Kayıplar, İnfazlar ve Ölüm Korkusu'nun Gölgesinde Uygurlar
I. Özet
Çin'in Guangdong eyaletinde bir fabrikada 26 Haziran tarihinde Uygurlu işçiler ile Han Çinli işçiler arasında patlak veren çatışmaların ardından Uygurlu işçilerin ölmesiyle, Sincan Uygur Özerk Bölgesinde (Bundan sonra SUÖB olarak geçecektir) 5 Temmuz'dan itibaren gerçekleşen protestolara Çin güvenlik güçlerinin çok sert ve acımasızca müdahale etmesiyle birlikte yüzlerce kişi yaşamını yitirmiş ve binlerce gösterici tutuklanmıştır.
Çin Haber Ajansı Şinhua, yaşanan şiddet olaylarının sorumlusu olarak Uygur protestocuları gösterse de bağımsız kaynaklar, olayların büyümesine Çin polisinin göstericilerin üzerine ateş açmasının neden olduğunu ve Han Çinlilerin de bundan cesaret alarak sokaklarda Uygur avına çıktıklarını bildirdiler. Nitekim, uluslararası haber ajanslarının yayınladıkları görüntülerde Han Çinli eylemcilerin Urumçi sokaklarında Uygurlara yönelik ölümcül şiddet saldırıları dünya kamuoyu tarafından izlenmiştir.
Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nin (SUÖB) başkenti ve 8 milyon Uygur'a ev sahipliği yapan Urumçi'de, halk devam eden gerginlik yüzünden hala normal yaşama dönmekte büyük güçlükler yaşamaktadır. Çin polisi asayişi sağlamak adına Uygurların dini özgürlüklerini kısıtlamakta, camilerde ibadete sınırlamalar getirmeye çalışmaktadır.
Çin polisinin kamu düzenini bozdukları gerekçesiyle tutukladığı binlerce Uygurdan hala haber alınamamakta, akrabaları bu kişilerin akıbetlerinden derin kaygı duymaktadır. Çin resmi makamlarının Uygurlu göstericileri suçlayıcı açıklamalarda bulunmaları, olaylar hakkında bilgi aktaran website yayınlarını ve çeşitli internet forumlarını kapatmaları ise 1980'lerden bu yana Uygurlar'a yönelik sistematik baskı ve asimilasyon politikalarının bir parçası olarak yorumlanmaktadır.
Çin Komunist Partisi Urumçi Genel Sekreteri Li Cı, yaptığı açıklamada, olaylara neden olanların idama mahkûm edilmeleri için çalışacaklarını belirtmesi, özellikle sayıları binlerle ifade edilen Uygur tutukluların akıbetinden duyulan kaygıyı daha da artırmaktadır.[1]
SUÖB'de Uygurların yıllardır maruz kaldığı insan hakları ihlalleri arasında keyfi gözaltı ve tutuklamalar, adil olmayan yargılama yöntemleri ve ölüm cezası uygulamaları en yaygın olanlarıdır. Bunun yanı sıra dini özgürlüklerin baskı altına alınması, ekonomik ve kültürel haklar ile ifade özgürlüğü ve örgütlenme hakkının katı yasal önlemlerle kısıtlanması, ülke içinde zorla yer değiştirme ve sürgünler sıkça karşılaşılan diğer hak ihlalleri arasındadır.
Uygur dilinin kullanımının sınırlandırılması ve Uygur toplumunun etnik kültür ve geleneklerinin sistematik olarak yok edilmesine yönelik devlet politikaları Uygurların gittikçe büyüyen hoşnutsuzluğuna ve kaçınılmaz olarak öfke patlamasına yol açmaktadır. Etnik asimilasyon aracı olarak Han Çinli göçmenlerin bölgeye göçlerini destekleyen Çin Hükümeti bir yandan bilinçli bir şekilde etnik gerginliği tırmandırmakta, diğer yandan Uygurların kendi topraklarında kültürel ve ekonomik güçlerini kaybederek bölgeyi terk etmeleri için kapsamlı baskı politikası sürdürmektedir.
Çin Hükümeti, Uygurların temel haklarını barışçıl bir şekilde kullanmalarını "ayrılıkçılık, aşırı dincilik ve terörizm" olarak tarif ettikleri "üç kötülük"le mücadele adı altında engelleyerek son derece saldırgan bir kampanya yürütmekte ve insan hakları hukukunu ağır biçimde ihlal etmeye devam etmektedir.
