Amerikan Hükûmeti, Irak ordusunun IŞİD /DAİŞ savaşçılarına karşı yetersiz ve yüreksiz ve de isteksiz savaştığını en yüksek perdeden, en üst dereceli sorumlularının ağzından dile getirdikten iki hafta sonra, Irak’a muharib olmayacak, (yani, savaşa katılmayacak) ama savaşı yönlendirecek yüzlerce askerî danışmanını daha göndermeye karar vermiş bulunuyor.
Böylece binlerce Amerikan askerî danışmanı, Irak ordusunu (ve hükûmetini de) istediği gibi yönlendirip oynatırken..
Ancak, Amerikalıların dominant/ hâkim durumda olduğu bu sahnede bir başkaları daha var.. Bunlar, İran’ın -‘kendi deyimleriyle, sevgili serdarları’- kumandanları, İran’ın son yıllarda daha bir ünlenen istihbarat şeflerinden Hacı Qaasım Suleymanî liderliğinde, Irak’da ve Suriye’de ve Yemen’de cirit atan İran askerî danışmanları ve ayrıca şiî milisleri olarak nitelenen güçler..
Bu güçlerin hançerelerinden onyıllarca boyu yükselen ‘Merg ber Amerika!’ (Amerika’ya Ölüm!) feryadları yine yükseliyor mu, acaba?.. Ne dersiniz? Onyıllar boyu Amerikan emperyalizmini ‘Büyük Şeytan’ olarak niteleyip, onu -ve onun Ortadoğu’daki yapışık kardeşi durumundaki sionist İsrail rejimini- namlumuzun ilk hedefine oturtmuş gibi bir görüntü vermişken; bugün nasıl oluyor da, Amerikan emperyalizminin öncülüğünde ve onun açtığı yollardan, onun gölgesinde ve zımnî himayesinde, bu coğrafyada cirit oynatırcasına azâdane yeni hedefler peşinde ilerleniliyor? Bu tuhaf ilişki durumunu kimse sorgulamıyor mu, kimsenin vicdanını, beynini ve gönlünü rahatsız etmiyor mu bu durum?
*
Bu vesileyle, bir noktaya da öncelikli olarak değinmek ve açıklık kazandırmak gerekiyor: Bazı okuyucular, ‘Suriye’den verilen bazı haberlerde, son zamanlarda kullanılan, ‘Hameneî- