Gazeteci – Yazar Emine Dolmacı, 28 Şubat’ın yerel medya ayağının hiç tartışılmadığı ülkemizde önemli bir başlangıcı simgeleyen Fatma Onay Sak’ın hikayesini ‘28 Şubat’ın Haber Dükkanı / Yalanlar Üstüne’ isimli kitabında şöyle anlatıyor:
“Adapazarı Gazetesi’nin 23 Ekim 1995 tarihli gündeminde yer alan “Sakarya şehit ailelerine madalya verilmesi töreni” için yine Fatma görevlendirilmişti. Paşa torunu Fatma için şehit aileleriyle ilgili haberlerin yeri başkaydı. Çocuklarını yıllardır sürüp giden teröre kurban veren ailelerin duygularını daha iyi anlıyordu. Bu yüzden o görev Fatma’ya verilmişti.
Aynı zamanda polis, jandarma ve adliye muhabirliği yapan Fatma, duygusal fotoğraflarla döneceği haberini takip etmek üzere her zaman girip çıktığı Adapazarı Orduevi'ne gitti.
Törenin başlamasına birkaç dakika kala beklenmedik bir şey oldu. Sakarya Tugay Komutanı Rauf A., haberi takip etmekte olan başörtülü muhabir Fatma Onay'ı görünce başörtülü olduğu gerekçesiyle dışarı çıkmasını bir görevli aracılığıyla iletti. Muhabir Onay'ın bu tür toplantıları sürekli kendisinin takip ettiğini belirtmesi üzerine Rauf A., "Lafı fazla uzatma. Çık dışarı. Çıkmak istemiyorsa dışarı atın." diye emir verince muhabir Onay, görevliler tarafından dışarı çıkarıldı.[1]
Hızını alamayan Tuğgeneral A., başörtülü şehit ailelerini de fırçaladı: “Şu an karşımda sizi başörtülü gördüğüm için çok üzüldüm. Sizin oğlunuz bu al bayrak için şehit oldu. Başörtü için değil. Bundan sonra orduevine girecekseniz medeni bir şekilde başörtünüzü çıkararak gireceksiniz."
Olay, toplantıya katılanlar tarafından tepkiyle karşılandı. Erenler Belediye Başkanı Ulvi Çavdaroğlu ve birkaç basın mensubu toplantıyı terk etti.
Sakarya Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu Başkanı ve Adapazarı Gazetesi Genel Yayın Müdürü Necdet Güngörsün, olayı kınadı. Dik duran cemiyet başkanı, "Törenle ilgili olarak gazetemize davetiye gelmiştir. Davetiyede başörtülü muhabir gönderilmemesi şeklinde herhangi bir yazı yoktur. İnsanlarımızın dinî inanışları anayasamızla teminat altına alınmıştır. Üstelik aldığım istihbarata göre törende birçok şehit ailesinin başı örtülüdür. Şunu da açıkça belirtmekte yarar görüyorum; Atatürkçülük kimsenin tekelinde değildir. İstiklâl Harbi'nde sırtlarında 50 kg mermi taşıyan analarımızın da, bacılarımızın da başı örtülüydü. Başı örtülü diye bir insanın halka açık bir toplantıdan dışarıya çıkartılması yanlış bir olaydır. Bu yapılanı şahsım adına kınıyorum. Bundan sonra orduevinde yapılacak hiçbir toplantıya katılmayacağım. Bu tür olaylar hem bizi üzer hem de milletimizi üzer. Biz Fatma Onay'dan özür dilenmesini istiyoruz." dedi.
ADAPAZARI GAZETESİ SİYAH-BEYAZ ÇIKTI
Ertesi gün Adapazarı Gazetesi, olayı protesto etmek için siyah-beyaz çıktı.
Rahmetli Necdet Güngörsün ise sözünün eriydi. Dediğini yaptı. 17 Ağustos depremine kadar hiçbir törene katılmadı.
Fatma Onay ise yıllardan beri başörtü taktığını, emniyet ve jandarma dahil tüm programlara başörtülü gittiğini belirterek, komutanın neden böyle yaptığını anlayamıyordu.
Fatma Onay’ın başına gelenler asker kökenli ailesini de rahatsız etti. Babası askeriyeden aldığı tüm plaket ve madalyalarını iade etti.
