Tek Adam'ın Mülkü/Atilla Fikri ERGUN
Eleştirel aklın ön plana çıkarılması, İslam tarihinin servet ve iktidar ekseninde eleştiriye tabi tutulması, servet ve iktidarın doğasının sorgulanması ne kadar gerekli ise, Cumhuriyet tarihinin, M. Kemal başta olmak üzere kurucu kadronun, devlet mantığının ve ilk dönem iktisadi politikaların -ki, sürecin tümüne etki etmiştir- eleştirilmesi de bir o kadar gerekli. Aksi halde Cumhuriyet'in temellerini sorgulamayan, 88 yıllık fiili durumu göz ardı eden, hem İslamî köklere sahip olması hem de "dönemin egemeni" olmasına istinaden (sanki sistem kökten değişmiş gibi) bütün eleştiri oklarını Hükümet'e yönelten ve bunu, aradaki 88 yılı es geçerek doğrudan İslam tarihiyle irtibatlandıran bir bakış açısının sağlıklı olmadığını söylemek durumundayız.
Militan laik rejiminin tek tip insan modeli öngören dayatmacı icraatları, tepeden inme "devrimler"i, "yasaklar"ı, İstiklâl Mahkemeleri, "şapka devrimi"ne muhalefet eden şehirleri topa tutuşu, Doğu ve Güneydoğu'da gerçekleştirdiği katliamlar vs. hemen herkesin malumu. Bu bakımdan daha ziyade iktisadi zihniyete ve bu alanda izlenen politikalara kısaca temas etmek yerinde olacaktır.
M. Kemal'in 7 Şubat 1923'de meşhur Balıkesir Hutbesi'ni irad ettikten sonra Cami'de halkın sorularını yanıtlarken sarf ettiği sözlerle başlayalım: "... Parası olanlara da asla düşman değiliz. Bilakis küçük tüccar ve esnafın istikbali, büyük milyoner ve milyarderlerin meydana gelmesi şeklinde inkişaf etmelidir. Bir memleketin sermaye sahipleri üzerine titrenecek kıymetlerdir."(1)
Pek tabii bu sözlerin öncesi-sonrası var ve bunlara yeri geldikçe değineceğim. Ancak öncelikle bir noktanın altını çizmekte yarar var ki, M. Kemal, şartların gerekli kıldığı şekilde İslam'dan övgüyle söz ettiği hutbenin ardından, açıkça tek parti yönetimine ve kapitalizme abdest aldırmıştır. 'Tek Adam', yukarıda sarf ettiği sözlerden önce, tıpkı İslam tarihinde sınıflı sosyal yapının hiçbir zaman var olmadığını savunanların yaptıkları gibi, diğer ülkelerde siyasi partilerin iktisadi meseleler üzerine kurulduğunu, zira söz konusu ülkelerde sınıfların var olduğunu, her sınıfın menfaatinin bir diğerine uymayacak şekilde vazedildiğini söylemekte, ardından da şunları eklemektedir: "Güya bizde de birçok sınıflar varmış ki, siyasi partilerin ihdas ettikleri vaziyet şayan-ı eseftir. Ben 'Halk Fırkası (Partisi)' kelimesi altında bütün bir milleti kast ediyorum."(2)
M. Kemal, devamla bu konuda neler düşündüğünü şöyle açıklar: "Biliyorsunuz ki, memleketimiz çiftçi bir memlekettir. O halde milletimizin büyük bir ekseriyeti çiftçi ve çobandır. Böyle olunca, hatıra derhal büyük arazi ve çiftlik sahipleri gelecektir. Bizde bu sınıf da pek azdır. Büyük ekseriyet karşısında hakiki bir varlık teşkil edemezler. Daha doğrusu etmemeleri lazımdır."(3) Oysa doğrusu şu şekildedir: I. Dünya Savaşı'nın başlamasına doğru büyük toprak sahipleri, bir başka ifadeyle toprak ağaları -ki, köy nüfusunun % 1'ini teşkil ediyorlardı- tüm işlenen toprakların % 39,3'ünü, küçük toprak ağaları ve zengin köylüler ise -bunlar da köy nüfusunun % 4'ünü teşkil etmekteydiler- toprakların % 26,2'sini ellerinde tutuyorlardı. Köylü ailelerin (yani köy nüfusunun % 95'inin) payına ise işlenen toprakların % 34,5'i kalıyordu.(4)
Kemalist Darbe'den sonra (devrim değil, darbe) bu tabloda değişen pek fazla bir şey olmadı. 20'li yılların sonu, 30'lu yılların başı itibariyle ülkedeki toprak mülkiyeti ve kullanımıyla ilgili olarak sağlam, güvenilir veriler bulunmamakla birlikte, bazı bilgilere göre, işlenen toprakların % 40 ila 50'sinin büyük toprak sahiplerinin ellerinde bulunduğu sonucuna ulaşmak mümkündür.(5)
Bu noktada M. Kemal'in de büyük toprak ağaları arasında yer aldığını hatırlatmakta yarar var. Zira kendisi bağ, bahçe, fidanlık, çayır, yoncalık, orman vb. dâhil olmak üzere üç yüz bin dönümden fazla arazinin sahibiydi.(6) Anlaşılan o ki, 'Tek Adam', Balıkesir Hutbesi'nde ileriyi düşünerek "toprak ağalığı"na da abdest aldırmış.