Uluslararası belli başlı insan hakları örgütleri temsilcilerinin neredeyse tamamının araştırma yapmak veya gözlemlerde bulunmak üzere Çin'e girişleri hala yasaktır. Böyle olunca ülkede yaşanan ihlallerle ilgili sağlıklı bilgi akışı Çin dışındaki başka ülkelerde yaşayan Uygurların medya ve sivil toplum örgütleri üzerinden sağlanabilmektedir.Çin'deki baskılar yüzünden kaçarak çeşitli ülkelere sığınan çok sayıda Uygur, kendi can güvenliklerinin yanı sıra SUÖB'de yaşayan akrabalarının da güvenliklerinden endişe ettikleri için çoğu kez konuşmamayı tercih etmektedir.Nitekim dış dünyaya Çin'deki insan hakları sorunları hakkında bilgi verdiği tespit edilen herkes işkence, yargısız infaz, keyfi tutuklama gibi son derece ağır ihlallere maruz kalmaktadır.
II. Arkaplan
Çin Hükümeti, büyük çoğunluğu müslüman Uygur toplumundan oluşan Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde 90'lı yıllardan bu yana her türlü barışçıl toplantı ya da protesto gösterilerini terörizmle mücadele ve güvenlik önlemleri bahanesiyle acımasızca bastırmaya devam etmektedir.
1990 yılında Baren kasabasında Uygurların protesto gösterileri ve ardından patlak veren olaylardan sonra bu kez Gulca ve Aksu gibi diğer şehirlerde de gerçekleşen muhalif eylemler Çin Hükümeti'nin şiddete dayalı sert müdahalesi karşılaşmış, çok sayıda keyfi tutuklama, gözaltında işkence ve adil olmayan yargılamalar sonrası ağır mahkûmiyetler yaşanmıştır. Buna rağmen 1996 ve 1997 yıllarında Uygurlar benzer gösteriler düzenleyerek Çin Hükümetinden insan hakları değerlerine saygı gösterilmesini istemişlerdir.
Çin Makamları ise dış dünyanın tepkilerine karşı resmi propaganda ile yanıt vererek Uygur gösterici ve muhalifleri ayrılıkçılık çıkarmak, aşırı dinci olmak ve terör eylemleri düzenlemekle suçladılar.[2]
III. Ayrılıkçılık, Aşırılık ve Terörizmle Mücadele Ne Kadar İnandırıcı ?
Çin Hükümeti 2001 yılından beri sözümona ayrılıkçılara karşı yürüttüğü resmi kampanyada üç temel kötülükle mücadele ettiğini belirtmektedir. Bu kampanyanın bir sonucu olarak barışçıl kitlesel gösterilerin şiddet kullanılarak bastırılmasının ardından yaşanan kargaşadan yine göstericileri sorumlu tutan hükümet, binlerce kişiyi uluslararası insan hakları hukukunun temel ilkelerine aykırı şekilde tutuklamakta, devlet düzenini bozmaya teşebbüs suçlamasıyla ölüm cezasına çarptırabilmektedir.
Resmi makamlar "ayrılıkçılık ve aşırılık" gibi terimleri tüm barışçıl muhalif gösterilerle beraber ifade ve din özgürlüğünü de sınırlayacak şekilde son derece geniş bir yelpazede kullanmaktadır. Bu yüzden binlerce Uygur "ayrılıkçılık, dini aşırılık ve terörizm" suçlamalarıyla Ceza Yasasının ilgili hükümleri uyarınca mahkum edilmiştir.
Dini aşırılık bahanesiyle Çin Hükümeti uzun yıllardır SUÖB'de dini haklara çok ağır kısıtlamalar getirmektedir. Öyle ki en basit bir kitlesel hoşnutsuzluk eyleminin ardından camiler ve dini eğitim kurumları kapatılabilmekte, bazen Ramazan ayında dahi ibadetler yasaklanabilmektedir.
