Temelde teröre karşı daha etkin ve kararlı bir mücadeleyi esas alan çıkışlar, yerini Türk-Batı ilişkilerinde ABD bazlı daha büyük bir tartışmaya bırakmışa benziyor. Bir anlamda Türk-Amerikan ilişkilerinin, daha geniş manada ise Türk-Batı ilişkilerinin sonu anlamına gelecek restleşmeler, süreci taraflar açısından oldukça hassas bir noktaya taşımış görünüyor. Bu kapsamda tarafların yürüttüğü psikolojik savaşta verdikleri radikal nitelikteki mesajlar da oldukça dikkat çekici. Bir taraftan Türkiye'yi Batı sisteminin dışına doğru iten ABD ve AB; diğer taraftan ise, "inceldiği yerden kopar" diyen ve böyle bir sonucu her yönüyle kabule hazır olduğunu ve kurulmakta olan yeni dünyada yerini alabileceğini açıklayan Türkiye. Bu taraflar açısından ortaya en son sürülecek kartların en başta sürülmesi anlamına geliyor. Bu yönüyle, karşımızda adeta kontrolden çıkmış bir süreç söz konusu. Türkiye sadece klasik anlamda bir siyasi ve diplomatik mücadelenin yanında, ağırlıklı olarak karşı bir psikolojik operasyon da yürütmek zorunda. Çünkü Türkiye, tarihinin en büyük psikolojik operasyonu ile karşı karşıya. Durum bu olunca, Türkiye üzerindeki mevcut yoğun psikolojik harekâtın mahiyeti, etkinliği ve bundan sonraki süreçte nasıl bir operasyon yürütülebileceği hususu büyük bir önem kazanıyor. Türkiye üzerinde nasıl bir ortamda, ne tür bir psikolojik harekât yürütülüyor? Hangi yöntem ve söylemlere başvuruluyor? Bu operasyonun hedef kitlesi kim ya da kimler ve nasıl bir sonuç hedefleniyor? Türkiye nasıl bir karşı operasyon düzenleyebilir? Bu hususta Türkiye'nin temel sorunları, zorlukları ve avantajları neler? Türkiye'nin karşı operasyonunun hedefi ne olmalı? Bu operasyon için sahip olduğumuz deneyim ve potansiyeller ne durumda? Hiç kuşkusuz, bu sorulara verilecek sağlıklı cevaplar, Türkiye'nin bu psikolojik savaştan da galip çıkması açısından oldukça hayati bir yere sahip.
"Sopa politikası" ve Amerikan muhipleri
Son dönemde Türkiye üzerinde nasıl bir psikolojik operasyon yürütüldüğüne ve bunun taraflarına bakmadan önce, sürecin hangi aşamada olduğuna ve nasıl bir atmosferde devam ettiğine kısaca bir göz atmak gerekiyor. Buna göre son operasyon: Türkiye son üç haftada 30 şehit verdiğinde ve artık bıçak kemiğe dayandığında; Tezkerenin çıkartılması arifesinde; Sınır ötesinin yapılıp yapılmamasından öte, kapsamı, yöntemi ve süresinin artık konuşulur olduğu, yani "hikâyeden" değil, gerçek anlamda artık bir sınır ötesi harekâttan bahsedildiği bir zamanda; Siyasetçilerin ve askerlerin tek vücut olduğu bir dönemde; Türk'ün-Kürt'ün teröre karşı tek vücut olduğu bir ortamda; ABD'ye ve Batılı dostlarımıza güvenin "dip yaptığı", buna karşılık bu "eski dostlarımız"ın Türkiye'yi "cezalandırma" yolunda bildik yöntemlerinin "zirve yaptığı" bir süreçte; Bu kapsamda Ermeni sorununun tekrar pişirildiği bir noktada; Ve her şeyden öte, artık Başbakan Erdoğan'ın da "tepesinin attığı" ve "inceldiği yerden kopsun" dediği bir atmosferde devam ediyor.
Taraflara gelince... Bu son operasyonda karşımızda Amerikalı siyasileri ve bunlar arasında Türkiye üzerinde dar alanda yapılan paslaşmayı (Temsilciler Meclisi ve Bush yönetimi arasında olduğu gibi) ve ağırlıklı olarak sözde Ermeni soykırımı, PKK terör örgütü ve Irak'a yönelik olası bir sınır ötesi operasyon kapsamında olabileceklere dair birtakım tehditler içeren "sopa politikası"nı; diğer taraftan da, Türkiye'yi kaybetmenin ABD ve Batı açısından ne tür vahim sonuçlar getireceğini cılız bir şekilde ortaya koyan ve kendilerince bir "havuç politikası" gütmeye çalışan siyasi ve askerî kesimi görüyoruz. ABD'nin yanında, başta Fransa olmak üzere birtakım AB üyesi ülkelerin takındıkları tavır ve değişik başkentlerden verilen mesajları da görüyoruz. Bazı Avrupalı dostlarımız (!) tek kelimeyle, "sıkarsa" diyor... ABD dışındaki taraflara gelince, bunların başında kuşkusuz Irak ve Irak'taki "Kürt yönetimi", yani Barzani ve onun Türkiye'deki uzantıları geliyor. Bu uzantıların ne tür çıkışlar yaptıklarını burada bir bir sıralamaya gerek yok! Fakat, diğer taraftan Türkiye'de kraldan fazla kralcı kesilen ve bir anlamda ABD'nin borazanlığını yapan "Amerikan Muhipleri"ni de unutmamak gerekiyor.
