Aile ferdin kozmik odasıdır. İnsan orada “insan” olur, kimlik kazanır. Birey ile toplum arasındaki en önemli bağ ailedir. Aile’yi kaybederseniz geleceğinizi de kaybedersiniz. Hemen söyleyeyim, bu siyaset, bu hukuk, bu eğitim düzeni, bu piyasa aileyi tehdit ediyor. Bu din algısı da aileyi güçlendirmiyor. Bakın aile deyince, bu çatı altında dede-nine de vardır. Bu dede ve ninenin diğer adı kayınpeder, kaynanadır. Bu konuda bir çözümünüz var mı? Bu çatı altında bebekler vardır, onlar büyür çocuk olur, büyür genç olur. Gündüz bakımevi, anaokulu, ilkokul, ortaokul ve lise.. 19 yaşına geldiğinde üniversite için evden ayrılacak ya da bir meslek sahibi olacaktır. Sonra askerlik. Kadın-erkek çalışıyorsa, evde dede ve nine yoksa hangi aileden söz ediyorsunuz? Eviniz kaç m2? Çocuk dayı, teyze, hala, amca, kuzen tanıyor mu? Evinize misafir geliyor mu? Mezar ziyaretine gidiyor musunuz, Sıla-i rahim yapıyor musunuz? Sizin psikologlarınızın, sosyologlarınızın, pedagoglarınızın böyle bir meselesi var mı? Herkese akıl veren bu memurlar kendi sorunlarını, ailelerinin sorunlarını çözebiliyorlar mı? “Kelin ilacı olsa kendi başına çalar”. Hani derler ya, “Laf ile verirler aleme binlerce nizamat, bin seyyie vardır hanelerinde.” Geçen gün Sebilürreşad’ın istişare kampında Fikri Akyüz’le konuştuk bu konuları. Bana sorarsanız, bu konu siyaset, ekonomi ve cemaat, hatta seçim tartışmasından daha önemli bir konu. Aileyi kaybederseniz kazanacak geriye fazla bir şey kalmaz.. Siyaset, cemaat, bürokrasi… Piyasadaki olumsuzlukların, toplumdaki ahlaki çözülmenin arkasında büyük ölçüde bu aile zafiyeti var. Bu konu toplumun biyolojik sağlığı, psikolojik sağlığı açısından da büyük risk oluşturuyor. Aile dağılıyor. Gençler evlenmiyorlar. Evlenenler geç evleniyor ve çabuk boşanıyor. Çocuk yapmıyorlar. Devam eden evliliklerin mutluluk katsayısı çok düşük. Bu böyle devam edemez. Aile Bakanlığının kurulması, sorunun çözümüne katkı sağlaması şöyle dursun, krizi daha da derinleştirdi. Krizi kurumsal hale getirdi. Hâlâ Aile Bakanlığına doğru düzgün bir çerçeve çizilemedi. Bu iş yanlış başladı ve yanlış devam ediyor. Yasal çerçeve ve uygulama da çok sağlıklı değil. Bir defa sistem seküler. O “kutsal aile” motifi yok. Zaten aile çocukları üzerinde belirleyici konumda değil. Okul çok baskın ve çocuğun bütün zamanını ipotek altına alıyor. Bana göre bütün okullar yarım gün eğitim vermeli ve eğitim gün sayısı 5’ten 4’e çekilmeli. Öte yandan; öğrenim 7 gün ve 15 saate çıkarılmalı. Fıtrata uygun, çoktan seçmeli ve ders temelli bir mektep anlayışına geçilmeli. Bunu son MEB Müsteşarı ile konuşmuştum, ama artık o görevde değil. Bana göre Aile Bakanlığı diye bir bakanlığa gerek yok. Bu kadar yasaya da, yasayla düzenlediğiniz her alanda siyasetçi sizi bir çerçeveye hapseder ve kurallara dayalı olarak bürokrat bu yapı üzerinde tasarrufta bulunma hakkına sahiptir. Bir ülkede ne kadar çok yasa ve ne kadar çok siyasi ve bürokratik müdahaleye açık düzenleme varsa, o ülkede özgürlükler o kadar az demektir. Bizim sistemimizde doğru, meşru olan tanımlanmaz, suç olan tanımlanır ve geri kalan alan de tercih kişiye bırakılır. Hiçbir siyasi düzenleme, mal, can, namus, akıl ve inanç, nesil emniyetine yönelik açık ve yakın bir tehlike oluşturmadıkça herhangi bir inancın kuralına karşı o inanç mensubunun tercihine yönelik bir tehdit oluşturamaz, oluşturmamalı. Unutmamak gerekir ki, “Benim devletime sadakatım, dinime sadakatımın teminatı olması“ ile sınırlıdır. Çünkü benim için devlet ben yapan değerlerin başında gelen, hayatımdan daha anlamlı olan imanımın koruyucusu olmak gibi bir nisbi değeri vardır. Kişinin biyolojik ve irfan olarak gelişiminde cemaat ve komşuluk ilişkilerinin çok önemli bir yeri var. Ama mesela Müslüman ailelerin çocuklarının cami ile ilişkisi nasıl. Komşuluk ilişkileri nasıl. Ne yazık ki, bütün ilişkiler hiyerarşi ve profesyonelliğe, çıkar ilişkilerine kurban ediliyor. Çok hedonist, çıkarcı, başarıya odaklanmış, rasyonalist, pragmatist, determinist ve seküler bir nesil geliyor. Bunlar “biyonik robot” ve “sistematik gerizekalı” tipler. Bazı