Tamamen semboller üzerine kurgulanmış bir ziyareti izledik. Geçmişin bütün izlerini iki günde silmek istercesine, yakın tarihte bu bölgede yaşanan trajik olayları unutturmak istercesine, yüz binlerce insanın yanıbaşımızda ölümünü ve bütün boyutları insanlık suçlarını bir daha hatırlanmamak üzere tarihe gömmek istercesine bütün Türkiye olarak adeta sempati rüzgarına tutulduk. ABD Başkanı Barack Obama'nın Türkiye'ye gelişi, görüşmeleri, konuşmaları, tavırları, mimikleri, ziyaret yerleri, mesajları son derece iyi planlanmış, titizlikle kurgulanmıştı. Kendisi de rolünü samimiyetiyle, başarıyla oynamıştı. Yapıp ettikleri yürektendi çünkü o bildiğimiz Amerika'ya rağmen iktidara gelmişti. Bildiğimiz Amerika'ya rağmen dünyayı değiştirecekti. Bildiğimiz ABD ve dünyanın bütün olumsuzluklarına rağmen bir umuttu ve başaracaktı.
Hemen herkesin kendine pay çıkarabileceği, hemen herkesi bir şekilde tatmin eden, sadece Türkiye'yi değil yakın çevresini de heyecanlandıran mesajlar verdi. Türkiye'ye destek verdi. Hükümete destek verdi. Muhalefeti onurlandırdı. Ermenilere destek verdi. Kürtlere destek verdi. Türkiye'nin AB üyeliğine destek verdi. Türkiye'nin kendi bölgesindeki "yeni" pozisyonuna destek verdi. Bilinen bütün ABD tezlerini tekrarladı. Bunları "Amerikan rüyası"nı hatırlatan hayallerle süsledi. Adeta bir hayal pazarı kuruldu ve hepimiz bu hayal dünyasına bıraktık kendimizi.
Elbette hepsi bu kadar değil. Elbette kurguların, sembollerin, hayallerin ötesinde gerçekler de var. Neler var?
1- Dünya sarsıcı bir ekonomik kriz yaşıyor. Üstelik bu, finansal bir kriz değil. Aslında sadece ekonomik bir kriz de değil. Bütün bunları içeren bir siyasal kriz. Bir yeniden yapılanma krizi. Yirmi yıldır izlediğimiz yeniden yapılanma süreci ekonomik krizle son safhasına girdi.
2- Şu ana kadar krize ilişkin ciddi bir çözüm yolu geliştirilemedi. Öyle görünüyor ki, kriz, çözümden çok ayrışmalara zemin hazırlayacak. Ve bu ayrışma gelişmekte olan ülkelerden çok gelişmiş ülkelerde, Batı'nın kendi içinde olacak.
3- ABD'nin küresel politikaları krizden ciddi oranda etkileniyor. Böyle giderse bir süre sonra bugüne kadar gördüğümüz politikalarında ciddi değişikliklere gitmek zorunda kalacak. Londra'daki G-20 zirvesinde gördüğümüz çözümsüzlük ve ayrışma eğilimi hemen bütün ülkelerin pozisyonunda değişimlere yol açacak.
4- 20 yıldır Batı 21. yüzyıl tasarımlarını ötekini kontrol altına almaya çalışarak, dünyanın geri kalanını denetleyerek belirlemeye çalıştı. Bugün bu stratejilerin hepsi iflas etti. İnsanlık yeni bir 20. yüzyıl yaşamaya pek de istekli değil ve bu yolda ciddi bir direnç gösteriyor.
5- ABD'nin ve Batı'nın 20 yıllık arayışında en önemli motivasyonu "öteki" olarak belirlediği ve "küresel terör" kavramıyla siyasal bir söyleme dönüştürdüğü İslam tehdidi oldu. Ama dünya artık bu sanal, yapay, örtülü operasyonlarla diri tutulmaya çalışılan söylemi benimsemiyor.
6- Müslüman dünya bu süreç içinde ciddi bir direnç oluşturdu. Özellikle George Bush yönetimi boyunca agresif ve bütün çirkinliği ile uygulanmaya çalışılan bu tez artık ikna edici değil ve Batı'nın önüne rahat yollar açmıyor.
7- Krizin, yeniden yapılanma arayışlarının dünyadaki genel direncin artık Batı'yı zorladığını, kendi içindeki zaaflara yönlendirdiğini, küresel güç dengelerinin bir önceki yüz yıl kadar Batı lehine olmadığını biliyoruz.
8- Tam bu sırada Barack Obama ABD liderliğine seçildi. Değişimi, reformu, işbirliğini, uzlaşmayı ve barışçı projeleri pazarlama dönemi başladı.
9- Aynı dönemde Türkiye, geçmişiyle yüzleşmeye, tarihine dönmeye, kendi coğrafyasına bakmaya, bölgesinde etkin bir güç olarak öne çıkmaya başladı.
10- Semboller, imajlar üzerine kurgulanmış bu ziyaret, elbette Türkiye'ye kendi bölgesinde etkin bir pozisyon öneriyor. Bunu söylerken "ABD rol tayin eder Türkiye uygular" kolaycılığına düşmek istemiyorum. Tam öyle değil. Bu sefer roller tek yönlü belirlenmiyor. Türkiye'nin bu rol arayışları içinde kendi özel gündemi bulunduğunu hatırlatmak isterim.
11- Bundan sonra ABD'nin Ankara ve İstanbul'da verdiği mesajların ne kadar uygulanabilir olduğunu test edeceğiz. Ortadoğu'da, Afrika'da ve Hazar çevresindeki güç mücadelelerinde Washington'daki yeni yönetimin tutumlarını yakından izleyeceğiz. Bunu yapmak zorundayız. Çünkü bu bölgede yaşayan bizler, sözlere kanmayacak kadar acı gerçeklerle test edildik.
Bu yüzden, hayal pazarına aldırmadan, gerçeklerle yüzleşerek, gündelik iç politika tutumlarına rehin olmadan yola devam etmek, gelişmeleri, yeni yapılanma dönemini dikkatlice izlemek zorundayız. her şeyden önemlisi birkaç güzel söze kanma basiretsizliğinden artık kurtulmalıyız.
İngiltere Başbakanı Gordon Brown; G-20 Zirvesi'nin kapanışında şu sözü söylemişti geçtiğimiz hafta: "Yeni bir dünya düzeni kuruluyor. Bu düzen küresel konsensusla kuruluyor." Evet gerçekten de yeni bir dünya düzeni kuruluyor. Bütün uğraşılara rağmen bu düzen Batı'nın tek yanlı dayatmalarına göre şekillenmeyecek. Kültürel olarak, siyasi olarak tartıştığımız yeni dünya düzeninin şimdi ekonomik boyutunu tartışıyoruz. Bu, üçüncü ve son safhadır. Ama söylenenlerin aksine bu düzen küresel konsensus ile kurulmuyor.
Türkiye için Obama ziyareti bu açıdan çok önemli. Türkiye'nin kendi bölgesinde pozisyon belirlemeye başladığı, küresel düzeyde rol elde etmeye çalıştığı, ABD'nin yeni arayışlara girdiği bir dönemde yapıldı çünkü. Gerçekten yeni bir dönem başlıyor!