ler, Churchill"ler, Mao"lar, Şah"lar, Saddam"lar Pol Pott"lar, Gaddafî"ler öldüler..
Ama, Hz. İbrahîm, Hz. Mûsâ, Hz. İsâ, Hz. Muhammed (aleyhimusselam) ilahî mesajlarıyla ve sâdık bağlılarının çabalarıyla, insanlığın geleceği için hâlâ yaşıyorlar, tarihî yolculuklarını sürdürüyorlar.Ve, bu kutlu yolculuk sâyesinde, evet, insanoğlu kaybettiklerini geri kazanmaya çalışıyor.
*
Öcalan"ın bu konuşmasıyla, Kürd Mes"elesi diye bilinen konunun çözüleceğini sanmak safdillik olur. Çünkü, bu konu, sadece Türkiye"nin değil, İran, Irak, Suriye ve hattâ Kafkasya coğrafyasına kadar nice yerlerin de bir mes"elesi olarak henüz de kanayan bir yara halindedir. Bir halkın tabiî hakları lütfen değil, bir silah zorlamasıyla da değil, bir hak olarak tanınıp verilmedikçe, bu yara, kanamaya devam eder ve bu kanlı yarayı daha bir kanatmak isteyen emperyalist-şeytanî güçler de devreden kolayca çıkmak istemiyeceklerdir.
Aslolan barıştır.
Savaş istisnadır. İstisna olan savaşın İslam"daki hükümlerini bazı müslümanların hayatın bütün sahalarında geçerli zannetmesi büyük yanılgıdır ve günümüzde bu gibiler hâlâ da görülmektedir.
Ortada, falan yenildi, filan ezildi, diye tahriklerden kaçınıp, insanî değerlere dönüş vurgusu yapmak ve iş yapan ve kanı durdurmak isteyen yaklaşımlara bir fırsat tanımak gerekir. Açıktır ki, Osmanlı zamanında olsaydı, Öcalan gibilerin ya kellesi vurulurdu, ya da Paşa yapılır, karışıklık yaşanan bölgelerde halkı yatıştırması sağlanırdı.
Öcalan"ın 40 yıldır yabancısı olduğu veya yabancısı kaldığı bir terminoloji ile konuşması, İlahî Peygamberlere, İslam"a, şehidliğe, Çanakkele"de türk ve kürdlerin birlikte şehid olduklarına atıfta bulunması, hattâ Misâk-ı Millî gibi muğlak ifadelere bile değinmesi ve Tayyîb Erdoğan"ın -resmî ideolojinin çarpıklıkları gereğince- muhtevâsını, içeriğini tam olarak açıklayamadığı millet tarifi için yaptığı söylemlere yaklaşması ve "biz" vurgusu yapması, ilginçtir.
*
"Hakk şerrleri hayreyler. / Zannetme ki, gayreyler../ Ârif ânı seyreyler../
Mevlâ, görelim neyler, / Neylerse, güzel eyler.."
haksöz