SUÖB'de yaşanan hak ihlalleri, ülkenin diğer kesimlerinde görülen ve temel insan hakları hukukunu kısıtlayan uygulamalarla paralellik göstermektedir. Çin Ceza Yasası'nın 103. maddesi, açık biçimde "ayrılıkçılığı kışkırttığı, ülkeyi bölmeye çalıştığı" düşünülen her türlü faaliyetin cezalandırılmasını öngörmektedir ve şiddet unsuru taşımayan eylemler ya da ifade özgürlüğü kullanımı gibi haklar da bu kategoriye rahatlıkla sokulabilmektedir. Bu madde nedeniyle sadece Uygur muhalifler değil Tibetli aktivistler de çeşitli cezalara çarptırılmaktadır.
"Madde 103: Ülkeyi bölmek ya da ulusal birliği zayıflatmak amacıyla hareket eden, örgüt kuran ya da komplo kuranlardan elebaşları veya suçu ağır olan kimseler müebbet hapse veya on yıldan az olmamak üzere değişmez süreli hapis cezasına çarptırılır; diğer aktif katılımcılar üç yıldan az ve on yıldan fazla olmamak üzere değişmez süreli hapis cezasına çarptırılır; ve diğer katılımcılar üç yıldan fazla olmamak üzere değişmez süreli hapis cezasına, ev hapsi, denetim veya siyasi haklarından yoksun bırakılma cezalarına çarptırılır.
Ülkeyi bölmeyi ve ulusal birliği zayıflatmayı teşvik eden kimseler beş yıldan fazla olmamak üzere değişmez süreli hapis cezasına, ev hapsi, denetim veya siyasi haklarından yoksun bırakılma cezalarına çarptırılır; ele başları veya suçları ağır olan kimseler beş yıldan az olmamak üzere değişmez süreli hapis cezasına çarptırılır."
IV. İnanç, İbadet ve Kültürel Hakların Sınırsız İhlalleri
Çin'de resmi devlet politikası genel olarak dini özgürlüklerin tamamen daraltılarak kontrol edilmesine dayalıdır. Din alanındaki kısıtlamaların dozu ve devlet baskısının şiddeti müslümanlar söz konusu olunca daha da artmakta, müslümanların ibadet ve dini eğitim hakları engellenmekte ve uluslar arası insan hakları hukuku açıkça ihlal edilmektedir.
Uygurlar'ın dini özgürlüklerini kullanmak amacıyla ifade, toplanma ve örgütlenme özgürlükleri yasa ve yönetmeliklerle ellerinden alınmakta, dini içerikli toplantı ve etkinliklere okul ve evlerde dahi izin verilmemektedir. Yasal mevzuata göre ebeveynlerin çocuklara dini eğitim verilmesi yönünde izin ve yönlendirme hakkı bulunmamaktadır.
Sıkı dini kontroller, örgütlü dini faaliyetlere, ibadet edenlere, okullara, kültürel kurumlara, yayınevlerine ve hatta Uygur bireylerin kişisel görünümleri ve davranışlarına müdahale etmeye kadar varabilmektedir. İmamlar ve Camiler devlet tarafından sürekli olarak baskı ve kontrol altında tutulmaktadır. Bu denli yaygın ve zalimane uygulamalara karşı Uygurların göstereceği tepki ve hoşnutsuzluklar ise derhal "ayrılıkçılık" suçlamasıyla engellenmeye çalışılmaktadır ki, "ayrılıkçılık" Çin Ceza Yasasında ölüm cezasıyla cezalandırılacak ve devlet güvenliğine karşı işlenen suçlar arasında yer almaktadır.[3]
" Askerler düzenli olarak köyümüze gelip köylüleri kontrol ederler. Gece gelip evleri tek tek ararlar. Dini herhangi bir malzeme bulurlarsa sizi sorgu için götürürler. Bunların "yasıdışı dini yayın" olduğunu söylerler. Benim babam basit bir çiftçidir. Okuduğu Kuran'ın yasadışı olup olmadığını ne bilsin."? (HRW-Tahrip Edici Hamleler Raporundan)
SUÖB'deki Uygur müslümanlara yönelik din baskısı, "aşırı dinci" denilen kişilere karşı başlatılan resmi kampanya sırasında daha da artmıştır. Aşırılıkla mücadele ettiğini iddia eden Çin Yönetimi, İslami tüm faaliyetleri baskı altına alarak Uygur nüfusunun hoşnutsuzluk ve öfkesini tırmandırmaktadır. Diğer yandan Uygurlar arasında yüksek işsizlik oranı ve Han Çinli işçilerin bölgeye düzenli olarak gönderilerek işgücü pazarından Uygurların dışlanmasıyla sonuçlanan devlet politikalarının SUÖB'de kaosa ve etnik çatışmalara yol açacağı kehanet olarak görülmemelidir.