Kapitalist ekonomi modelinin M. Kemal'in kafasında iyiden iyiye yer ettiğini ortaya koyan diğer sözlerini de gündeme getirelim: "Bugün memleketimizde fabrika ve imalathaneler pek azdır. Amelemizin (işçimizin) miktarı yirmi bini geçmez. Memleketi yükseltmek için çok fabrikaya muhtacız."(7) Büyük tüccar ve sanayi erbabının o gün itibariyle zikredilemeyecek kadar az olduğunu, parası olanlara asla düşman olmadıklarını, küçük tüccar ve esnafın istikbalinin, büyük milyoner ve milyarderlerin meydana gelmesi şeklinde inkişaf etmesi gerektiğini, bir memleketin sermaye sahiplerinin üzerine titrenecek kıymetler olduğunu söyleyen M. Kemal, sözünü ettiği fabrika ve imalathanelerde emek-sermaye ortaklığını öngörmüyordu şüphesiz.
Nitekim Paşa'nın servetine bakıldığında, onun bu konuda nasıl bir zihniyete sahip olduğu açıkça görülür: Bir bira fabrikası, bir malt fabrikası, soda ve gazoz fabrikası, buz fabrikası, deri fabrikası, iki adet süt fabrikası (biri Ankara'da, diğeri Yalova'da), yoğurt imalathaneleri, şarap imalathanesi, değirmenler, bir çelik fabrikasının % 40 hissesi, mandıralar, 16 traktör, 13 biçer ve harman makinesi, ziraat aletleri, çiftliklerde kullanılan 5 adet kamyon ve kamyonet, 2 adet binek otomobil, 19 adet yük arabası vs... Bunlara ek olarak Paşa'nın bir adet deniz motoru, 13.100 baş koyunu, 443 baş sığırı (muhtelif türlerde), 69 atı ve 2.450 adet tavuğu bulunuyordu.(8)
Öldüğünde M. Kemal'in İş Bankası'ndaki emekli hesabında 19.566 Lira, 4 No'lu şahsi hesabında 53.453 Lira, 2 No'lu hesabında 1.446.872 Lira vardı. M. Kemal, nukut (nakitler) ve hisseleriyle birlikte bütün mal varlığını CHP'ye bıraktı. CHP'ye bıraktığı nakit miras 1.664.000 Lira'dır ki, bu rakamlar bugünün parasıyla korkunç meblağlara tekabül etmektedir.(9) Bugün iktidar kadrolarına "Nereden buldunuz?" diye soranların -ki, doğru ve yerinde bir sorudur- dikkatlerini çekmekte yarar var.
Demek ki, neymiş; mülk 'Tek Adam'ınmış! Ya da "saygı ve minnetle" anılan 'Tek Adam', "kervan"a hücum etmiş!
Bu noktada M. Kemal'in, Balıkesir'e, ülkenin iktisadi politikalarının şekillendiği İzmir İktisat Kongresi'ne giderken uğradığını da belirtmiş olalım. Paşa, bir sonraki cümlesinde çiftçiyi açıkça ikinci plana iter. Zira kapitalist dünyaya eklemlenebilmek ve kalkınabilmek için çiftçiden ziyade işçi gereklidir: "Unutmamalıyız ki, çiftçi kaldıkça, geri kalmış, sanayileştikçe ilerlemiş olacağız. Bu sebeple ameleyi (işçiyi), tarlada çalışan çiftçiden ayırt etmemek ve onların inkişafına gayret etmek lazımdır."(10)
Bernard Lewis, tek parti yönetiminin köylüye biçtiği rolü şu şekilde ifade etmektedir: "Cumhuriyet, Anadolu köylüsüne, onu ülkenin belkemiği diye överek -fakat onun için en iyi olana kendisi karar vererek ve bunu tatbik için devlet ve parti memurlarını göndererek- daima sözde kalan bir bağlılık gösterdi. Yüzyıllarca, belki de bin yıldan beri toprak ağasının ve devletin otoritesine boyun eğmeye alışmış olan köylü, bu rolü tevekkülle kabul etmişti."(11) Dolayısıyla "Köylü milletin efendisidir" diyen Kemalizm, köye hiçbir şey getirmemiş, aksine çiftçiyi ve köylüyü gözden çıkarmıştır. Köylü, 1946'da çok partili siyasi hayata geçilmesinden sonra, ancak 1950'den itibaren kendine gelmeye başlamış, bu tarihten sonra köye traktör, yol, içme suyu, elektrik, otobüs, gazete, radyo vs. girmiştir.
