Onur kırılması

Merve Kavakçı

Dünyada şiddetin artmasının arkasındaki sebebleri irdeleyen teorisyenlerin bir görüşü toplum içi, toplumlar arası ve ulus-devletler arası şiddet oranlarında görülen yükselişin onur ve haysiyet kavramlarıyla doğrudan ilişkili olduğu yönünde.
 
Şiddete meyletmekle doğru orantılı olarak yükselen "onursuzlaştırma", "haysiyeti zedeleme" çabaları veya sonuçları arada tesadüfi bir ilişkinin olmadığının da kanıtı olarak sunuluyor. Bu teorinin sunduğu açıdan bakılınca görülen şu:
 
İnsanoğlunun varlığını idame ettirebilmesi için en olmazsa olmaz öğe insanlık onurudur. İnsan belki aç kalabilir, aç yaşamaya alışabilir, açlıktan ölecek duruma gelmediği sürece de huzur ve mutluluğu (sekıneyi) tadabilir. Ancak biri onun onuru ve haysiyeti ile oynarsa huzur adına bir şey kalmaz, o insan artık diken üstündedir, her şeyden rahatsız olur hale gelebilir, patlamaya hazır bomba da olabilir. Teori bundan sonraki adımında da intihar bombacılarının davranışına ışık tutuyor zaten. Diyor ki davranışta gelen bu anomali sadece kişi üzerinde yoğunlaşarak açıklanamaz aynı zamanda çevresel faktörler de dikkate alınmak zorundadır. Bazı çevresel faktörler insanı normalde yapmayacağı davranışlara normalmişçesine meylettirebilir. Bu içten gelen etkenlerden ziyade dışarıdan uygulanan ve insanlık onuruna saldırı olarak nitelenen faktörlerden kaynaklanabilir.
 
Düşününüz 1948 itibariyle yerlerinden, yurtlarından, evlerinden; evet evlerinden hem de ansızın edilen bir Filistinli"nin aradan yarım asırdan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen sanki evinin kapısından son kez çıktığı o yıl, o gün, o saat, o anmışçasına aynı heyecan ve haksızlıkla gelen aynı isyan duygusu içerisinde avucunun içinde tuttuğu evinin anahtarını gün be gün, ay be ay, yıl be yıl yanında, çantasında taşıyor olması, sanki az sonra bu haksızlık, hukuksuzluk, usulsüzlük giderilecekmiş de o da yarım asırdan daha fazla bir süre önce terk etmek zorunda kaldığı evinin kapısından içeri hemen girecekmiş gibi beklemesi haysiyet zedelemesinin insanı nasıl mobilize edebildiğinin de bir kanıtı. 1967 sonrası Gazze"de doğan yani zulmün içine doğan, zulümle hemhal olan, gün be gün aşağılanmayı, insanlık onuruyla oynanmasını içselleştiren, hayatı bu zanneden, bundan başka bir yaşam tarzı bilmeyen, öğretilmeyen, tecrübe etmeyen bir zihinin bir gün kalkıp buna kendince "dur" demesi çok mu ihtimal dışıdır. Beline bombayı sarıp kalabalığa karıştığında ne verdiniz ki karşılığında ne bekliyorsunuz diye düşündürmez mi bir an. Bildiği, gördüğü, öğrendiği ne ise onun karşılığını iade etmesi çok mu şaşırtıcıdır...
 
Teorik okumamıza geri dönersek, haysiyeti zedelenen insan onu yeniden kazanmak için harekete geçer. Bazen bu onuruyla oynayanlara aynı şekilde mukabele etmekle olur. Haysiyeti zedeleyenin onuruna saldırı bir yerde kısasa kısas gibi addedilir. Ancak aynı teorik okuma, bunun bir sebep sonuç ilişkisi olmadığını da vurguluyor. Burada amaç karşındakinin onurunu bu tarafın onurunu kırdığı kadar kırmak değildir. Bu sadece bir araçtır. Asıl hedef zedelenen haysiyetin onarılması, kırılan onurun iade edilmesidir.
 
Dünyadaki toplumsal gelişmeleri göz önünde bulundurarak insanlığın ahval ve şeraitine şöyle bir baktığımızda insanoğlunu bu şekilde açıklanabilecek davranışlara iten değişimlerin az olduğu söylenebilir mi...

yeniakit