Uygur Müslümanlarının dini düşünür ve âlimlerinin önemli bir kısmı Çin yönetimi tarafından Ortadoğu ve Asya'daki İslami hareketler ile yakın işbirliği yapmakla suçlanmakta ve sözümona "aşırılık ve ayrımcılıkla" mücadele adına bu kişilerin özel yaşamlarını sıkı kontrol altında tutarak saygınlıklarını zedelemeye çalışmaktadır.[4]
Uygurların ana dillerini öğrenme ve eğitim hakkı ise son derece dramatik bir şekilde engellenmekte, diğer yandan Çinceyi akıcı bir şekilde konuşamayan pek çok Uygurun iş bulabilmeleri güçleşmektedir.
On binlerce Uygur kitabının yakılarak imha edildiği ve yasaklandığı SUÖB'de Sincan Üniversitesinin 2002 yılından itibaren birçok derste Uygurcanın eğitim dili olarak kullanımını yasaklamasıyla kültürel yasaklar yeni bir ivme kazanmıştır.
Muhalif grupların her türlü barışçıl eleştiri, gösteri veya hoşnutsuzluk yansıtan davranışlarını "ayrılıkçı", "terörist" eylemler oluşturmak şeklinde algılayan Çin yönetimi, keyfi tutuklamalar, işkence ve diğer zalimane yöntemler kullanarak insan haklarını ihlal etmektedir.
V. Düşünce Suçu Mahkûmları
Çin yönetiminin SUÖB'deki uygulamaları açık şekilde Uygurların etnik, kültürel ve dini kimliğinin sistematik olarak yok edilmek istendiğini göstermektedir. Nüfusunun önemli bir bölümü çiftçilikle uğraşan Uygurlar yakın dönemde devlet destekli Han Çinlilerin baskısıyla topraklarını da kaybetmeye başlamıştır.
Muhalif Uygurların en güçlü seslerinden biri olan Rabia Kadir'in başına gelenler birçok düşünce mahkûmu Uygur'un yaşadıklarından farklı değildir. Rabiya Kadir 1996'da kocasıyla gittiği ABD'den SUÖB'e geri dönmesiyle birlikte Çin istihbarat birimleri tarafından yakın izlemeye alındı ve. 1997'de pasaportuna el konuldu. Gerekçe olarak ise kocasının Amerika'dan yayın yapan Radio Free Asia'da (RFA, Özgür Asya Radyosu) yaptığı programlar gösterildi. Çin Hükümeti her fırsatta resmi politikaların eleştirilmesine tahammül göstermeyerek ülke dışındaki muhaliflerin çalışmalarını "bölücü ve ayrılıkçı faaliyetler" olarak nitelemektedir.
Nitekim Rabia Kadir, Çin'in Uygur toplumunun yaşadığı Şincan bölgesinden Amerika Birleşik Devletleri'ndeki eşine gazete kupürleri gönderdikten sonra, 1999 yılında gözaltına alındı. Kadir, devlet sırlarını yabancılara aktarmak, bölücülük ve devlet karşıtı faaliyetlerde bulunmakla suçlanarak 2000 yılının Mart ayında Urumçi Halk Mahkemesinde gizli bir oturumda yargılandı ve Çin Ceza Yasasının 111.maddesine göre sekiz yıl hapis cezasına mahkûm edildi. Rabiya Kadir'in yargılama boyunca savunma yapmasına izin verilmediği gibi tutuklu kaldığı ilk on beş ay boyunca ailesinden kimseyle görüştürülmedi. Sonraki dönemde de aile ve akraba ziyaretleri Çin yönetimi tarafından sınırlı tutulmaya çalışıldı. Kadir, Mart 2005'te serbest bırakıldı. 2004 yılında gizli bir yargılama sonrası ayrılıkçılık suçlamasından 19 Uygur'un hüküm giydiği ve bunlardan bir bölümünün ölüm cezasına çarptırıldığı bildirilmektedir.[5]
15 Aralık 2003 tarihinde Kamu Güvenliğinden Sorumlu Bakanlık Doğu Türkistan'da faaliyet gösterdiği iddia edilen ve aynı zamanda ülke dışındaki "terörist örgütler"in listesini açıkladı. [6] Doğu Türkistan İslam Hareketi (ETİM), Dünya Uygur Kongresi (WUC) ve Doğu Türkistan Enformasyon Merkezi (ETIC), gibi Uygur toplumunun önemli kuruluşları bu listeye dahil edilmiş ve bu kuruluşların yöneticileri hakkında Çin uluslararası çapta yakalama kampanyaları başlatmıştır.Oysa bu örgütlerin önemli bölümü Almanya'da kuruludur ve Uygur toplumunun yaşadığı sorunlar ve insan hakları ihlalleri konularında raporlar yayınlamakta ve şiddet karşıtı bir yöntemle çalıştıklarını beyan eden sivil toplum örgütleri olarak Alman yasalarına gore faaliyet yürütmektedir.[7]
Çin Yönetiminin bu ve benzeri kuruluşları, Doğu Türkistan'ın bağımsızlığından yana olmaları ve bölgenin kendi geleceğini tayin hakkını savunmaları nedeniyle "Terörist" örgütler olarak yaftalamaya çalıştığı bilinmektedir.
