Dün de ifade ettiğim gibi, birkaç günlük tatil esnasında Adapazarı, Akyazı ve Kuzuluk civarındaydım...
Daha önceki yazılarımda;
Kuzuluk’taki “İhlâs Kaplıcaları”ndan ve Kuzuluk Belediye Başkanı Bilal Soykan’dan çok bahsettim...
Bilal Soykan; gerçekten de “genç, enerjik ve hizmet aşkı ile dolu” bir “başkan”dı... “Dı” diyorum, çünkü, “Büyükşehir Yasası” gereği, “küçük belde”ler kaldırıldığı için, artık “Belediye Başkanı” değil...
Şimdi, Akyazı ilçe Belediyesi ve Adapazarı Büyükşehir Belediyesi’nde “Belediye Meclis Üyesi” olarak görev yapacak.
Bana göre, “örnek bir belediye başkanı”ydı... O kadar insanla görüştüm; Bilal Soykan’la ilgili “şikâyet”te bulunan bir Allah’ın kuluna rastlamadım...
Kuzuluk, eğer “belde” olarak kalsaydı, herhalde çok rahat kazanırdı.
Çünkü Bilal Soykan; sadece “halkla temas”ta değil, yaptığı “hizmet”lerle de insanlardan büyük sevgi ve takdir görmüş... Halen de gittiği her yerde “sevgi ve saygıyla” karşılanıyor...
“Çok az bir para ve borçla” devraldığı Kuzuluk Belediyesi’ni, 5 yılın sonunda, hem “borçsuz” ve “kasası dolu” olarak devretmiş, hem de “300 trilyonluk bir bütçe” ile beldede “kalıcı hizmetler” yapmış...
HİZMETLERİ SAYMAKLA BİTMEZ
Neler mi yapmış...
“14 bin ton asfalt” dökmüş... “Bin tonluk su deposu” yaptırmış... “1.800 metre isale hattı” döşetmiş... “Futbol ve antrenman sahası” yaptırmış ki, benzeri, bazı ilçelerde bile yok... Tamamen “belediye imkânları” ile, merhum Enver Ören’in adını taşıyan “8 derslikli bir ortaokul” yaptırıp, MEB’e devretmiş...
Öyle bir “ortaokul” ki, “özel okul”lar ve “kolej”ler bile bu kadar lüks değil...
Okul Müdürü Serkan Yaşar, son derece mutlu ve Bilal Başkan’a minnettar...
Kuzuluk’ta bulunduğum süre içinde, neler yaptığını bana ve dostum Mehmet Özküçük’e tek tek gösterdi.
İşte, geride bıraktığı eserler:
• 250 kişilik konferans salonu
•42 kilometrelik kanalizasyon
• Köylü pazarı
• 15 kameralı MOBESE sistemi
• Her mahalleye ayrı ayrı 3 mezarlık... Ki, her mezarlıkta, her hafta Cuma günleri Kur’an-ı Kerim okunuyor.
• 3 adet çocuk parkı-kafeterya
• 14 caminin çevre düzenlemesi
• 3 adet okulun çevre düzenlemesi
• 4 adet araç
• 4 adet köprü
• 4 adet sondaj
• Çevre köylerin tamamına yardım
Peki, bunları bana gösterme ihtiyacını niye hissetti?.. “Kendi reklâmını yapmak” ve “böbürlenmek” için mi?.. Elbette hayır... Bir “ağabeyi” olarak, belki benden bir “tebrik” almak ve “Allah razı olsun” dememi duymak için... Aslında, benim “takdir”ime de ihtiyacı yok, çünkü onu halk “takdir ve tebrik” ediyor...
KIZIM SANA SÖYLÜYORUM!..
İyi de;
Bir “Belde Belediye Başkanı”na ben niye bu kadar değer verdim, köşemde niye bu kadar büyük yer ayırdım?..
Açık ve net söyleyeyim;
Aramızda, kesinlikle bir “çıkar ilişkisi” yok... Yüzünü “yılda bir defa” ya görürüm, ya görmem... Görüştüğümüzde de, bir “çay-kahve” içeriz, o kadar.
Bilâl Soykan’ı “örnek bir belediye başkanı” olarak görmemin tek sebebi; tamamen “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” sözünün kastettiği mânâya gönderme yapmaktır.
Demek istiyorum ki;
“Bütün belediye başkanları böyle olsun” ve “halktan kopuk” bir başkanlık yapmasınlar!..
