Deprem ve tsunami sadece Japonya'yı vurdu. Bize yansıyan resim kareleri ve görüntülerle, Japonların yaşadığı dehşetin benzerini biz de yaşadık. Korktuk, üzüldük, acıdık, paylaştık. Sadece depremi, tsunamiyi ve korkunç görüntüleri izlemedik. Bir şey daha gördük:
Doğal felaketlere karşı insanoğlunun direncinin nasıl da aciz kaldığını gördük. Gücün ve becerinin bir yerlerde tıkandığını, sıfırlandığını, insanoğlunun çaresizliğini tattık. Yaşadığımız gezegene acımasızca saldırılarımızın, onu yönetme, kontrol altında tutma hırsımızın nasıl bir öfkeyle bize döndüğünü gördük. Yıllardır küresel ısınma, buzulların erimesi, iklim değişiklikleri gibi insanoğlunun yıkımını hazırlayan gelişmelerin gözardı edilmesini izledik.
Bir fabrika daha çalışsın, bir miktar daha kazanalım, askeri endüstriyel komplekslerimiz daha çok kazansın diye çatışmalara yatırım yapma, sürekli tüketim felsefesinin bir anlamda kendi kıyametimizi nasıl hazırladığını gördük.
Doğal felaketlerin arttığı, artmasının da beklendiği dönemleri yaşıyoruz. Müdahalelerimiz bu gezegeni bizim için yaşanmaz hale getiriyor. Ancak devletler, büyük şirketler ve kazanma hırsının körleştirdiği çevreler, aslında hepimiz, bunu düşünmek bile istemiyoruz.
Tsunami ve depremler belki devam edecek. Belki yanardağlar patlayacak. Bilmiyoruz... Ama tsunami sonrası yüzleşmekte olduğumuz farklı bir felaket var: Nükleer tehdit. Japonya'daki santrallerde başlayan sızıntı, müdahale edilemez noktanın ötesine geçerken radyasyon seviyesi Tokyo'da on kat arttı. Bu sabah ABD kıyılarına, California'ya ulaşacak. Çernobil felaketinin Karadeniz'de ağaçları kuruttuğunu, arıları öldürdüğünü ve etkileri hâlâ devam eden çevre felaketlerine yol açtığını biliyoruz.
Bu seferki, bazılarına göre daha büyük bir felaket. Bir günde bütün Asya'yı ve Pasifik Okyanusu'nun karşı kıyılarını vuracak gibi. Nükleer uzmanlar, sızıntının olduğu santralde 48 saat içinde patlama beklendiğine yönelik uyarılar yapıyor. Eğer korkulan olursa, patlama gerçekleşirse belki yüzyılın felaketiyle yüzyüze geleceğiz. Bu yüzden uyarılar önemli.
İnsanlar Japonya'nın güney bölgelerine kaçıyor, marketlere akın ediyor. İyot tabletleri karaborsaya düştü. Kutusu 500 dolara satılıyor. Çin'de, ABD'de ve bir çok ülkede insanlar tuz almak için marketlere saldırıyor. Daha şimdiden ölümler başladı. Japonya'dan nükleer sızıntı nedeniyle ölüm haberleri geliyor.
Deprem ve tsunami nedeniyle yardım çalışmaları için bu ülkeye giden İHH ekibinden bazı kişilerin de radyasyona maruz kaldığına dair haberler geliyor.
Sorgulanması gereken şu: Biz bu gezegenin sahipleri değiliz. Onunla uyum içinde yaşamayı reddettiğimiz süre benzer felaketlerle yüzleşeceğiz. İnsan ırkının açgözlülüğü, hem kendi geleceğini hem de gezegeni yok ediyor.
Ne kadar zengin olursak olalım. Ne kadar güç biriktirirsek biriktirelim. Teknolojimiz ne kadar ilerlerse ilerlesin. Bir noktada bütün direncimiz kırılıyor. Teknoloji o noktadan sonra bizi yok etmeye başlıyor. Teknolojinin en ileri ülkelerinden Japonya, nükleer santraldeki sızıntıyı gideremiyor, müdahale edemiyor, soğutma yapamıyor, dünyadan yardım istiyor. Binlerce yıl zarar verecek yıkım durdurulamıyor. İrademiz, imkanlarımız, becerilerimiz, teknolojimiz iflas ediyor.
Japonların acısını ve çaresizliğini paylaşıyoruz. Ama bu korkuyu da hep birlikte yaşıyoruz.
Umalım da insan ırkı kendine çekidüzen vermenin yolunu bulsun.. Yoksa çok daha büyük felaketlerle yüzleşiriz...
yenişafak