Bu örgütlerin herhangi bir terör eylemi gerçekleştirdiklerine ilişkin somut vakalar ve güvenilir kanıtlar bulunmamasına rağmen Çin, gözaltına alınan "şüphelilerden" elde ettiği "itirafları" kullanarak Uygurların örgütlenme hakkını ihlal etmektedir.Çin'de gözaltında işkence ve kötü muamele yöntemleriyle zanlılardan bilgi alma uygulamaları son derece yaygındır.
Sürgündeki Uygur kaynaklarının bildirdiğine göre, 2002 yılının ikinci yarısından itibaren SUÖB'de bağımsızlık düşüncesini geliştirdiğine inanılan Uygur kitaplarına ve benzeri eğitim araçlarına el konmuş, güvenlik operasyonları kapsamında on binlerce kişi "ayrılıkçı" ya da "terörist" oldukları iddiasıyla gözaltına alınmışlardır.[8]
VI. Bir Kitlesel İmha Aracı Olarak Ölüm Cezası
10. Ulusal Halk Kongresi'nin yıllık toplantısında Çin genel temsilcisi olan Han Zhubin'in açıkladığı rakamlara göre, sadece 1998 - 2002 yıllarını kapsayan beş yılda 3.550 kişinin "ulusal güvenliği tehdit etmek ve bölücülük" suçu ile yargıladığını göstermektedir. [9]
Bu ürkütücü rakamlar Çinli yetkililerin "ayrılıkçılık ve terörizmle" mücadele adı altında her türlü davranışı çok sert önlemlerle sindirmeye çalıştığını göstermektedir.Resmi olarak açıklanan bu rakamların gerçekte çok daha yüksek ve hatırı sayılır bir bölümünü de Uygur vakalarının oluşturduğunu tahmin etmek güç değildir.
Çin'de yargılama usullerinin hukukun temel ilkeleriyle çelişen birçok yönü bulunmaktadır. Özellikle ölüm cezası vakalarının, tarafsızlığı şüpheli mahkemelerde görülmesinin yanı sıra, sanıklardan alınan bilgilerin işkenceyle elde edilmesi, savunma hakkının ihlal edilerek avukata erişimin engellenmesi ve suçsuzluk karinesinin uygulanmayışı, adil yargılama kurallarının ihlali anlamına gelmektedir. Çin'de Ceza Muhakemesi Kanunu, bölücülük, terörizm ve devlet sırlarının ifşa edilmesi suçlamalarıyla yargılanan sanıkların avukat ya da yasal bir temsilci tarafından savunulması hakkını kabul etmemektedir.
Uluslararası İnsan Hakları Kuruluşları, 2008 yılında Çin'de en az 7.003 kişinin ölüm cezasına çarptırıldığına ve 1.718 kişinin infaz edildiğine dikkat çekmektedir.Bu ürkütücü rakamların, ölüm cezası mahkumiyetlerinin devlet tarafından kamuya açıklanmayan bir nitelik taşıması ve gerçek infaz sayılarının gizlenmesi dikkate alındığına çok daha yüksek olduğu anlaşılabilir.
