ABD'nin liderliğinde 47 ülke temsilcisi, "nükleer kaçakçılık, nükleer terörizm" gündemiyle Washington'da bir araya geldi. Amaç, nükleer silahların "teröristler"in eline geçmesini önlemek, üniversiteler dahil her alanda nükleer materyaller üzerinde sıkı kontrol sağlamak, ülkelerin bu konuda yükümlülüğünü artırmak. Tabii, etkisi giderek kaybolan nükleer silahsızlanma anlaşmasını da yenilemek. Resmi gündem böyle.
Ancak zirvenin en önemli konusu elbette İran. Bu ülkeye karşı ABD'nin hazırladığı ağırlaştırılmış ambargo konusunda dayanışmayı sağlamak, özellikle Rusya, Çin ve Türkiye gibi ülkelerin direncini kırmak ya da bu ülkeleri ikna etmek. Barack Obama'nın Çin Devlet Başkanı ile doksan dakikalık görüşmesi, ambargonun önündeki en büyük ülkelerden Çin'i ikna etmeye yettiğine dair spekülasyonlar hemen servise sunuldu ancak Pekin'in İran enerji kaynaklarını gözden çıkarması zor görünüyor. Başarısız olması kesin gibi görünen ambargo konusunda bile Washington'ın istediğini alabilmesi imkansız gibi. Nitekim Başbakan Tayyip Erdoğan ambargoya karşı olduğunu bir kez de Washington'da dile getirdi.
Zirvenin sürprizi şüphesiz İsrail. Başbakan Benjamin Netanyahu, İsrail nükleer silahlarının tartışmaya açılacağı endişesiyle zirveye katılmadı. Zirve öncesinde yine Erdoğan'ın katılımcı ülkelere; İsrail'in nükleer çalışmalarının denetime açılması için girişimde bulunmaları çağrısı, daha önce Türkiye'nin bunu teklif edeceğinin ortaya çıkması, Netanyahu'nun zirveye katılımını engelledi. Erdoğan açıkça İsrail'in nükleer gücünün Türkiye için "endişe kaynağı" olduğunu dile getirdi. Bu ciddi ve yeni bir durum.
Nükleer terörizm ya da kaçakçılık, Sovyetler'in çöküşünden hemen sonra gündeme geldi. Sovyet nükleer silahları ve teknolojisi üzerinde denetimin sağlanamaması birçok ülke için fırsattı ve Rus bilim adamları ile teknolojisi bazı ülkelere yayıldı. Dahası, küçük nükleer silahların bazı grupların eline geçtiği haberleri duyuldu. Özellikle "çanta nükleer bombalar"ın bazılarının kayıp olduğu ve izinin hâlâ bulunamadığı biliniyor.
Ancak nükleer güvenlik sadece terör gruplarıyla sınırlı değil. Buna en iyi örnek Pakistan. ABD üç yıl önce Pakistan'ın nükleer silahlarının güvende olmadığını açıkladı. Basına sızan haberlere göre Washington'ın buradaki nükleer silahlar için gizli bir planı vardı. Plan sonra ortaya çıktı. ABD özel birlikleri bu ülkeye yerleşti. Gerekçe terörizmdi. Ama bu plan Pakistan'ı iç savaşın eşiğine getirdi. Korku şuydu: "Pakistan yönetimi zayıflarsa ordu içinde ABD karşıtları nükleer silahlara el koyar ve bunu İsrail'i karşı kullanır!" Bugün Pakistan'daki savaşın asıl sebebi Taliban değil bu korku.
Türkiye; 2008'de kitle imha silahları (nükleer, kimyasal, biyolojik) üreten ve üretme ihtimali olan ülkelere karşı sıkı ambargo uygulanması için bazı hazırlıklar yaptı. Şüpheli ülkelere çift kullanımlı teknoloji transferini yasaklayan karara göre; kitle imha silahlarının kullanımı için zorunlu maddelerin ve araçların, füze ve fırlatma teknolojisinin, nükleer reaktör basınç tüplerinin, uranyum zenginleştirme sistemlerinin, frekans değiştiricilerinin söz konusu ülkelere ihracatına kesin olarak engel olunacaktı. Gariptir, aynı tarihlerde Japon istihbaratı "Türkiye'nin İran'a nükleer destek verdiği" iddiasını ortaya attı. Onlara göre İran'a nükleer malzeme Türkiye üzerinden sevkediliyordu.
Dünyada "nükleer karaborsa" diye bir gerçek var. Nükleer karaborsa/kaçakçılık konusunda Türkiye'nin adı her geçen gün daha sık geçer oldu. Türkiye, ABD, İsrail, Pakistan, İran bağlantılı dev bir şebekeden söz ediliyor. Şebekenin içinde devlet adamları, istihbaratçılar, silah tacirleri birlikte hareket ediyor. Mesela ABD'den Richard Perle ve Mark Grossman'ın bile isimleri geçiyor. Türk ve İsrailli casusların ABD'nin hassas teknolojisini ele geçirip Pakistan'a ve İran'a sevkettikleri iddia ediliyor. Trabzon'dan havlandıktan hemen sonra düşürülen gizemli uçak, İstanbul'un göbeğinde kaçırılan nükleer bilgilere sahip İranlı general Ali Rıza Asgeri ve daha onlarca örnek, derin güçlerin yönettiği nükleer kaçakçılık ve kara para trafiği hakkında dikkat çekici ipuçları veriyordu aslında.
"Nükleer terör" ya da terörist grupların nükleer bombaları ele geçirmesi ifadesi zihinlerimizi sınırlamasın. Nükleer güvenliği tehdit eden şebekeler de devlet içinde, nükleer güvenlik için hedef alınanlar da terör örgütlerinden çok bazı ülkeler. Washington'daki zirvede "nükleer klüp" ipleri yeniden ele almaya çalışıyor. Ama artık çok zor. Tehdit, örgütler kadar çarpık, iki yüzlü bakış açısından kaynaklanıyor.
yenişafak