Ölüm asude bir bahar ülkesidir

Abdurrahman Dilipak

Herkes uzun bir ömür diliyor birbirine! Uzun ömür tek başına saadet vesilesi değildir ve olamaz. Nahl Suresi 70. Ayetinde geçen; “Erzeli’l-Umur / ömrünün en düşkün çağı” uyarısına dikkat etmek gerek. Kişinin kendisi için olduğu kadar, çevresindekiler açısından acı veren bir zahmete dönüşür bu ömür. “Ölememek” de ölümden beter bir haldir aslında. Ki Allah; bazıları dua ile ölümü istese bile onlara ölüm vermeyecek. Ölüm gerçekleşince de cehennem azabını görünce, hayata döndürülüp, her çileye razı olup, “salih bir kul” olma sözü vermeleri onlar için fayda sağlamayacak.

Allah’ın her canlı için tayin ettiği ecel, onun için en iyi olandır. Azrail hiçbir zaman işini geciktirmez ve acele etmez.. Kimse kimseye ömür bağışlamasın, çünkü imkansız ve faydasız bir iştir. Allah’ın hükmüne razı olalım.

Allah bütün müminlere hayırlı, bereketli, verimli bir ömür ihsan etsin ve güzel bir ölüm ihsan etsin. Ölümlerin en güzeli şehidliktir, bu arada.. Ölmeden önce ölenler, bizim inanç dünyamızda yaşayan şehidlerdir. Şehidlik temelde yaşadığı zamana ve mekana ve Allah’a ve O’nun dinine şahidliği ifade eder. Herkes Allah’ın iradesi içindedir. Aslolan Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olmaktır.

Ölüm “asude bir bahar ülkesidir bir rind’e”. Bizim yaşımızdaki insanların akrabalarının ve dostlarının çoğu öbür dünyadadır. Ahir zamanda, yerin altında inilerek çıkılan yücelerdeki ebedi hayat, yerin üstündeki yalan, haz ve zulümden rezilliklerden çok daha güzeldir.

HER NEFİS ÖLÜMÜ TADICIDIR. O’NDAN GELDİK VE O’NA DÖNDÜRÜLECEĞİZ.

Dünya, aslında bir “sürgün yeri”dir. Ölüm dediğimiz şey ölümsüzlüğe doğuş’tu. Aslında yaratılanların son gününe kadar ölümsüz olacağımız bir dünyadan ölümlü bir dünyaya geldik. Hayat dediğiniz şey, ölüme doğru yürümek, yavaş yavaş ölmektir. İnsanoğlu, aslında, bu anlamda kaçtığını sandığı şeye doğru koşar. Nefes alıp vermekle yaşadığını sanır ama her nefes alışverişte biraz ölür. Ve son nefesinizi alıp verdiğinizde, artık ömrünüzün sonuna gelmişsiniz demektir.

Madem Allah’tan geldik ve Allah’a döndürüleceğiz. O zaman o gün mü’min yürekler için “Şeb-i Arus” yani bayram günüdür.

Garip bir dünyada yaşıyoruz. Doğduğumuzda biz ağlarız, herkes güler. Öldüğümüz gün, eğer gideceğimiz yer cennetse biz güleriz, çevremizdekiler ağlarlar.

Her şey Allah’ın iradesi içindedir. Biz O’nun rızasını istiyoruz ve bu dünyadaki varlık sebebimiz “kulluk”tur. Bu dünya bizim için bir imtihan yeridir. Allah bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istemektedir. Hayatımızı buna göre tanzim edelim inşallah!

Önce şunu anlayalım: “Ruh, can ve nefs” aynı şey değildir. Hepsi arasında bir ilişki de vardır elbette. Bunlara giydirilen bir “beden elbisesi” var ve ona yüklenen bir “akıl” var!

Bilmem farkında mısınız, “Vefat” ya da “ölüm” aynı şey değildir.

(En’am 60) …Ve O, gece sizi vefat ettirendir ve gündüz ne elde ettiğinizi bilir. Sonra sizi onda (gündüz), belirlenmiş ecelin / sürenin yerine getirilmesi için, uyandırır. Sonra dönüşünüz O’nadır. Sonra da yapmakta olduğunuz şeyleri size haber verir. (61) O, kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sahibidir. Üzerinize koruyucular (koruyucu melekler) gönderir. Nihayet birinize ölüm geldiği zaman, elçilerimiz eksiklik yapmaksızın onu vefat ettirir.”

Her gece vefat eder ve her sabah yeniden doğarız.

Biz tek bir kişi değiliz. “Ruh, nefs, can, akıl ve beden” gibi asli varlığımız dışında bir de bizimle birlikte olan Melek, Cin ve Şeytan var. Bedenimiz maddi bir varlık, o da bizden bağımsız milyarlarca hücreden, hormondan, enzimden, mineralden, otonom canlı varlıklardan oluşur. Vehbi bir varlığa sahibiz, ama kesbi kazanımlar ya da risklerle varlığımızı korur, geliştirir ya da ona zarar veririz. Bu şekilde “ekmel-i mahlukat, eşrefi mahlukat” oluruz ya da “belhum adal” oluruz. “Kemalat” da kem Alat’la  “Tereddi” de basamak basamaktır.

Ölüm en büyük ibret dersidir. Onun için bir Müslümanın bu “ağzımızın tadını kaçıran” ölümü sıkça anmamız gerekir. Gerçek yurdumuz öbür dünyadır. Burası geçici olan, acılar, çelişkiler, çatışmalarla dolu bir dünyadır. Mü’min yürekler, ahiret inancı ile “yaşama içgüdüsü”nün kışkırttığı ölüm korkusunu yenerler. Şimdi CoVID günlerinde birileri ölüm korkusunu kışkırtarak bu işi bir “Korku pandemisi”ne döndürdü adeta. CoVID bu anlamda bizim imtihanımız oldu. Oysa önümüzde apaçık bir hakikat var. Korkmayın ecel, adına ömür dediğimiz ertelenmiş bir zamanı, süreyi ifade eder. Kimse ecelinden önce ya da sonra ölmeyecektir. Ecelimiz ömrümüzün kefilidir. Kimse rızgından az ya da çok yemeyecektir. Ve Allah’ın takdir ettiği bir kaderden başka bir kaderimiz de yok. O zaman neden korkarsınız ki! Tek gerçek imtihan olduğumuz. Görevimiz Allah’ın rızasını aramak. Bunu yaptığımız sürece de mahzun olmayacağız. Önce sakinleşelim. Ve şimdi, uzun sürecek zor döneme hazır olalım. Bugün daha çok sabra, daha akıllı ve bilgili, daha düşünceli olmaya, tevazuya, takvaya ve cesarete ihtiyacımız var. İstişare ve şûraya ihtiyacımız var, duaya ve yardımlaşmaya ihtiyacımız var. Birini eleştirmeden önce, eleştirdiğimiz konuda biz dün ve bugün bir vebal taşıyor muyuz ona dikkat edelim. Yoksa söz ve eylem bereketini kaybedecektir.

Unutmamak gerekir ki, Allah’ın yardımı cemaat üzerinedir. Tabii gerçek cemaatten söz ediyorum. Kederler paylaşıldıkça azalır ve mutluluklar paylaşıldıkça çoğalır. Ve yine unutmayalım ve hep hatırlayalım: Allah’ın zorlaştırdığından daha zor ve kolaylaştırdığından daha kolay bir iş yoktur. Biz hep başkalarını dönüştürmeye çalışıyoruz. Unuttuğumuz bir şey var. Biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmedikçe, Allah da bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir. Selâm ve dua ile..