Peki, Kemalist rejim işçiye nasıl muamele etti? İşçi hareketlerine hiçbir surette müsaade edilmedi. 1931 yılında Halk Partisi sınıf bilinci uyandıracak her türlü girişimi reddetmiş, 1936 yılında çıkarılan İş Kanunu, işçinin neredeyse bütün haklarını elinden almıştır. Temmuz 1938 tarihli Cemiyetler Kanunu Tadilatı ise, sınıf temeli üzerine kurulu hiçbir teşkilat(lanmay)a izin vermiyordu.(12)
Oysa bugün bizim eleştirdiğimiz Osmanlı'da dahi vaziyet çok daha iyiydi. 1871 yılında loncaların dışında kurulan ilk modern sendika Amele-perver Cemiyeti'dir. Cemiyet, 1872 yılında ilk grevini Kasımpaşa'da yapmış ve bu greve 600 Müslüman ve Hıristiyan tersane işçisi katılmıştır. 1908'deki II. Meşrutiyet'ten sonra işçi hareketleri daha da büyümüş ve serbest hale gelmiştir. Sadece 1908 yılının Ağustos ve Eylül aylarında otuz grev yapıldığı kaydedilmiştir. Ancak Hükümet, 25 Eylül'de Tâtîl-i Eşgal Kanûn-u Muvakkati (Geçici Grev Kanunu) ile grevlerin önünü kesmiştir. Zira İttihat ve Terakki greve taraftar değildi.(13)
M. Kemal'in ölümünden sonra da aynı zihniyet devam etti. 7 Ocak 1945'te Çalışma Bakanlığı kuruldu. Dönemin Konya Milletvekili Sadi Irmak, Cumhuriyet tarihinin ilk Çalışma Bakanı'dır. 20 Şubat 1947'de İş ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Kanunu'yla sendika kurulmasına izin verildi. Ancak grev yasaktı.(14)
İzmir İktisat Kongresi'ne de kısaca değinmek yerinde olacaktır. Resmi ideoloji çerçevesinde şekillenen hâkim anlayış, Kongre'nin ekonomik bağımsızlık öngördüğü şeklindedir. Zira 'Tek Adam', Kongre'de yaptığı konuşmada "İstiklâl-i tam için şu düstur vardır: Hâkimiyet-i Milliye, Hâkimiyet-i İktisadiye ile mümkündür" demektedir.(15) Ancak Paşa, hemen ardından şunları eklemektedir: "Efendiler, ekonomik alanda düşünür ve konuşurken, zannedilmesin ki, dış sermayeye karşıyız. Hayır, bizim memleketimiz çok geniştir. Çok emek ve sermayeye ihtiyacımız var. Kanunlarımıza uymak şartıyla dış sermayelere gerekli olan teminatı vermeye her zaman hazırız. Yabancı sermaye çalışmalarımıza eklensin ve bu, bizimle onlar için yararlı sonuçlar versin."(16)
M. Kemal devamla, "Geçmişte Tanzimat Devri'nden sonra yabancı sermaye, üstün hakları olan bir yere sahipti. Devlet ve hükümet, dış yatırımların jandarmalığından başka bir şey yapmamıştır. Her yeni millet gibi Türkiye bunu uygun bulamaz. Burasını esir ülkesi yaptırmayız"(17) demiş, ancak her nedense gerçekleştirilen icraatlar konuşmanın bu kısmını havada bırakmıştır. Ayrıca M. Kemal'in konuşması çelişkilidir; zira bir yandan "Dış sermayeye gerekli olan teminatı vermeye hazırız" demekte, öte yandan Tanzimat sonrasına atıfta bulunarak dış sermayenin üstün haklara sahip olduğunu, devletin ve hükümetin dış yatırımların jandarmalığından başka hiçbir şey yapmadığını söylemektedir.
