O silahlar babanızın malı mı?

"Halkın vergileriyle alınmış silahları, halkın seçtiklerine doğrultma hakkını nerden alıyorsunuz? Doğuştan gelen bir ayrıcalık mı bu? Bahşedilmiş bir pozisyon mu?"

Ahmet Kekeç - Star

O silahlar babanızın malı mı?

Muhterem Kenan Evren'in anılarında okumuştum... Evren, hem 12 Eylül'de darbe iktidarını yalayan gazetecilerin, yönetim demokrasiye elverdikten sonra nasıl birer canavar 'anti-militarist' kesildiklerini deşifre ediyor, hem de kendilerini darbeye zorlayan vetireyi anlatıyordu.

Keyifli bir kitaptır...

Mutlaka okuyun ve bugünün 'Evren karşıtları'nı görün...

İlhan abi'nizi, Uğur Mumcu'yu, Oktay Ekşi'yi, ismi lazım gelmez demokrat büyüklerinizi daha yakından tanıyın.

Hazır yeri gelmişken, 'Evren yalaması'nda başı çeken kıymetlerimizden Ertuğrul Özkök'ün bir hakkını teslim edeyim.

Biz Özkök'e, Evren'i 'sevimli, tonton, zararsız, yaşlı bir adam' ilan ettiği için kızıyoruz ya...

Haltediyormuşuz...

Özkök, yıkama ve yağlamalarını, Evren savunusunun kişiye şeref kazandırmadığı bir dönemde yapıyor. Riskli zamanlarda, Bülent Ecevit'in yanında, Arayış dergisinde, 12 Eylül rejimine karşı savaş veriyordu.

Ne savaş verdiğini bilmiyoruz ama (muhtemelen dergi abonelerinin kaydını tutuyordu), bugünün Evren karşıtları '12 Eylül güzellemeleri' yaparken, o hiç değilse Ecevit'in yanındaydı, bir 'duruş' sergiliyordu.

Bir hakkı da bu şekilde teslim ettikten sonra, gelelim Evren'in 'ifşaat' tadındaki kitabına...

Kitapta şu tür ifadelerle çok sık karşılaşıyoruz: 'Silahı elimize almaktan başka çare kalmadı...'

İlginçtir, benzeri ifadeler, Özden Örnek'in darbe günlüğünde de oldukça geniş yer tutuyordu.

Komutanlar, sık sık bir araya gelip durum değerlendirmesi yaparlarmış, en ateşlileri de aradan fırlayıp 'Silahı elimize almaktan başka çaremiz kalmadı arkadaşlar' cümlesini patlatıverirmiş.

Darbe teatilerinin en ateşli müntesibi Şener Eruygur'un konuşmalarında da geçiyor bu cümle.

Mustafa Balbay'ın günlüklerinde de...

Ergenekon sanıklarının telefon muhabbetlerinde de...

Her şey o kadar kötüye gidiyormuş ki, silahı ellerine almaktan başka çareleri kalmıyormuş...

Geçen gün Mehmet Ali Birand'ın 32. Gün programında, eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ı izliyorum.

Birbirini nakzeden bir sürü açıklamadan sonra Büyükanıt, bir yerde şöyle bir cümle kurdu: 'Her kesim üzerine düşeni yapsa, asker son çare olarak silahı eline almak zorunda kalmayacak.'

Büyükanıt, Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmalarıyla ilgili bu soru üzerine bu cümleyi kuruyor...

Cari yasalara göre seçim yapılacak, bir parti oyların büyük çoğunluğunu alarak iktidara gelecek...

Birileri, 'Silahı elimize almaktan başka çare kalmadı' diyecek.

Parlamento, yasaların verdiği yetkiyle anayasa değişikliğine soyunacak...

Birileri, 'Silahı elimize almaktan başka çare kalmadı' diyecek.

İktidar partisi, anayasa kurallarına uygun olarak kendi içinden bir Cumhurbaşkanı adayı çıkaracak.

Birileri, 'Silahı elimize almaktan başka çare kalmadı' diyecek.

Birand, İlker Başbuğ'dan 'fırçalı' olduğu için soramadı... Sevabına ben sorayım da, yeni bir 'tartışma kapısı' açılsın.

Ne zaman 'siyaset kurumu' inisiyatif almaya kalksa, birileri 'eline silahı almak'tan sözediyor... Ne zaman bir istikrar düzeni kurulsa ve işler yolunda gitmeye başlasa, birileri 'eline silahı almak'tan sözediyor.

İyi de, o silahlar babanızın malı mı?

Evinizden mi getirdiniz?

Kendi kazancınızla mı satın aldınız?

Hem, halkın vergileriyle alınmış silahları, halkın seçtiklerine doğrultma hakkını nerden alıyorsunuz?

Doğuştan gelen bir ayrıcalık mı bu?

Bahşedilmiş bir pozisyon mu?

İşte sorularımı sordum... Üç vakte kadar başıma bir iş gelmezse, daha kazık sorularım olacak

Medya-Makale Haberleri

Ahmet Turgut: Filistin’i hem Siyonistlerden hem Allah’tan korkanlar değil, sadece Allah’tan korkanlar kurtaracak
Abdurrahman Dilipak: Apo’yu İstanbul’a kim getirdi?
Abdurrahman Dilipak: Keyfiniz nasıl?
Abdurrahman Dilipak: Suriye nereye?
Abdurrahman Dilipak: Zamane cinlerinin esrarı