Bu savaşların en etkili silahı ve zaman zaman da belirleyicisi olabilen medyayı da burada unutmamak gerekiyor. Medya, bu krizde de olanca haşmetiyle ortaya çıkmış ve oyundaki yerini almış durumda. Bizim de zaten ağırlıklı olarak üzerinde durmamız gereken nokta bu. Medyanın gerek karar vericiler ve gerekse de kamuoyları üzerindeki etkisi yadsınamaz. Nitekim bugün yaşanılan son krizde de medya üzerinden yürütülen bir savaş söz konusu. Taraflar, neredeyse en açık, sert mesajlarını medya üzerinden veriyorlar. Sanal top atışları medya üzerinden yapılıyor. Batı medyası açıkçası üzerine düşeni fazlasıyla yapıyor. Öylesine başarılı bir operasyon yönetiyorlar ki, zannedersiniz ki Pentagon ve CIA'in merkezleri oralar. Diğer taraftan Türk medyasının takındığı tavır da açıkçası dikkat çekici. Bu son gelişmelerde, ilkine göre Türkiye'de medyanın oynadığı rolün daha farklı olduğu görülüyor. İlkinde daha çok kamuoyu üzerinden siyasi-askeri kesimler üzerinde belli bir baskı oluşturmaya çalışan medyanın, bu sefer bu kesimlerin kontrolü ve yönlendirmesi altında olduğu görülüyor. Bu durum milli bir refleks ile açıklanabileceği gibi, yeni dönemde medyanın eski etkisini kaybetmeye başladığı ya da farklı bir strateji çerçevesinde Türkiye'yi yeni bir sürece taşımada yeni bir rol üstlendiği şeklinde yorumlanabilir.
Düne kadar Türkiye üzerinde sivil-asker ayrımı/güç mücadelesi, Türk-Kürt ayrılığı ve çatıştırılması üzerinden psikolojik bir operasyon yürüten Batı medyası (son örneklerinden birini yine BBC verdi ve BBC İstanbul muhabiri hem Şırnak'taki hem de İstanbul'daki patlamalarla ilgili bilgi verirken PKK'lı teröristler demek yerine "Kürt asiler/isyancılar" demeyi tercih etti), bugün buna yeni bir halkayı daha eklemiş durumda. (Aslında bu halka eski bir halka olmakla birlikte, ABD'de kazandığı yeni boyut, bu oyunda onu "cilalanmış" bir şekilde tekrar ön plana çıkartıyor.) Türkiye, sözde soykırım ile geçmişi üzerinden cezalandırılmaya ve "soykırımcı" bir ülke olarak piyasaya sürülmeye çalışılıyor. Burada henüz zikredilmemiş olsa da verilmek istenen mesaj, "Önce Ermeniler, şimdi de Kürtler" şeklinde karşımıza çıkıyor ve olası bir beklenmedik süreç için de Türkiye ile ilgili bir meşrulaştırma süreci güdülüyor. Yine, bu süreçte dikkati çeken bir diğer husus da, düne kadar bizi Osmanlı'nın bir devamı olarak gören Batı'nın, bu sefer Osmanlı ile Türkiye Cumhuriyeti'ni birbirinden ayrı iki devlet gibi göstermeye çalışması ve "modern Türkiye'nin her şeye rağmen tarihi ile yüzleşmeye" çağrı yapması. Burada çok ince bir nokta var. Batı yeni stratejisinde bölgede tekrar ön plana çıkmaya başlayan "Osmanlı Barışı"na olan özlemi, yine onun torunları üzerinden boğmaya, yok etmeye çalışıyor. Osmanlı'ya olan vurgu boşuna değil. Çünkü Osmanlı bundan sonraki süreçte Türk dış politikasının en önemli araçlarından biri olacak!
PKK'lı teröristler yerine "Kürt asiler/isyancılar"
Türkiye üzerinde yürütülen psikolojik operasyonun önemli yöntemlerinden birini de Türkiye'nin "benzetilmesi" oluşturuyor. Son benzetme "Iraklılaşmak" ya da "Iraklaşmak" şeklinde karşımıza çıkmaya başladı. Zaten Türkiye'nin kaderi bu, bir gün İranlaşıyor, olmadı Cezayirleşiyor, daha da olmadı Malezya oluyor. Son dönemde o kadar çok bir yerlere ve şeylere benzetildik ki, tek kelimeyle "benzetilme manyağı" olduk. Aslında, onlar da pekâlâ biliyorlar ki, Türkiye ile Irak'ı karşılaştırmak, elma ile armudu, "hurma cumhuriyeti" ile "Cihan Devleti"ni karıştırmaktan farksızdır.
