Bunun, diyelim budan 8 yıl, 5 yıl, belki hatta iki önce yapılması bile akla gelmiyor olabilirdi.
Bu, Türkiye'nin demokrasisinin normalleşmekte olduğunun göstergesi.
Okullara seçmeli Kur'an ve Siyer dersi konması da dünlerde değil, bugün gerçekleşebildi ise, o da normalleşmede mesafe alındığını ortaya koyuyor.
Cumartesi günü Haber Türk gazetesinde Yavuz Semerci, "Cuma günleri namaz arası versek" başlıklı bir yazı yazmıştı. "Kur'an dersi"ni "henüz bir başlagıç" olarak niteliyordu. Semerci, 'kamu hizmeti verenlerin dini simge taşımama anlayışının çöpe atılmasını, beş vakit namaz kılmak isteyecekler için işyerlerinde gerekli düzenlemelerin yapılması'nı da öneriyordu.
Bunu söylerken üslubunda öfke seziliyordu ama "karından konuşmama" adına, "halkın taleplerini yerine getirme" adına bunların yapılmasını da "tutarlı" buluyordu.
Semerci'nin burukluk ya da öfke diye tanımlanabilecek duygusunu, şu anda pek çok insanın paylaştığı farz edilebilir. Oysa yadırganan gerçekte "Türkiye'nin normali"dir.
Anormal olan
'Anormal'de ne var?
'Anormal'de mesela başörtülü milletvekili seçilememek var. Cumhurbaşkanı'nın, Başbakan'ın eşlerinin başörtülü olmaları ne zaman makul ve meşru görülmeye başlandı, bir düşünelim. Ondan biraz daha önce, yani şu 28 Şubat günlerinde kaymakam, vali, subay eşlerinin başörtülü olması bile kocaları için kıyım sebebiydi. O zamanın 'anormaller'i de onlardı.
Şimdinin 'anormal'i içinde, hâlâ, başörtülü kamu görevi yapamamak var.
Hatta başörtülü eğitim görmenin bile ancak "fiili" bir planda gerçekleşiyor olması ve bu yüzden bazı üniversitelerin hâlâ başörtüsü yasağı uygulaması var.
'Anormal'de ne var?
Anayasa Mahkemesi'nin başörtüsü kararında, "Laik yönetimde çoğunluğun iradesi, dini gerekçelerle özgürlük talebi için meşru kabul edilemez" hükmünün duruyor olması var.
Türkiye, geçtiğimiz on yıllar içinde "anormal" bir sistemin, yani toplum gerçeğiyle örtüşmeyen bir sistemin tüm sancılarını yaşadı. O sürece 60 yılda 5 askeri müdahalenin girmesi, anormal yapı ile halk iradesi arasındaki derin çelişkiden doğdu.
İşin özünde ne var?
İşin özünde de bana göre, Türkiye'nin bir "İslam ülkesi", halkın büyük çoğunluğunun da "Müslüman" olduğu gerçeğinin kabul edilmemesi ve statükonun bütünüyle bu çarpık kabule dayalı olarak kurulması bulunuyor.
Yani birileri işin başında bu ülke halkının "Müslüman karakteri"ni göz ardı ederek statükoyu oluşturmuşlar ve "Biz bu toplumu zaman içinde yukarıdan aşağı yeniden biçimlendiririz" demişler.
Siyaseti, eğitimi, hukuku, tüm kamusal alanı, bu 'üst irade'ye uygun olarak tanzime yönelmişler.
İşte bu, "anormalliğin sistem haline gelmesi" demektir.
Bu da taa baştan tüm toplum-devlet ilişkilerini zehirlemiş.
Üstelik bu yapıya, askeri iradeyi de ekleyince, zaman zaman askerin toplumu dövmesinin "durumdan çıkarılan vazife" haline geldiği durumlar ortaya çıkmış.
"Toplumun yüzde 99'u bile şöyle istese, bu laikliğe aykırı ise, meşru talep olarak kabul edilmez" gibi bir yaklaşımın neresi 'normal'dir?
Bu, "Laikliği, toplum değerleriyle bütünleştiremediniz" anlamına gelmiyor mu?
Çoğunluğun her talebinin "Çoğunluk diktası" söylemiyle geri püskürtülmesi, bunun için laikliğin gerekçe olarak gösterilmesi çoğunluğun ezildiği ya da "çoğunluğa rağmen" bir düzen kurmak anlamına gelmiyor mu? Ve bu da demokrasiyi demokrasi olmaktan çıkarmak demek olmuyor mu?
Ortadoğu normalleşiyor, Türkiye normalleşiyor. Tarihin akışı şimdi bu yöne. Kimse bu akışı engellemesin, bu coğrafya daha fazla tarih dışı kalmasın.
Bu, Türkiye'nin demokrasisinin normalleşmekte olduğunun göstergesi.
Okullara seçmeli Kur'an ve Siyer dersi konması da dünlerde değil, bugün gerçekleşebildi ise, o da normalleşmede mesafe alındığını ortaya koyuyor.
Cumartesi günü Haber Türk gazetesinde Yavuz Semerci, "Cuma günleri namaz arası versek" başlıklı bir yazı yazmıştı. "Kur'an dersi"ni "henüz bir başlagıç" olarak niteliyordu. Semerci, 'kamu hizmeti verenlerin dini simge taşımama anlayışının çöpe atılmasını, beş vakit namaz kılmak isteyecekler için işyerlerinde gerekli düzenlemelerin yapılması'nı da öneriyordu.
Bunu söylerken üslubunda öfke seziliyordu ama "karından konuşmama" adına, "halkın taleplerini yerine getirme" adına bunların yapılmasını da "tutarlı" buluyordu.
Semerci'nin burukluk ya da öfke diye tanımlanabilecek duygusunu, şu anda pek çok insanın paylaştığı farz edilebilir. Oysa yadırganan gerçekte "Türkiye'nin normali"dir.
Anormal olan
'Anormal'de ne var?
'Anormal'de mesela başörtülü milletvekili seçilememek var. Cumhurbaşkanı'nın, Başbakan'ın eşlerinin başörtülü olmaları ne zaman makul ve meşru görülmeye başlandı, bir düşünelim. Ondan biraz daha önce, yani şu 28 Şubat günlerinde kaymakam, vali, subay eşlerinin başörtülü olması bile kocaları için kıyım sebebiydi. O zamanın 'anormaller'i de onlardı.
Şimdinin 'anormal'i içinde, hâlâ, başörtülü kamu görevi yapamamak var.
Hatta başörtülü eğitim görmenin bile ancak "fiili" bir planda gerçekleşiyor olması ve bu yüzden bazı üniversitelerin hâlâ başörtüsü yasağı uygulaması var.
'Anormal'de ne var?
Anayasa Mahkemesi'nin başörtüsü kararında, "Laik yönetimde çoğunluğun iradesi, dini gerekçelerle özgürlük talebi için meşru kabul edilemez" hükmünün duruyor olması var.
Türkiye, geçtiğimiz on yıllar içinde "anormal" bir sistemin, yani toplum gerçeğiyle örtüşmeyen bir sistemin tüm sancılarını yaşadı. O sürece 60 yılda 5 askeri müdahalenin girmesi, anormal yapı ile halk iradesi arasındaki derin çelişkiden doğdu.
İşin özünde ne var?
İşin özünde de bana göre, Türkiye'nin bir "İslam ülkesi", halkın büyük çoğunluğunun da "Müslüman" olduğu gerçeğinin kabul edilmemesi ve statükonun bütünüyle bu çarpık kabule dayalı olarak kurulması bulunuyor.
Yani birileri işin başında bu ülke halkının "Müslüman karakteri"ni göz ardı ederek statükoyu oluşturmuşlar ve "Biz bu toplumu zaman içinde yukarıdan aşağı yeniden biçimlendiririz" demişler.
Siyaseti, eğitimi, hukuku, tüm kamusal alanı, bu 'üst irade'ye uygun olarak tanzime yönelmişler.
İşte bu, "anormalliğin sistem haline gelmesi" demektir.
Bu da taa baştan tüm toplum-devlet ilişkilerini zehirlemiş.
Üstelik bu yapıya, askeri iradeyi de ekleyince, zaman zaman askerin toplumu dövmesinin "durumdan çıkarılan vazife" haline geldiği durumlar ortaya çıkmış.
"Toplumun yüzde 99'u bile şöyle istese, bu laikliğe aykırı ise, meşru talep olarak kabul edilmez" gibi bir yaklaşımın neresi 'normal'dir?
Bu, "Laikliği, toplum değerleriyle bütünleştiremediniz" anlamına gelmiyor mu?
Çoğunluğun her talebinin "Çoğunluk diktası" söylemiyle geri püskürtülmesi, bunun için laikliğin gerekçe olarak gösterilmesi çoğunluğun ezildiği ya da "çoğunluğa rağmen" bir düzen kurmak anlamına gelmiyor mu? Ve bu da demokrasiyi demokrasi olmaktan çıkarmak demek olmuyor mu?
Ortadoğu normalleşiyor, Türkiye normalleşiyor. Tarihin akışı şimdi bu yöne. Kimse bu akışı engellemesin, bu coğrafya daha fazla tarih dışı kalmasın.
bugün