Daha önce de yazdım, bu bize dayatılan normlar nedir?
Fransızca’da “norme” şeklinde kullanılır. Anlamı “kural, standart, ölçü” Latince de “gönye” yani ölçü. Yunanca dedikleri dilde ise “bilmek, anlamak, yargılamak, ölçmek” anlamına geliyor.
Bizde “normal” dediğinizde, “Herkes için doğru olan, kabul edilen, beklenen, bilinen” bir durumu ifade etmek için kullanılır. “Anormal” dediğinizde “normal olmayan” aykırı, ters bir durumu izah etmek için kullanırız. “Anormal bir adam, anormal işler” derken bu anlamda kullanırız.
Yasa, anayasa, uluslararası sözleşmeler, ictihadlar, yüksek yargı kararları, tüzük, yönetmelik, yönerge, genelge ve kararname dediğimiz şeyler yazılı normları oluşturur. Norm Hukuk kapsamında değerlendirilen uluslararası sözleşme hükümlerinin aksine bir yasa yorumu da yapılamaz. Bu düzenlemelerin yaptırım gücü yüksektir. Yazılı olmayan normlara gelince onlar gayri resmi genel ahlak, dini kurallar, töre, örf, adet, gelenek, görenek ve toplumun ahlaki değerlerinden oluşur.
Mesela, İstanbul sözleşmesi örneğinde gördüğümüz gibi, BİREY bu sözleşme kapsamında din, ahlak, gelenek ve cinsel tercih, yönelim ve deneyim konusunda sınırlandırılamaz. Yani norm bazan dinin, hatta anayasa ve yasanın üstünde de bir hüküm ifade edebiliyor.
Ahlak ister Vehbi, ister Kesbi olsun, sonunda bir norm oluşturur. Bu anlamda norm, din, ahlak, gelenek gibi değerlerin toplamından daha fazla bir anlam ifade eder ve toplumda normal kabul edilen şey, din, mezhep, ahlak, ideoloji, felsefi ve vijdani kanaat, gelenek ve görenekten, Adab-ı Muaşeret’ten beslenir ve normalin çerçevesi bu ortamda şekillenir ve bu da kişi ve topluma göre şekillenir. Bir yerde normal karşılanan bir şey bir başka yerde, din, hukuk ve ahlak dışı kabul edilebilir.
Yani herkesin normali kendinedir. Norm dayatmak dayatanın dayatılana İlahlık ve Rablik taslamasıdır. Yani dayatan dayatılan üzerine hüküm koymakta, onu o yönde terbiye etmektedir. Karşı çıkanları cezalandırabilmekte, mahkum ve mahrum edebilmektedir. Sınırlandırmanın zaruri ve zorunlu olması durumunda bile, sınırlı olması gerekir.
Araf Suresi, 123-124. Ayette görüleceği gibi, Firavun norm koyucudur ve bu normlara uymayanları ağır bir şekilde cezalandırmaktan söz ediyor: Firavun: “Ben size izin vermeden önce O’na iman ettiniz, öyle mi? Mutlaka bu, halkı buradan sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde planladığınız bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı) bileceksiniz.” “Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim.”
Bizden olan bir “ulul emr”e itaat edebiliriz ama o bizden olan kim? Dinimizden olan biri, ya da mezhebimizden olan biri mi, ırkımızdan olan birimi, ideolojimizden olan biri mi? Liderimiz olan örgütümüzden olan, ya da Şeyhimiz mi mesela. Herhalde, size vekalet eden, yetkisini sizden alan ve size hesap veren, istişare ve şûra yaparak adaletle hükmeden, şeffaf, işi ehline veren, kamu hakkını gözeten ve sizin değerlerinize bağlı biri olsa gerek.