"Hands Off Cain" adlı ölüm cezası karşıtı grubun açıkladığı rapora göre, 2008'de dünya genelinde toplam 5 bin 727 ölüm cezası mahkûmiyeti kaydedildiği ve bu sayının % 87,3'ünü Çin'deki mahkûmiyetlerin oluşturduğu belirtilmektedir.[10] Çin'de ölüm cezası uygulanan suçların başlıcalarının devlet güvenliği ile ilgili suçlardan oluşması, muhalif düşünürler, gazeteciler, siyasetçiler, din adamları ve işadamlarını da içine alan geniş bir yelpazeyi korku içinde bırakmaktadır.
Sadece Nisan - Ağustos 2002 tarihleri arasında Kaşgar'da, İslami çalışmalar yürüten sivillere yönelik operasyonlarda yaklaşık olarak 5.000 kişinin gözaltına alındığı belirtilmiştir.Bu gözaltındaki kişilerin en az 150'sinin ölüm cezalarının infaz edildiği bildirilmiştir.[11]
Dolayısıyla dini özgürlükler için mücadele eden grupların ve özellikle müslüman Uygurların ölüm cezasıyla tehdit edilmeleri alışılmış bir vakıadır.
VII. Korku İçindeki Mülteciler
Uluslararası hukukta non-refoulement (geri göndermeme) ilkesine göre, devletler, işlediği suçun niteliğine bakılmaksızın kişileri yaşam hakkı ve temel özgürlüklerinin risk altında olduğuna inanılan ülkelere iade edemez.
"Hiç bir Taraf Devlet bir mülteciyi ırkı, dini, uyruğu, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri dolayısıyla hayatı ya da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelere her ne şekilde olursa olsun geri gönderemez veya iade edemez."
1951 BM Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme, Madde 33
Ülkelerindeki baskı ve zulümden kaçarak çeşitli ülkelere sığınan ve Çin yönetiminin uygulamalarına muhalif düşünceleriyle tanınan çok sayıda Uygur sığınmacı ya gizli olarak ya da Çin ile arasında suçluların iadesi anlaşmaları bulunan ülkeler tarafından zorla Çin'e geri gönderilmektedir. Uygurların yoğun olarak sığındıkları Pakistan, Kazakistan ve Nepal gibi ülkeler zorla iadelerin sıklıkla yaşandığı ülkeler konumundadır. Çin, Uygur sığınmacıların listelerini birçok ülkeye dağıtarak bu kişilerin iadesini talep etmekte ve gerektiğinde siyasi ve ekonomik gücünü kullanarak iadeleri kolaylaştırmaya çalışmaktadır. Çin'e geri gönderilen Uygurları ise yargısız infaz ve işkence gibi ağır insan hakları ihlalleri beklemektedir. Bugüne kadar Çin'e zorla iade edilen Uygurların sayısı tam olarak bilinmediği gibi çoğunun akıbetleri belirsizliğini korumaktadır. Olasılıkların en kötülerinden biri, kimi Uygurların ölüm cezalarının infaz edilmesidir.
İnsan Hakları Araştırmaları Derneği iade edildiği takdirde işkence, yargısız infaz gibi yaşamsal hak ihlallerine maruz kalma riski bulunan herhangi bir kişinin kendi ülkesi ya da başka bir ülkeye geri gönderilmesine karşı çıkmaktadır.
"Bir Taraf Devlet, herhangi bir kimseyi, işkenceye uğrama riski altında bulunduğu yolunda sağlam gerekçelerin olduğu başka bir devlete süremez, gönderemez ya da geri veremez."
1984 BM İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme, Madde 3
İnsan Hakları Araştırmaları Derneği, bu çerçevede Çin ile çeşitli konularda yakın işbirliği içinde bulunan Pakistan ve Nepal'in konumuna dikkat çekmektedir. Her iki ülke Uygur sığınmacıları Çin'e zorla geri göndermede kilit bir rol oynamaktadır. Bu ülkelerden Nepal, hem çok sayıda Çin karşıtı Tibetli sığınmacıyı ve hem de Uygurları bünyesinde barındırdığı için Çin yönetiminin gittikçe artan baskısıyla karşı karşıyadır. Nepal, her ne kadar BM Mülteci Sözleşmesini onaylamasa da İşkenceye Karşı Sözleşme'nin tarafıdır ve bu sözleşmenin 3. maddesi, bir kişinin işkence görme olasılığı yeterince açık olan bir ülkeye zorla gönderilmesini kesinlikle yasaklamaktadır.