sorunların çözümü yasa değil, din ve gelenektir. Devlet bunun önünü açmalı, arkasını toplamalı. Sosyal sorunların tek çözüm şekli yok. Bunu teke zorlarsanız, başaramazsınız, yarayı daha da derinleştirirsiniz. Kaş yapayım derken, göz çıkarırsınız. Manevi boşluk ve kalabalıklar içinde yalnızlaşan insanlar, benmerkezci bir dünya görüşü ile “küçük olsun, benim olsun” anlayışı ile aslında kendi kıyametlerini hazırlıyorlar. Kaynanasını, kayınbabasını evden kovan gelin, sadece bir başkasına zulmetmiyor, çocuklarına kötü örnek olmakla da kalmıyor, kendinin de bir gün kaynana-kayınbaba olacaklarını unutarak kendi cehennemlerine sırtlarında odun taşıyorlar. O çocuklarını anaokullarına, pahalı okullara, kolejlere göndererek onların geleceklerini kurtardıklarını düşünenler, çocuklarını kendi elleri ile öldürüyorlar. Onları intihara, uyuşturucuya, sanal arkadaşlıklara, anarşiye yönlendiriyorlar. Bu şekilde hareket eden anne-babalar gün gelip o çocuklar tarafından huzurevine yatırıldıklarında, bazı gerçekleri anlayacaklar ama çok geç olacak.. Unutmamak gerekir ki, ne anaokulunda ana, ne huzurevinde huzur var.. Fikri Akyüz’ün dikkat çektiği bir diğer konuya gelince, “Eşlerden biri şiddet gördüğü iddiasıyla mahkemeye başvuruyor ve “uzaklaştırma kararı” alıyor. Bu ‘uzaklaştırma kararı’ndan dolayı gazetelerin üçüncü sayfasında hemen hemen her gün bir cinayet ve yaralama haberi yer alıyor.” İstatistiklere bakın, bu yasa ve uygulamalar çözüm olmadı, aksine yarayı daha da derinleştirdi. “Kanun, mealen diyor ki: ‘Bir eşe şiddet uygulandığında, mağdur olduğunu iddia eden taraf mahkemeden koruma tedbiri ister.’ Olayın psikolojik boyutu gözden ırak tutulmakta, bu memlekette yaşayan insanların Norveç’te yaşayanlardan farklı bir karaktere sahip olduğu hususu ne yazık ki hesaba katılmamaktadır. Diyelim ki karı koca arasında bir tartışma oldu. Koca, karısına bir tokat attı. Bu, muhakkak ki ahlaken ayıp, dinen günah, kanunen suçtur. Ama koca, bundan pişmanlık da duyabilir. Karısını çok seviyor olabilir. Dolayısıyla barışma imkanı olabilir.” Bu yasanın mantığı da, uygulaması da yanlış. Evet sorun var, ama çözüm yolu değil. İşin bu noktaya gelmesinde, miras hukukundan, ailede mal birliği düzenlemesine, gayrimeşru hayatın aile birliğinin sona erdirilmesi konusunda bir kriter olup olmamasına kadar bir sürü ayrıntısı var. Kadının bir dilekçesi, kocayı evden kovabiliyor, toplum nezdinde küçük düşürebiliyor, mal varlığını kullanamaz hale getirebiliyor, çocuklarını göremiyor. Bakın bu çözüm değil. Böyle bir ıslah yolu olamaz. “Kadıncılık” ya da “erkekçilik” diye bir şey olamaz. Koruma, “Hak” temelli olmalıdır. Bu yaklaşımlar batıda da çözüm olmadı. Evlilik bitti, birlikte yaşamak daha ekonomik. Daha modern, çağdaş, Kimse kimseye yük değil. İsteyen istenenle “seviyeli birliktelik” yaşıyor. Kafasının tası atan “tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna” diyor. Sonuç: İntihar, uyuşturucu, yalnızlık ve psikolojik sorunlar. Bana göre, aile bakanlığına da gerek yok, gençlik, spor, kültür bakanlıklarına da. Bu bakanlıkların birçoğu “İçtimai İşler Bakanlığı” gibi bir bakanlığın çatısı altında toplanabilir. İçişleri, Dışişleri, Maliye, Ekonomi, İçtimai İşler, Adalet, Milli Savunma, İlim-Sanayi-Teknoloji Bakanlığı, belki birkaç bakanlık daha. Zaten başkanlık sisteminde birçok hizmet doğrudan başkanlığa bağlı olarak yönetilebilir.. Batılıların ECOSOC dedikleri, bir de “Ekonomik-Sosyal konsey” oluşturup, bakanlıklar arası bir koordinasyon merkezi oluşturmak gerekebilir belki. Tabii, biri de çıkıp diyecektir ki, “bekara karı boşamak kolay”. Tamam, biz yine söyleyelim de, siz ne derseniz deyin. Obez bir devlet, aşırı yetkili bir siyasi kadro, hantal, her yere yayılmış bir bürokrasi ve her gün çığ gibi büyüyen bir mevzuat yığını arasında ne yapacağını şaşırmış vatandaşı boğar. AK Parti devleti yönetilebilir hale getirmek, bürokratik oligarşinin baskısından kurtarmak için geldi ve halk bunun için oy verdi, ama AKP’liler AK Parti’yi sanki başka yöne sürüklemeye çalışıyor. Yanılıyor muyum?. Selâm ve dua ile. Yeniakit