Bakara 104: “Ey iman edenler! “Râinâ!” demeyin; “unzurnâ” deyin ve iyi dinleyin. Kâfirler için elem verici bir azap vardır.” Burada “Raina”, “Beni yönet” demeyin, “Unzurna”, “Beni gözet” deyin. Raina burada Yahudilerin aşağılamak için kullandıkları bir kelime. İradesi olmayan, çobanın güttüğü koyun ya da sürüye nisbet edilen bir anlamı ifade eden bir kelime. Biz “koyun” ya da “sürü” değiliz. Biz bir şeye karar verirken, okur, düşünür, istişare ve şûra yapar ondan sonra karar veririz. Yöneticilerimiz de alimlerin farklı görüşlerini dinleyip, verilecek karardan yarar ya da zarar göreceklerin fikirlerini dinlemesi gerekir. “İşittik ve iteat ederiz” ancak vahiyle ilgili bir teslimiyet ifadesidir. Yoksa bilmediğimiz bir şeyin peşine düşmeyecek, kafamızı kiraya vermeyeceğiz. “Unzurna” demek, onu görüp, gözetmek, dinlemek, anlamak, saygı ile onun halini ve fikirleri almak demek. Onu “nazara alma, itibar etme”, “görüp gözetme”, onu “ciddiye alma”yı ifade eder. Türkçede Nazar- İtibara alma, onu muteber, itibar edilen bir görüş olarak dikkate alma anlamında kullanılır. Mefhum- muhalifi “Sarf-ı nazar etme”dir. Yani o görüşü yok saymak, itibara almamak anlamına gelir.
“Siz ne derseniz deyin, ben bildiğimi yaparım” diyen aslında bu hükme karşı gelmiş olur. Siyaset bu anlamda “velayet” değil, vekalet” müessesesidir. Kitap biz uyarır: Tevbe (31) Allah’ı bırakıp da din âlimlerini, rahiplerini, özellikle Meryem oğlu Mesîh’i rab edindiler. Oysa tek bir Tanrı’ya kulluk etmekle emrolunmuşlardı. O’ndan başka tanrı yoktur; O yüceler yücesidir, onların yakıştırdıkları eş ve ortaklardan bütünüyle uzaktır.” Unutmayalım, biri size bir şeyi emreder veya nehyeder de, ya da size bir şeyi ezberletirler de siz o şeyin aslını astarını araştırmadan o emre iteat etmeyi ilke olarak kabul eder, ona göre davranırsanız bu iş, o emri verenleri İlah ve Rab edinmek olur.
Hüküm koyucu yalnız Allah’tır. Onun dışındaki hükümler kendi aramızda doğrudan ya da dolaylı olarak vekalet vermek sureti ile yaptığımız sözleşmelerdir ki, temel hükümlere aykırı olmamak, mal can, namus, akıl-inanç ve nesil emniyeti açısından zaruri olan maslahata ilişkin düzenlemeler kaydı ile verdiğimiz sözde durmamız gerekir. “Muhkem nas ile sabit olan helali haram, haramı helal kıldılar”. Bunlar ile işimiz olmaz. Daha doğrusu işimiz onların hükmüne LA demek olacaktır.
Yunus suresi 90’da şöyle denir: “Derken İsrâiloğulları’nı denizin öteki yakasına geçirdik. Firavun ve ordusu da haksız yere onlara saldırmak üzere peşlerine düşmüştü. Sonunda Firavun boğulmak üzereyken şöyle dedi: “Elhak inandım ki, İsrâiloğulları’nın iman ettiğinden başka tanrı yokmuş! Ben de artık kendini O’na teslim edenlerden biriyim.” Onlar yolun sonuna geldiklerinde tevbeleri kabul edilmeyecek ve acı veren bir ateşe atılacaklar.
İlahlık ve Rablik taslayanlara Allah’ın cevabı şöyle oldu: Yunus Suresi, 91-92: “Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın. Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanlardan çoğu, Bizim ayetlerimizden habersizdirler. Oysa Firavun daha önce şöyle diyordu: “Araf, 123-124: Firavun: ‘Ben size izin vermeden önce O’na iman ettiniz, öyle mi? Mutlaka bu, halkı buradan sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde planladığınız bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı) bileceksiniz.’ ‘Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim’.” Sahi siz kimin normunu esas kabul ettiniz! Hangi norm sizin için esas ise siz o dinden sayılırsınız. Her normal, sandığınız gibi “normal” değildir.
Ya Rab, bize Hak’kı Hak, batılı batıl göster, Hak da toplanmamızı nasib et. Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanları değil. La İlahe İllallah, Muhammed-ür resulullah!
Selâm ve dua ile.