"Amerikalılar için hayati önemdeki İncirlik üssünü temin eden Türkiye'nin ABD'yle stratejik ittifakını ve AB'ye üyelik çabalarında en önemli ve yegâne destek kaynağını da tehlikeye atar" ifadesi ise, ABD'nin baklayı ağzından çıkardığı, medya üzerinden verdiği son mesajlardan biri. Açıkçası hangi stratejik ittifaktan, müttefiklikten ve destekten bahsediliyor, anlamak zor. Soğuk Savaş sonrası "işiniz bitti" diyen Rusya mıydı, yoksa kendileri miydi? ABD, AB'ye tam üyelik konusunda Türkiye'ye verdiği desteği kestiği an ya AB kendi inisiyatifini kullanarak Türkiye'ye üyelik verir, ya da Türkiye'yi unutur! "Operasyon, Türkiye'nin Kürt ayrılıkçılarla mücadelesinde aldığı uluslararası desteğe de zarar verir ve Türk birliklerinin sadece rakip Kürt grupların onlara karşı birleşmelerinden ibaret olmayan bir biçimde şimdikinden çok daha büyük tehlikelerle karşı karşıya gelmesine yol açar." ifadeleri ise, Türkiye'ye aba altından sopa göstermekten farksız. Türkiye, eğer terörle mücadelede gerçek anlamda uluslararası bir destek almış olsaydı, durum bu noktaya gelir miydi? Düne kadar Ermenileri emperyalist amaçları için kullananlar, bugün Kürt kardeşlerimizi emellerine alet etmek istemiyorlar mı? Kimi kandırmaya çalışıyorlar? Ama unuttukları ve karıştırdıkları bir şey var, Kürtler Müslümandır ve kardeşlerimizdir. Türkler ile Kürtlerin emperyalizme karşı nasıl mücadele ettiklerini onlar Kurtuluş Savaşı'ndan ve Derbent'ten bilirler. Bundan sonraki süreçte bunun tekrar tezahür etmemesi için de hiçbir neden yoktur. Etle tırnak birbirinden ayrılmaz!
"Türk askeri harekâtı, işgal yönetiminin Irak'ın bağımsızlık taahhüdüne zarar verir." tespiti ise, bunlar içinde en komik olanı... Hangi bağımsızlıktan bahsediliyor? İşgal yönetiminin amacı sadece Irak'la yetinmek değil. Bu gerçeğin artık tüm bölge farkında. Irak'ın bağımsızlığı, bölgenin bağımsız kalmasından geçmektedir. Türkiye, bağımsız ve güçlü kaldığı sürece, bölgede hiçbir proje tutmayacaktır. "Harekât, Türkiye'yi yeni bir Kıbrıs trajedisine çekebilir." diyerekten, Türkiye'yi yine sorumlu ve suçlu konuma sokmak istiyorlar. Oysa bilinmelidir ki Kıbrıs Türkiye açısından bir trajedi değil, on yıllar önce yapılmış olan bir "hatanın telafisi"dir. Aynı şekilde Türkiye, benzer bir telafiyi gerekirse bu bölgede de yapabilir. Misak-ı Milli, halen yerine getirilememiş olan Milli Andımızdır! Nitekim, Türkiye'nin yıllar önce ortaya koyduğu endişeler bugün bir bir karşısına çıkartılmaktadır. Türkiye, nasıl Kıbrıs'ta soydaşlarının katledilmesine göz yummamışsa, ne kendi sınırları içindeki vatandaşlarının öldürülmesine, ne sınırların hemen ötesindeki soydaşlarının katliamına ve ne de etnik ve mezhebi aidiyeti ne olursa olsun hiçbir kardeşinin öldürülmesine kayıtsız kalmayacaktır.
"Kürt yönetimi askeri müdahaleye silahla direneceğinden, harekât Türk-Irak sınırındaki güvenliği daha karmaşık hale sokar, hatta Türkiye'de bir iç savaş çıkabilir" deniliyor. Sayın Başbakanın da altını çizdiği üzere, Türkiye her türlü olasılığı hesap etmektedir. Kürt yönetimi elbette kendince direnecektir, ABD'nin verdiği birkaç silah ve eğittiği birkaç Peşmerge ile. Diğer taraftan, Türkiye'nin klasik yöntemlerle bu bölgeye müdahale edeceğini beklemek ise, yine büyük bir saflık olur. Türkiye'nin de bölgede fazlasıyla araçları bulunmaktadır ve bu bölgeyi avucunun içi gibi bilmektedir. Artık meselenin bir terör sorunundan öte, çok daha büyük anlamlar içerdiği de bilinmektedir. Dolayısıyla tavır ve tepki de ona göre olacaktır... Peki, Türkiye bu durumda nasıl bir karşı psikolojik operasyon yürütmeli? Bu sorunun cevabını yarınki yazımızda vermeye çalışacağız...
YARD. DOÇ. DR. MEHMET SEYFETTİN EROL - GAZİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ
zaman