Çünkü halk, “hizmet”in yanı sıra, başkanlardan “hal-hatır sormasını, cenazelerine veya düğünlerine gelmesini, sık sık toplantılar yapıp halkın sorunlarını dinlemesini” bekliyor.
Meselâ; yakından takip ettiğim İstanbul Esenler’de yüzde 62 oyla “İstanbul rekoru” kırıp yeniden Belediye Başkanı seçilen Mehmet Tevfik Göksu ile Esenyurt’ta yüzde 47 oyla seçilen Necmi Kadıoğlu da, başarılarını “halkla iç içe” olmalarına borçludurlar.
Mutlaka daha başka belediye başkanları da vardır ama, bu başkanları yakından takip ediyorum...
BAŞKANI HİÇ GÖRMEDİM!
Ama, “bazı belediye başkanları” da var ki, seçildikten sonra “koltuğa gömülüp kalıyor”lar...
Dünkü yazımdan sonra bana “mail” gönderen bazı okurlarım demişler ki;
“25 yıldır esnafım... Belediye Başkanımızın yüzünü bir defa bile görmedim... Gelip, bir selâm bile vermedi!.. Ama yine de, yüzde 50 ile seçtik onu... Sanmasın ki, bu oyu kendisi aldı...
Biz; oyumuzu Başkan’a değil, Başbakan’a verdik!”
Bunun gibi, daha nice “mail” ve “mesaj” var ki; belediye başkanlarının “koltukları ısıtması”nı değil, “insanların yüreklerini ısıtmasını” istiyorlar ve bekliyorlar!..
Artık “Kuzuluk Belediye Başkanı” olmayan Bilal Soykan örneğini özellikle verdim ki; belediye başkanları, il veya ilçelerinde “saltanat” kurmak yerine, “halkın gönlünde taht kursun”lar!..
Dün de dediğim gibi;
Gözüm, “özellikle bazı belediye başkanları”nın üzerinde olacak!..
“Yeniden seçildim” diyerek “hava” atmaya, “halktan uzak” durmaya ve “halkın talepleri”ne kulak tıkamaya devam ederlerse, bilsinler ki, hepsini “deşifre” edeceğim...
Çünkü bu dâvâ; bazı belediye başkanlarının “çıkar kaygısı” ve “kapris”lerine feda edilemeyecek kadar “büyük bir dâvâ”dır!..
Söz konusu olan;
“Türkiye’nin istiklâli ve istikbali”dir ki, neler yaşadığımızı ve hangi “kumpas”larla karşı karşıya olduğumuzu herkes biliyor, herkes görüyor!..
Bu “ahval ve şerait” içinde, hiç kimsenin “halktan kopmak” ve “millete yüz çevirmek” gibi bir lüksü olamaz!..
Zira halk,
“Kendi üzerine düşeni” fazlasıyla yaptı...
“Ambulans”a bindi, “sedye” ile taşındı, “evladının sırtı”nda “oy kullanmaya” gitti!..
Niye?..
Sırf “Türkiye’ye kurulan kumpaslar” boşa çıksın, “Tayyip Erdoğan’ın ayağı tökezlemesin” diye...
77 YAŞINDA BİR ANNE
Buyrun, bir örnek... Ayna müdavimlerinden Osman Demir adlı okurum anlatıyor:
“Annem 77 yaşında... İstanbul’da oyunu kullanacak, 1 Nisan’da da babamla birlikte Rize’ye gidecekti...
Uçak biletini ona göre almıştık...
Ama 27 Mart’ta Rize’den haber geldi... Dayımı hastaneye yatırmışlardı, durumu da hayli ciddiydi.
Annem; hem abisine ağlıyor, hem de seçmen pusulasına bakıp, “Oy kullanamayacağım” diye hayıflanıyordu...
Ertesi gün göndermeyi teklif ettik ama, bekleyemedi... 27 Mart gecesi saat 01.30’da Trabzon’a uçtu...
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Hastanesi’nde yatan abisinin yanına gitmiş ve geceyi orada geçirmiş...
Sabahleyin beni aradı...
Ağlıyordu... “Oğlum” dedi; “Başbakan’ı dinledin mi, o sesini duydun mu?”
“Evet” deyince, hıçkırıklara boğularak; “Ne oldu Başbakan’ın sesine?..
Ne ettiler ona, bir şey mi yaptılar?” diye sordu... Ben, “Sadece sesi gitti” desem de, ikna olmadı...