Bu noktada Kemalizm'in köye hiçbir şey getirmediğini, köylüyü toprak ağalarının elinden kurtarmak için hiçbir girişimde bulunmadığını, işçinin neredeyse bütün haklarını elinden aldığını bir kez daha hatırla(t)mak gerekir. Zira buradaki yegâne amaç, dış sermayeye ucuz ve "uslu" iş gücü sağlamaktı. Ancak yine de dış sermaye, 1950'li yıllara kadar arzu edilen miktarda ülkeye giriş yapmamıştır. Çünkü kapitalist ülkelerle Demir Perde (sosyalist blok) arasındaki mücadele, ancak 1950'li yıllarda zirvesine ulaşmıştır. Bu nedenle M. Kemal'in "hayali"ni gerçekleştirmek sağ partilere nasip olmuştur. Bu bakımdan Demokrat Parti döneminde Kemalizm'den sapıldığı iddiası bütünüyle çürüktür. Özet olarak söyleyecek olursak, İzmir İktisat Kongresi, Beyaz Türkler'in en önemli varlık sebebidir.
Nitekim Kongre'de ağırlık özel teşebbüse (Teşebbüs-ü Şahsî'ye) verilmiş, sermaye birikiminin nasıl hızlandırılacağı, bu maksatla tanınacak muafiyetler, para piyasalarının ve iş hukukun yeniden düzenlenmesi gibi konular ele alınmıştır. Bu arada daha önce yukarıda zikrettiğim, işçinin elinden grev hakkını alan Ta'tîl-i Eşgal Kanûn-u Muvakkati'nin (Geçici Grev Kanunu'nun) değiştirilmesinin gerekip gerekmediği tartışılmış ve kanun muhafaza edilmiştir.
Tarihi veriler bir hayli kabarık. M. Kemal'in zihniyet beyanı arz eden sözleri, militan laik rejimin icraatları ve takip edilen iktisadi politikalar dikkatli bir biçimde incelendiğinde, Cumhuriyet tarihinin hangi temeller üzerinde şekillendiği ve ülkenin kapitalizme nasıl eklemlendiği açıkça görülür. Hiç şüphesiz Kemalizm, büyük milyonerler ve milyarderler var etti. Emekçi durup dinlenmeksizin çalıştı, çabaladı ve sermaye birikimini hızlandırdı. Bu bakımdan Beyaz Türkler, Kemalizm'in ülkemize hediyesidir. Bunlar deveyi hamuduyla götürerek ülkenin "Muasır Medeniyetler" seviyesine çıkmasını(!) sağladılar. Halkın malını gasp ettiler, emeği sömürdüler, Türk'ü, Kürt'ü, Arap'ı, Laz'ı, Çerkez'i, Gürcü'sü, Abaza'sıyla "Padişah'ın kulu" olmaktan kurtulan(!) ülke insanını bir bütün olarak "kapitalist sistemin kölesi" haline getirdiler.
Mevcut iktidara gelince; servet ve iktidar odaklı bir din algısına sahip olduğu için, "düşmanın silahıyla silahlanma" yoluna gitti ve kendi zengin sınıfını oluşturdu. Bütün köşe başları tutuldu, yandaşlar ihale zengini oldular. Üstüne üstlük on yıllık AK Parti iktidarında "alttakiler"in payına düşen hiçbir şey olmadı. Ancak bugün her ne kadar Yeşil Türkler vaziyete hâkim görünse de, Beyaz Türkler'in gücü hâlâ yerli yerinde duruyor. Bu kesime ait büyük şirketler ve holdingler ülke ekonomisinde ve kısmen de olsa siyasette söz sahibi.
Son olarak şunu söylemek icap eder ki, mevcut sistem itibariyle Kemalizm eleştirisi yapmaksızın iktidar eleştirisi yapmak ve bunu doğrudan İslam tarihiyle irtibatlandırmak, hem eksik ve yetersiz kalmakta hem de ülke gerçeklerine ters düşmektedir. Zira mevcut iktidar uzaydan gelmedi. Her ne kadar İslamî köklere sahip olursa olsun, neticede mevcut iktidar Emevi zihniyetinin ürünü olduğu kadar aynı zamanda Cumhuriyet tarihinin ürünü. Bu ikisi arasındaki tek fark, birinin "İslam" adına diğerinin ise "başka bir şey" adına hareket etmesidir.