Nepal'den Çin'e zorla geri gönderilen ve ardından infaz edilen Gucamamat Abbas vakası, Uygur sığınmacıları bekleyen insani felaketi özetlemektedir. Gucamamat Abbbas bir Uygur aktivisti olarak 1994 yılında Çin'de gözaltına alındı ve işkenceye maruz kaldı. 2000 yılında Tibet üzerinden Nepal'e kaçarak BMMYK ofisine iltica talebiyle başvurdu ve Mayıs 2001'de mülteci olarak kabul edildi. Ocak 2002 tarihinde ise Nepal Polisi tarafından gözaltına alınarak Çin Büyükelçiliği görevlilerine teslim edilmiştir.Kısa sürede Çin'e zorla gönderilen Abbas'ın ınfaz edildiği bilgilerine ulaşılmıştır.[12]
VIII. Değerlendirme ve Tavsiyeler
Doğu Türkistan'da (SUÖB) yaşanan temel insan hakları ihlallerinin uzun bir geçmişe dayalı sistematik bir özelliği bulunmaktadır.Yaşam hakkını tehdit eden; tecrit gözaltı, gözaltında işkence, yargısız infaz ve ölüm cezalarının yaygın bir insanlık trajedisine yolaçtığı Doğu Türkistan'da adil ve tarafsız bir yargılamadan söz etmek oldukça zordur.Uygur toplumunun aynı zamanda kültürel asimilasyon baskısı altında yaşamakta olduğu, çalışma hakkı başta olmak üzere ekonomik haklarının kısıtlanmakta olduğu ise inkar edilemez bir gerçekliktir.
Son derece muğlak tanımları bulunan ve insan hakları hukuku bakımından kabul edilmesi mümkün olmayan "aşırılık, ayrılıkçılık ve terörizmle" mücadele adı altında Çin yönetiminin Doğu Türkistan'da tam bir izolasyon politikası yürüterek baskı altındaki Uygur halkının tepkilerini de şiddet kullanarak bastırmaya çalışması kabul edilemez.
İnsan Hakları Araştırmaları Derneği, uluslararası topluma çağrıda bulunarak, Çin yönetiminin insan hakları değerlerini hiçe sayan uygulamalarına karşı tepkilerini yükseltmelerini, Uygur sığınmacıların ülkeye zorla geri gönderilmelerini önlemek için daha çok çaba harcamalarını istemektedir.
İnsan Hakları Araştırmaları Derneği, insan hakları değerlerinin politik ve ekonomik çıkarlara sıklıkla feda edildiği günümüz dünyasında, Çin'in sahip olduğu siyasi ve ekonomik gücün insan hakları hukukunun ihlal edilmesinde bir şantaj aracı olarak kullanılmasından derin kaygı duymayı sürdürmektedir.
İnsan Hakları Araştırmaları Derneği Çin Yönetimine şu çağrıları yapmaktadır;
· Urumçi'de yakın tarihte yaşanan olayların gerçek yönleriyle ortaya çıkarılması için tarafsız ve bağımsız bir inceleme komisyonunun çalışmalarına izin verilsin;
· Gözaltına alınan ve bilinmeyen yerlerde tutuklulukları devam eden Uygurların akıbetleri ve tutuldukları yerler derhal açıklansın;
· Gözaltındaki ve tutuklu kişilerin hangi suçla suçlandıklarının kendilerine, ailelelerine ve uluslararası topluma bildirilsin;
· Gözaltındaki ve tutuklu kişiler kesinlikle işkence ve kötü muameleye maruz bırakılmasın, ifadeleri baskı ve işkence altında alınmasın;
· Tutukluların savunma hakkı ve avukata erişimlerine izin verilsin ve aileleri ile görüştürülsün;
· Düşüncelerinden ve barışçıl siyasi faaliyetlerinden dolayı gözaltına alınanlar derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakılsın;
· Uygur muhalifler ve protestocular ölüm cezası ile korkutulmaktan vazgeçilsin ve ölüm cezası mahkumiyetlerine ve infazlara derhal ve koşulsuz olarak son verilsin;
· Han Çinlilerin Doğu Türkistan'a devlet eliyle gerçekleştirilen yerleştirme politikalarına son verilsin ve Uygurların mülkiyetleri ve ekonomik hakları garanti altına alınsın;
· Ülke dışındaki Uygurlara yönelik uluslararası karalama kampanyalarına son verilsin ve Uygur sığınmacıların bulundukları ülkelere siyasi, ekonomik ve askeri tehditler son bulsun;
· Çin'e zorla geri gönderilen Uygurların işkence,yargısız infaz ve ölüm cezası ile cezalandırılmalarına son verilsin;
· Uygurların din ve vicdan özgürlüğüne yönelik zalimane uygulamalar durdurulsun ve kültürel haklar ile geleneklerine karşı uygulanan baskı ve kıstılamalar koşulsuz olarak kaldırılsın;
· Uluslararası insan hakları hukukuna, uluslararası sözleşme ve bildirgelerin içerdiği hükümlere saygı gösterilsin ve taraf olunan belgeler karşısındaki yükümlülükler yerine getirilsin;
· Uluslararası insan hakları araştırmacıları ve gözlemcilerinin ülkeye girişlerine izin verilsin ve bağımsız incelemelerde bulunmalarına olanak tanınsın.