Dedi ki;
“Oğlum, bu Başbakan; bizler için, millet için bu kadar çalışıyor, canını dişine takmış halde didiniyor, buna oy vermemek günah değil mi, yazık değil mi?.. Şu hastanelere bak, şu geldiğimiz yollara bak, uçaklarla ne kadar kolay seyahat eder olduk, her şeyi bu kadar rahatlattı, yaptı... Benim biletimi alın, gelip oyumu vereyim de içim rahat etsin!..”
GELDİ, OYUNU KULLANDI!
Uzun lâfın kısası; Cumartesi günü sabahı saat 09.15’e biletini aldık ve kendisine bildirdik... 09.15 uçağına bineceğini öğrenince çok sevindi;
“İyi, iyi... İnşallah, Maltepe’deki mitinge de yetişirim o zaman.”
İyi de, dayım ne olacak?..
Dedi ki;
“Oğul, iyi değil. Doktorlar her şeye hazır olun, dediler... Karaciğer sirozu, son aşamaya gelmiş...
Karın şişmiş, kanama oluyor...
Ama ölüm hak... Hepimiz öleceğiz...
Abimle görüşüp, helalleştim...
Artık gelip bulurum, ya da bulamam.”
Sabiha Gökçen Havaalanı’na indi ve doğruca Maltepe Meydanı’na geldi... “Başbakan’ın sesi”nin düzeldiğini görünce rahatladı, sevindi, dualar etti...
Zaten her namazında dua eder.
Pazar günü, babamla birlikte oyunu kullandı, akşama neticeleri öğrendikten sonra, daha önceki 1 Nisan bileti ile tekrar Rize’ye döndüler...
Bu arada, bu durumu öğrenen İstanbul Milletvekilimiz Osman Boyraz, seçim akşamı evimize gelip annemizi ziyaret etti ve elini öptü...
Annem, şu anda abisinin yanında...
Bu sevgi ve fedakârlıklar var olduğu sürece, bu dâvâ Allah’ın izniyle yere düşmez...
Hele de; başkanlar, bu fedakârlığın kıymetini bilirlerse!”
Osman Demir’in yazdıklarına aynen katılıyorum... Gerçekten de; “halkın sevgisi ve fedakârlığı” daima göz önüne alınmalı ve bunun kıymeti bilinmeli...
Görüyorsunuz ya;
Kuzuluk gibi bir “belde”den ve Bilal Soykan gibi bir “belediye başkanı”ndan yola çıkıp, nerelere geldik?..
Sözümüzün özü şudur:
“Halka sırtınızı dönmeyin!”
Çünkü bu halk, insanı “rezil” de eder, “vezir” de!..
Bilmem, anlatabildim mi?
*****************************************************************
Haşim Kılıç, Av. Yusuf Erikel olayını bilir mi?
Bilmem hatırlar mısınız?..
2004 yılında, “Ergenekon Terör Örgütü”nün; kod adları “Sarıkız... Ayışığı... Eldiven... Yakamoz” olan “darbe girişimleri” olmuştu...
İşte o zamanlar, MDHP adlı “adı-sanı duyulmamış bir parti”nin Genel Başkanı olan Av. Yusuf Erikel, Ankara’daki Armada AVM’de; Emniyet İstihbarat Dairesi eski Başkanvekili Bülent Orakoğlu ile buluşup, ona demiş ki;
“Darbe olacak, AKP düşürülecek!.. Hükümet gidecek, Erdoğan indirilecek, yerine ben Başbakan olacağım!.. Bizim dediklerimizi yaparsan, sana da devlet içinde önemli görevler verebiliriz!”
Bülent Orakoğlu’na, herhalde “MİT Müsteşarlığı” filân verecekti... Sonra “operasyon” başladı ve “Ergenekoncular” içeri atıldı... “Ergenekon’un Başbakanı” olmayı hayal eden Yusuf Erikel’e de, “Ergenekon sanıklarının avukatlığı”nı yapmak düştü!..
Aradan 10 yıl geçti... Anayasa Mahkemesi ve onun başkanı Haşim Kılıç’ın son zamanlardaki karar ve tavırları; herkes gibi, bana da “manidar” geldi...
Hani, diyorum ki; Av. Yusuf Erikel’in “ETÖ’nün Başbakanı” olma hayali kurması gibi, Haşim Kılıç da;
“Fetullah Gülen Örgütü’nün Cumhurbaşkanı Adayı” olmayı mı hayal ediyor?..
Eğer böyle bir “beklenti” içindeyse, derim ki;
“Yusuf Erikel’in düştüğü hâller”e baksın ve bu “kumpas”tan bir an önce kurtulsun!..
Çünkü, bu sürecin sonunda;
“Kullanılıp, atılmak” da var!..
yeniakit