Kişi için ölçü, son halidir. Bu yüzdendir ki, ârif insanlar, ‘Yarab, beni bir an bile nefsimin eline koyma ve en hayırlı ânımı, son ânım eyle’ diye dua etmişlerdir.
Ama en son hal hangi zaman dilimidir? Herhalde, ölmek üzere olduğu zamanki hali değildir.
Fir’avun’un da ölüm korkusuyla son anında, can verirken Allah’a inandığını söyleyen müfessirler olmuştur. Ama bu imana, ‘fir’avn imanı’ denilmiş ve böyle bir imanın kişiye bir faydasının olamayacağı da belirtilmiştir.
***
Bugünlerde, bir sırılsıklam kemalist ilahiyatçı- siyasetçi öldü. Bilgi seviyesine bir şey diyen yok. Ama İblîs de, melekler içinde ilim seviyesi açısından en önde idi. Ama isyankârlığın sembolü oldu. Bu açıdan, ‘tezkiye, ta’limden mukaddemdir, / nefsin arındırılması, ilim öğrenmekten önce gelir..’ denilmiştir.
Öyleyse, İblîs’in ve onun yolundan gidenlerin bilgisine saygı duyulamaz.
Atom’un parçalanabileceğini ilmen bulanlar, belirleyenler, tezkiye ve sorumluluk sahibi, bilge kişiler olsaydı, onun her şeyden önce atom bombasına dönüştürülmemesinin yolunu keşfedip, nasıl ve sadece hayra kullanılabileceğinin sorumluluğunu da hissederlerdi..
***
Yıllarca önce, Mekke’de bir sohbet ânında, söz konusu kişinin kitaplarının yüzbinler, milyonlar sattığı söylendiğinde, orada bulunan ve yeni yeni popülerleşmeye başlayan ve şimdi ünlü bir hoca olan bir arkadaş, ‘Merak etmeyin, onun kitaplarını okuyanların en azından üçte birisi tatmin olmayınca, benim kitaplarıma yöneliyorlar..’ demiş ve bir arkadaş da, ‘Maşaallah hocam, onun 2 milyon civarında sattığı söylendiğine göre, sizin kitaplar da 650- 700 bin satıyor’ diye bir nükte yapmıştı.
***
Onun bir bilim adamı olduğu konusunda bir söz yok. Ama onun derecesinde veya daha ileri seviyede niceleri de vardı. Ve onun sivrilmesi bilim adamı olduğundan değil, o bilgilerini, herkesi, kemalist-laik resmî ideolojinin ‘ikon / put’laştırılmış isminin zihniyetine bağlamak için istemesindendi; onun için parlatılmıştı.
Ailesince gazetelerde yayınlanan ölüm ilânında bile, onun, ‘bütün ülkenin hocası’ diye takdim ediliyor ve sonra da, üççeyrek yüzyıl öncelerde ölmüş ve ‘ikon’laştırılmış bir siyasetçi kişiye sevdalı olduğu vurgulanıyordu.
***
Kendisini ‘çıplak uyarıcı’ olarak nitelemişti. Ama sonunda, ‘kral çıplak’ misalini hatırlatacak şekilde, ortada cas-cavlak kaldı.
Bir ara da, ‘Mehdi’ konusuna takmıştı kafayı.. ‘Mehdi, bazı hesaplara göre, 1945’lerde Karadeniz kıyılarında dünyaya gelmiş olmalıdır’ diyecek kadar komikleşmişti. Kendisi de o tarihlerde, o sahillerde dünyaya gelmişti.
***
İnancına göre örtünmek isteyen hanımlarla dalga geçti, ‘laik fetvâ’lar verdi; 28 Şubat 1997 Zorbalığı günlerinde darbecilere çanakyalayıcılığı yaptı.
Bir ara, parlamentoya da girdi, kemalist parti saflarından.. Ama daha sonra ayrıldı ve ‘o partinin iliklerine kadar İslam nefretinin sindiği’ni gördüğünü yazdı, (2 Kasım 2003- Star).
***
Ölümünden 5-6 ay kadar önceydi, hastalığının ağırlaştığı görülüyordu.. O ise hâlâ, müslümanları rencide etmek derdindeydi. Sultanahmed Camii’ni yaptıran Sultan’ın o camii, kimbilir hangi hırsızlıklarını gizlemek için yaptırdığını söylüyor ve sonra da, ‘Ağzımı bozdurmayın benim, şimdi Çamlıca’larda dikilen de öyle’ diyordu. Geçen sene de, sanatçı geçinen bazı tiplerle, bir TV programında en ahlâksız ve galîz kelimelerle küfürler etmekten utanmadı.
***
‘Ölülerimiz’i hayırla anmakla emrolunduk, bütün ‘ölü’leri değil!.
Nitekim, Nemrud’lar Fir’avun’lar, Ebu Leheb’ler de binlerce yıl önce öldükleri halde, lanetle anılmakta, Kur’an’da.. Çünkü ölen bedenlerdir, zihniyetler ise, varlığını sürdürür. Biz onları lanetlerken, onların toz-toprak olmuş bedenlerine değil; hâlâ da sürmekte olan zihniyetlerine düşmanlığımızı ortaya koyuyoruz.
stargazete