[1] http://www.taraf.com.tr/haber/37321.htm 09.07.2009
[2] Bknz. Uluslararası Af Örgütü (ASA 17/19/99) a.g.e. ve People's Republic of China: Secret Violence: Human rights violations in Xinjiang (Çin Halk Cumhuriyeti: Gizli Şiddet: Sincan'da insan hakları ihlalleri),1992 (ASA 17/050/1992)
[3] Bknz "Tahrip Edici Hamleler" Human Rights Watch Raporu, 2005
[4] "Çin hükümeti ilk etapta 10 ayrı kurs açarak toplam 7465 imam'ı Çin Komünist Partisinin siyaset ve ideolojisi ile ilgili eğitimden geçirmiştir. Haberden anlaşıldığına göre Çin Komünist hükümeti imamları eğitmede siyasi eğitimi çok daha önemli saymıştır. Her bir kararda imamlara Çin Komünist Partisinin "16. Kurultay Ruhu" başta olmak üzere 13 ayrı siyasi içerikli ders süresince " Kur'anı Kerim"in ayetlerine nasıl tefsir verileceği hakkında 12 ayrı ders programlanmıştır." http://www.uygur.org/enorg/h_rights/report_2004_2005.html
[5] "Kargalık nahiyesi yargı mahkemesi kapalı yargılama yaparak 19 Uygur'a "Bölücülük suçu" isnat ederek ayrı, ayrı ölüm ve hapis cezalarına çarptırmıştır. Bunların arasından 29 yaşındaki İdris Kadir "Devleti parçalamaya çalışmak, yasa dışı yollarla silah imal etmek ve bulundurmak" suçlarını işlediği gerekçesi ile ölüm cezası verilerek kurşuna dizilmek suretiyle idam edilmiştir. Geriye kalan 19 kişi ise 3 ila 10 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırılmışlardır. Bunların arasından bir kişi Rabiye Turup adında bir kadın olup, bu kadın "Doğu Türkistan İslam Partisi ile münasebet kurduğu ve bölücülere iaşe temin ettiği" iddiası ile 5 yıl süre ile hapis cezasına çarptırılmıştır." http://www.uygur.org/enorg/h_rights/report_2004_2005.html
[6] "Combating terrorism, we have no choice" People's Daily, 16 December 2003, http://english1.peopledaily.com.cn/200312/18/eng20031218_130652.shtml
[7] Cyber-separatism: virtual voices in the Uyghur opposition" ("Siber ayrılıkçılık: Uygur muhalefetinde sanal sesler") Gladney 2004
[8] Bknz. East Turkistan: ' Genocide, prison, torture and linguacide in the name of 'Anti-Terrorism' ETIC Report 2003, www.uygur.org/enorg/h_rights/report_2003.html
[9] www.duihua.org
[10] Bknz. Hand Off Cain 2008 raporundan, http://www.handsoffcain.info/bancadati/index.php?tipotema=arg&idtema=12000549
[11] Bknz. http://www.uygur.org/china/et/2004/0213.htm.
[12] Bknz. http://www.xjnews.com.cn/news/2003-10-21/20031021111742.htm