Bu satırların yazılmaya başlandığı 18 Kasım Salı sabahı gelen bir habere göre, Kudüs’de meydana gelen bir hadisede, bir sinagog’daki yahudilere saldıran iki kişi, onlardan 4-5 kişiyi öldürmüş ve kendileri de sionist İsrail rejiminin güvenlik güçlerince öldürülmüşlerdir.
Filistin’de bu zamana kadar cereyan eden ve bundan sonra da devam edecek olan bir mücadelenin yeni bir yansıması.. Yani, çok şaşılası bir durum yok ortada..
Geçtiğimiz hafta da, sionist haydutlar çetesi İsrail rejimi güçlerinin Mescid-i Aqsâ’da sergilediği ahlâksızca barbarlıkları unutmadık.
Bu noktada, Filistin’li eylemcilerin, 1972- Munih Olimpiyadları’nda sionist israil rejimi sporcularının hepsini rehine alınıp, yapılan bir kurtarma operasyonunda tamamının öldürülmesiyle sonuçlanan hadiseyi konu alan ve sionistlerin ‘üstünlükleri’ni, karşı konulamazlıklarını telkın eden bir propaganda filmindeki bir konuşmayı özetle aktarmakta fayda var.
Bir Mossad ajanı, bir yahudi tâciri rolünde, bir Filistinliyle sohbet eder, ona ümidsizlik şırıngalamaya çalışır: ‘İsrail’e nasıl karşı koyacaksınız? Artık bir devletimiz var.. İstihbarat gücü dünya çapında elimizde.. Silahların en yenisi ve güçlüsü hakezâ.. Para dersen, onun muslukları da dünya çapında elimizde.. Ve bizim bu mücadelemizin 2 bin yıllık bir geçmişi var.. Sizin ise, hiç bir şeyiniz yok.. Ümidsiz bir çırpınış içindesiniz..’
Filistinli ile, o sözde tâcir arasında şöyle bir konuşma geçer:
‘-Ne kadardır devam ediyordu sizin mücadeleniz?
-2 bin yıldır..
-Bizim savaşımız ise henüz yeni başladı.. İki bin yıldan fazla olsa bile, devam eder.’
Bu propaganda filmine, bu çarpıcı cümle, herhalde, sionistlerin mücadelesinin o kadar kolay olmayacağını anlatmak için konulmuş olmalıdır.
*
Kudüs’deki son hadiseyi ‘Son Dakika’ haberi olarak veren TRT Türk’ün -Türkiye saatiyle 08.55’de- kullandığı dil ilginçti: ‘İsrail’in Kudüs kentinde meydana gelen bir saldırıda...’
Bu nasıl bir ifade?
TRT, özel bir yayın organı değil, Türkiye devletinin bir medya organı olup ve burada yaşayan onmilyonlarca halkın vergileriyle çalışmaktadır.
Kudüs’ün bir ‘İsrail şehri’ olduğuna TRT, Türkiye devleti adına mı karar verdi, ve eğer öyle ise, o zaman da, Türkiye devleti, müslüman halkın rey ve duygularına göre mi böyle bir kabul beyanında bulundu? Biliyoruz ki, 1948’de İsrail rejimi Filistin topraklarının bir kısmında bir devlet olarak varlığını ilan ettiğinde, Türkiye devletinin o dönemdeki şefleri, ne yazık ki, o toprakların henüz 30 sene öncesine kadar, son 400 yılında Osmanlı elinde olmak üzere, asırlar boyunca müslümanların hâkimiyeti altında olduğunu bilmezlikten geliyor ve sionist silahlı haydutlar çetesinin kendilerini devlet olarak ilan etmeleri karşısında, bu yeni devleti ilk tanıyanlar arasında olmak için diplomatik bir yarışa giriyordu. Ve o utancı, Anadolu müslümanları olarak hâlâ da yaşıyoruz.
Bugün en azından resmî yayınların, halkımızın bu acısına saygı göstermesi ve kullandığı dile daha bir dikkat etmesi gerekiyor.
Gerçi, bu konuyla ilgili bir diğer haberde ise, TRT’nin bölgedeki muhabiri E. Tiyanşan nisbeten daha dikkatli bir dil kullanıyor ve haberinde, ‘Kudüs’ün İsrail işgalinde olan Doğu kısmında değil, Batı Kudüs’de..’ ifadesine yer veriyordu. Ama, İsrail rejiminin varlığını kabul eden Türkiye’nin resmî siyasetine uygun ise de, bu ifade bile, gerçeğe yine de aykırı idi.. Çünkü, sadece Kudüs değil ve Filistin’in tamamı, 70 yıla yakın zamandır siyahlı sionist haydutların işgali altındadır.
Hiç bir işgal, zaman geçmekle, bir hakk ve meşruiyyet kılıfına bürünemez.
*
Sözkonusu saldırı ve Filistin’li oldukları söylenen iki kişinin eyleminin, ‘onyıllardır, silahlı sionist haydutlar çetesi’nin işledikleri korkunç katliâm ve cinayetlere karşı verilmiş bir tepki olduğu’ şeklindeki açıklamalar yabana atılmamalıdır, ama..
