Türkiye'de küresel ekonomik krizi tartışmak, iç politikanın dar sokaklarına sıkışıp kalma riskini göze almakla mümkün. Hele yerel seçimler öncesinde, krizi algılama biçiminizi doğru yansıtamazsanız, söylediğiniz ve yazdığınız her şey, gündelik tartışmalar arasında kaybolup gidecektir. Oysa bütün bunların ötesinde, Türkiye'nin ötesinde, hatta ekonomik krizin ötesinde dehşetengiz bir gerçek var: Dünya derin bir kırılma yaşıyor, büyük bir değişim söz konusu, ekonomik kriz dediğimiz şey aslında bugün algıladığımız dünyayı kökünden sarsacak ve değişecek bir süreç.
Bu yüzden, hep tekrarladığımız gibi, bu finansal bir kriz değil, dar anlamda ekonomik bir kriz de değil. Mortgage sıkıntısını giderseniz, bankaların ihtiyaçlarını karşılasanız, piyasaya trilyonlarca dolar aktarsanız da üstesinden gelinemeyecek bir durum söz konusu. Bütün bunları yapmak bile mümkün değilken, kriz sonrası Batı dünyasında çok ciddi sosyal sorunlar beklenirken, küresel düzeyde çok derin siyasal sonuçlar beklenirken, Türkiye'de krizin ele alınış biçimine şaşırmamak mümkün değil. Birkaç borsa verisiyle, gazete köşelerinde "bir kriz yazısı da ben yazayım" edasıyla anlaşılabilecek, geçiştirilebilecek, hafife alınabilecek bir şey değil bu. Hele iç politik malzeme olarak kullanılacak bir durum hiç değil.
Nisan ayında G20 Zirvesi yapılacak. Krize çözüm bulmak için son umut olarak görülüyor. Piyasa sisteminin yeni kurallarının yazılması bekleniyor. Tabi yapılabilirse" AB üyeleri daha şimdiden zirveye hazırlığa giriştiler. Doğu Avrupa ülkeleri çöküşün eşiğinde. Batı Avrupa bankalarından aldıkları kredi ile bu ülkeleri de batışa sürüklüyorlar. Bu ülkelerin Avrupa bankalarından kullandıkları kredi toplamı 1,7 trilyon dolar. Bu para tamamen riskte. AB ülkelerinin bir süre sonra kendi üyelerini kurtarma telaşına düşeceği, birlik ruhu yerine yeni yapılanmaların ortaya çıkabileceği, hatta bazı ülkelerin birlik dışında kendi yolunu çizeceği, mesela Almanya'nın hızla öne çıkacağı konuşuluyor.
ABD, bütün dikkatini Doğu'ya yöneltmiş durumda. Çin'den, Japonya'dan, Kore'den ve daha bir çok ülkeden para dileniyor. Onlardan krizi satın almalarını istiyor. ABD'ye para transferi istiyor, fonları kendine çekmeye çalışıyor. "Obama ABD'yi Çin'e satacak" sözleri sarfediliyor. Çin'de demokrasi yokmuş, diktatörlük varmış, insan hakları ihlalleri söz konusuymuş, Tayvan meselesiymiş, kimsenin umurunda değil. Obama ve Hillary Clinton her ne pahasına olursa olsun Çin'den para koparmak için son derece kararlı görünüyor. Pekin yönetimine "bizi kurtar da ne istersen iste" deme noktasına geldiler. Ama Pekin yönetiminin eli son derece sıkı. Birikimlerini riskli ABD piyasasına akıtmak yerine başka bölgelere yöneliyor. Mesela Rusya ile yaptığı en son anlaşmaya bakalım. 20 yıllık bir enerji anlaşması ve 25 milyar dolar Rusya'ya akıtılacak.
Dün de ifade etmiştim: Kriz siyasal sonuçları itibariyle dünyayı dönüştürecek. Güç dengelerini değiştirecek. Merkez ülkelerin gücünü ve etkinliğini daraltacak. Bazı ülkelere yükseliş döneminin kapılarını açacak. Buna hazır mıyız! Anglo-Amerikan düzen küresel iktidarı istemeye istemeye paylaşmak zorunda kalacak. İnsan hakları ve özgürlükler konusunda, özellikle batı dünyasında çok ciddi gerileme yaşanacak. Ülkelerin agresifleştiğini, dengesizleştiğini, saldırganlaştığını göreceğiz belki. Yeni ittifakları, eski dostların düşmanlıklarını göreceğiz.
Türkiye'de bu durum neden gerçek boyutlarıyla tartışılmaz? Neden kimse gözlerini açıp neler olduğuna bakmaz? Tamam, krize kısmen hazırız. O zaman krizin Türkiye'nin önüne açacağı yolların neler olacağını, on yıl sonra nasıl bir Türkiye olacağını tartışalım o zaman. Hiç değilse siyasal sonuçlarını ele alalım. Ben, krüresel sistem krizinin, ekonomik ve siyasal sonuçlarıyla Türkiye'ye büyük bir sıçrama imkanı sunacağına inanıyorum. Buna, ekonomik verilerden bakarak ulaşmıyorum. Doğu-Batı dengesindeki büyük değişime, muhtemel eksen kaymalarına, bölgesel ve küresel senaryolara bakarak ulaşıyorum. Yeni bir dil, yeni bir bakış açısı, yeni algılama biçimi ve yeni cümlelerle bu yeni durumu takdir edebileceğiz"
CIA otellerde karargah kurmuş!
Geçtiğimiz yıl Eylül ayında Pakistan'ın Başkenti İslamabad'daki Marriott Otel'e patlayıcı yüklü kamyonla büyük bir saldırı yapıldı. Çok sayıda insan öldü. Tabi ki El Kaide dediler. Bu köşede şunlara dikkat çekmiştik:
"Patlama öncesi, ABD Büyükelçiliğine mensup araçlar, otelin giriş kapısına sıralanmış, otel içine bazı çelik kutular taşınıyor, bu kutular orada değiştirilip başka kutularla dışarı çıkılıyordu. Yani araçtan indirilen çelik kutular oteldekilerle değiştirilip tekrar araçlara yükleniyordu. Tuhaf bir şekilde bu kutular girerken ve çıkarken kontrol edilmiyor, kimse bakamıyor, XR cihazından geçirilmiyor. Bunlar olurken otelin iki girişi de kapatılıyor. Güvenlik görevlilerinin araçlara ve kutulara yaklaşmasına bile izin verilmiyordu. ABD askerleri yol boyunca sıralanıp güvenlik sağlıyordu. Patlamadan sonra otelin sadece dördüncü ve beşinci katında yangınlar çıkıyor. Çelik kutuların istif edildiği yer de, ne tuhaftır ki, dördüncü ve beşinci kat."
Şu soruyu sormuştuk: ABD askerlerinin otele taşıdığı bu çelik kutularda ne vardı? Aynı aksam üst düzey bir CIA görevlisi orada hangi operasyonu yönetiyordu?
Bugün öğreniyoruz.. Otel o dönemde CIA tarafından operasyon merkezi olarak kullanılıyormuş. Yani, Mariot Hotel bir askeri üsmüş!