Bu olaydan 18 yıl sonra Sakarya’da görüştüğüm Fatma Onay (Sak), kötü anılarıyla ilgili tüm belgelerin 17 Ağustos depreminde yıkılan evlerinin enkazına gömüldüğünü söylüyor. Yaşadıklarını hatırlarken gözleri yaşaran Onay, o günleri şöyle anlattı:
“Gazetemin genel yayın müdürü ve cemiyetin başkanı şimdi rahmetli olan Necdet Güngörsün’ün ve tüm Türkiye’nin sahip çıkması beni sevindirmişti. Unutamadığım olaylardan biri de Türk bayrağı sevdalısı olduğum için yakamdan hiç çıkarmadığım bayrak rozetiyle ilgili yaşadıklarım. Gazeteye ‘geçmiş olsun’ ziyaretine gelen bir siyasî parti yetkilisi, benim o rozetimin siyasî sembol olduğundan dolayı kovulduğumu söylemesi, beni ve müdürlerimi çileden çıkartmıştı. Hatta müdürlerim, “Siz ne diyorsunuz? Burası gazete, Fatma asla öyle bir şey yapmaz. Bu gazetenin kapısından içeriye çalışanların siyasî görüşü asla giremez. Onun yakasında Türk bayrağı rozetinden başka rozet göremezsiniz.” Diyerek, benim yakamdaki rozete bakmalarını istedi. Yaptıkları hatayı anlayınca, benden ve gazetemden özür dileyerek ayrıldılar.
O günleri yaşamak istemezdim. Çünkü biz vatan, millet ve bayrak aşkı ve terbiyesiyle büyüdük. Asla ve asla vatana, millete ve bayrağa karşı gelinmemesi gerektiğini öğrendik. Biz 9 kardeş, ecdadımızı zerresine kadar içimize sindire sindire, nakış nakış işleyerek büyüdük.
Asker torunu, paşa torunu olarak yaşanan bu vahim olay beni derinden üzmüştü. Oraya gidişim ilk değildi, şehit haberlerine sürekli ben gidiyordum. Özellikle müdürlerim beni yollarlardı. Hem girişken hem de meslekte çok hızlıydım. Gittiğim olaylardan hiç boş dönmez, mutlaka olayın tüm fotoğraflarını almak için elimden geleni yapardım. Şehit haberini duyar duymaz, gazetede ben öne atılırdım.
Babam maaşının yarısını Mehmetçik Vakfı’na ve orduya bağışlardı. Ondan dolayı onun plaketleri ve madalyaları vardı. Onları iade etti. Kızına yapılan bu hazin olayı kaldıramamıştı.
2 yıl sonra kendimi toparlayabilmiştim. Gerçi çevrem ve gazeteci arkadaşlarımın çok büyük destekleri olmuştu. Yerel gazetelerde bir tek bendim başörtülü muhabir, hiçbir zaman başı açık arkadaşlarımla aramızda böyle sorunlar olmamıştır. Olmaz da…
O zamanlar yaşadığım o olaya bir türlü akıl sır erdirememiş; sürekli kendime “Neden, niçin bu olay yaşandı?” diye sorup duruyordum. Cevabını da bulamamıştım. Ama aradan geçen zaman içinde cevabını buldum… Bugün yaşanan bazı olaylar, o günün habercisiymiş meğer! Yaşadıklarım bana daha da dik durmayı öğretti.”
Fatma Onay Sak, 24 yıllık meslek hayatının 5 yılında polis-adliye ve jandarma muhabirliği yaptı. Polis-adliye ve jandarma muhabirliği öyle her yiğidin yapacağı iş değil. Hele ki bir bayan gazeteci için hiç kolay değil. İnsan mesleğine sevdalanırsa yapabiliyor.
Daha sonra evlenip bir kız çocuğu dünyaya getiren Sak, 7 yıl mesleğine ara verdi. Yeniden mesleğe dönen darbe mağduru Sak, şu anda Adapazarı Akşam Haberleri Gazetesi yazı işleri müdürü olarak görevini sürdürüyor.
28 ŞUBAT’IN YERELE YANSIMASI BELGELENMELİ
“28 Şubat’ta mağdur olan gazetecilerin her birinin hayat hikâyesinden ayrı bir kitap çıkar” diyen Gazeteci Yazar Emine Dolmacı, o dönemde mağdur olan herkesi yaşadıklarını anlatmaya çağırıyor. Kitapta üçü Anadolu’dan sekiz gazetecinin hikayesinin bulunduğunu belirten Dolmacı şunları söyledi: “Bu kitabı hazırlarken yeniden kapısını çaldığımız meslektaşlarımız eskiyi hatırladıkları için konuşmak istemediler. Bazı arkadaşlarımızın yaşadığı travmayı hâlâ atlatamadığına şahit olduk. Bazılarının da hayata küstüğünü gördük. Zor da olsa 8 kişi hikâyesini anlatmayı kabul etti. Bir dönemin eksiksiz belgelenmesi adına yeni zulüm hikayeleri, belgeleri gelirse onları da kitabın ikinci baskısında yer vermek istiyorum. 28 Şubat’ın cezalı gazetecileri, özellikle de o dönemde sesleri hiç duyulmayan yereldeki meslektaşlarımız yaşadıklarını kayda geçmesi için anlatmalı. Kitapta 1992 yılından bile hikaye var. Çünkü 28 Şubat dönemine giden süreç benim izlenimime göre 1989’da başladı. Olağanüstü dönemlerin yerele yansıması belgelenmeli. Bu da herkesin hikayesini anlatmasıyla ortaya çıkarılabilir.”