Hal böyle iken, içi boş sloganlar atmak ve Cumhuriyet tarihiyle hesaplaşmaksızın bir bütün olarak İslam tarihine vurmak, temiz akıl sahipleri açısından hiç de inandırıcı değil. Sahi gerçek egemen kim? Vatandaşın cebindeki paranın üzerinde resmi basılı olan mı, yoksa günün birinde seçim kaybedip gidecek olanlar mı? "Ölüler egemen olamaz" diyorsanız, tarihe bakın!
Umutla ve devrimle...
-----------------------------
Dipnotlar:
1- Mustafa Kemal, Balıkesir Hutbesi, Her Yönüyle Atatürk, Hazırlayan: Avni Altıner, Yayınlayan: Bakış Kütüphanesi, 2. Baskı, 1974 İstanbul, 'Mustafa Kemal'in Balıkesir Camii'nde Cuma Hutbesi' başlıklı bölüm, Derleyen: Samih Nazif Tansu, s. 334-366
2- Mustafa Kemal, Balıkesir Hutbesi, a.g.e, s. 334-336
3- Mustafa Kemal, Balıkesir Hutbesi, a.g.e, s. 334-336
4- Y. N. Rozaliyev, Türkiye'de Kapitalizmin Gelişme Özellikleri, Onur Yay., Aralık 1978, s. 23
5- Y. N. Rozaliyev a.g.e, s. 23
6- Sadi Borak'ın 1966 tarihli Bilinmeyen Yönleriyle Atatürk adlı kitabından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, Özgür Üniversite, Maki Basın Yayın, 11. Baskı, Eylül 2006, s. 230
7- Mustafa Kemal, Balıkesir Hutbesi, a.g.e, s. 334-336
8- Sadi Borak'ın 1966 tarihli Bilinmeyen Yönleriyle Atatürk adlı kitabından aktaran Fikret Başkaya, a.g.e, s. 230; Ayrıca bkz. Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, Yapı Kredi Yay., 1973 İstanbul, c. 2, s. 689
9- Nukut (nakitler) ve hisselerin dökümü için bkz. Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam Mustafa Kemal, Remzi Kitabevi, 16. Baskı, c. 3, s. 410
M. Kemal'in Vasiyetnamesi:
T.C. Ankara 3. Sulh Hukuk Mahkemesi
Sayı: 1938/95 t.
Terk-i hayat eden Cumhurbaşkanı Atatürk'ün 28.11.1938 tarihinde mahkememizde açılan vasiyetnamesinin sureti aşağıya çıkarılmıştır.
Dolmabahçe 05.09.1938 Perşembe
Malik olduğum bütün nukut ve hisse senetleriyle Çankaya'daki menkul ve gayrimenkul emvalimi (mallarımı) Cumhuriyet Halk Partisi'ne atideki şartlarla terk ve vasiyet ediyorum:
* Nukut ve hisse senetleri, şimdiki gibi, İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır.
* Her seneki gibi, nemadan, nispetleri şerefi mahfuz kaldıkça, yaşadıkları müddetçe, Makbule'ye ayda 1.000, Afet'e 800, Sabiha Gökçen'e 600, Ülkü'ye 200 Lira ve Rukiye ile Nebile'ye şimdiki 100'er Lira verilecektir.
* Sabiha Gökçen'e bir ev de alınabilecek, ayrıca para verilecektir.
* Makbule'nin yaşadığı müddetçe Çankaya'da oturduğu ev de emrinde kalacaktır.
* İsmet İnönü'nün çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç olacakları yardım yapılacaktır.
* Her sene nemadan mütebaki miktar yarı yarıya, Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis edilecektir. (K. Atatürk)
10- Mustafa Kemal, Balıkesir Hutbesi, a.g.e, s. 334-336
11- Bernard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, Çev: Metin Kıratlı, TTK Yay., 1984 Ankara, s. 471.
12- Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, Ötüken Yay., 1983 İstanbul, c. 11, s. 422
13- Yılmaz Öztuna, a.g.e, c. 11, s. 422
14- Yılmaz Öztuna, a.g.e, c. 11, s. 422
15- Mustafa Kemal, İzmir İktisat Kongresi, Her Yönüyle Atatürk, Hazırlayan: Avni Altıner, Yayınlayan: Bakış Kütüphanesi, 2. Baskı, 1974 İstanbul, 'Türkiye İktisat Kongresi' başlıklı bölüm, Derleyen: Dr. Melih Sümer, s. 310-312
16- Mustafa Kemal, İzmir İktisat Kongresi, a.g.e, s. 310-312
17- Mustafa Kemal, İzmir İktisat Kongresi, a.g.e, s. 310-312