Mâbedlere saldırılmasının üzerinde daha bir dikkat ve hassasiyetle durulmalıdır. Çünkü, sinagoglar, kiliseler ve mescidler, Kur’an’da (Baqara- 114 ve Hacc sûresi, 40. âyetlerde) korunması ve saygı gösterilmesi gereken mekanlar olarak anılmakta ve bu mekanlara saygı gösterilmesi hatırlatılmaktadır. On yıllardır sionist saldırılar karşısında kalan insanları anlamaya çalışmak gerekir, amma, bu, o saldırıları silahlı unsurlar yaparken, bir mâbede gelip ibadet eden insanlara saldırmak, ne kadar sağlıklı bir tepkidir, bunun üzerinde durulması gerekir. Gerçi, ilk planda ‘bunca zulümlere kayıtsız kalan yahudilerin de cezalandırılmış olduğu’ gibi izahlar yapılabilir, ama, konu, Kur’an-ı Mubîn’in bize verdiği, günlük ve konjonktürel tepkilerin ötesinde, ezelî ve ebedî ölçüler açısından değerlendirildiğinde daha dikkatli olunması gereği ortaya çıkar. Ki, bu eylemi üstlenen ‘Filistin Halk Kurtuluş Cebhesi’eylemcilerinin bu İslamî ölçülerden bütünüyle haberdar olmadıkları düşünülebilir.
Şimdi, sionist İsrail rejiminin ve arkasındaki güçlerin tepkisinin nasıl olacağı da açıktır. Hemen,İsrail’in kendisini savunma hakkının olduğu lafı ile, sionist İsrail rejiminin bütün cinayetlerine ‘yeşil ışık’ yakacaklar ve sionist İsrail rejimi de, eylemcilerin evlerini bile havaya uçurmak gibi tepkilerini tekrarlıyacaktır.
Bu arada, Mescid-i Aqsâ’nın geçen hafta sionist silahlı haydutlar rejiminin güçlerince saldırıya uğraması, oraya giren barbar güçlerin her türlü saygısızlığı sergilemesi ve müslümanların ibadetten alakonması da hatırlanabilir, elbette..
Ama, burada merhûm Ali İzzet Begoviç’in bir sözü de hatırlanmalıdır.
Bosna’da 20 yıl öncelerdeki o korkunç katliâm günlerinde Sırb silahlı unsurlarının, çetelerinin müslümanlara her türlü saldırıyı en ahlâksızca ve barbarca usûllerle yaptıkları bir sırada, bazı müslüman silahlı gençler Ali İzzet Begoviç’e gelip, kendilerinin de sırblara, onların yöntemiyle karşılık vermeleri için izin isterler.
(Rahmetli) Begoviç’in cevabı ise, son derece ilginç ve güzeldir:
‘- Sırblar bizim öğretmenimiz değil, düşmanımızdır..’
Bu kadar..
Bu yüksek anlayışı, müslümanlar olarak, sadece Filistin’de değil, diğer bütün mücadelelerimizde de unutmamalıyız herhalde..
Bu açıdan bakıldığında, HAMAS yetkililerinin, sinagog’a yapılan bu saldırıyı, bu zamana kadar sionist israil rejimince sergilenen zulümlere bir tepki şeklinde ifade etmekle birlikte, direkt olarak benimsememesi ve üstlenmemesi ilginç bir tavırdır.
Sionist İsrail rejiminin ve özellikle de başbakan Binyamin Netenyahu’nun, bu saldırıyı, bütün Filistinlilerin topyekûn ve potansiyel düşman sayılması ve cezalandırılması stratejisi için yeni bir fırsat olarak kullanacağı tahmin edilebilir.
Ve tabiatiyle, bütün emperyalist ve şeytanî güçler de onu ve cinayetlerini vargüçleriyle destekliyecekler ve kendilerinin müslüman coğrafyalarına karşı sergiledikleri yeni Haçlı Seferleri mesabesindeki saldırılarında onbinler-yüzbinler halinde katlettikleri insanları görmezlikten gelip, sadece siyonist yahudilerin ağladıkları insanlar için gözyaşı döküp, bunu saldırılarının ma’zereti ve dayanağı olarak sergileyeceklerdir.
Halbuki, sionist İsrail rejiminin yeni C. Başkanı daha geçen ay, ‘Biz, bırakın yahudiliği, insanlığı bile unuttuk galiba.. Hepimiz ruh hastasıyız..’ şeklinde ilginç bir konuşma yapmıştı, ama, bu sözler dünyada fazla bir ma’kes bulmadı, yankılanmadı..
Yazık ki, dünyadaki bu çifte standartlı tutum, müslüman coğrafyalarında da, IŞİD eylemcilerinin bazı cezalandırma usûllerinde sergiledikleri tuhaf tavırlar gibi, bir takım ölçüsüz, aşırı ve sağlıksız tepkilerin müslümanlar adına tezgahlanmasının yolunu daha bir açıyor.
*
Tekrar edelim, düşmanlarımız bizim öğretmenlerimiz ve ölçümüz değildir.
haksöz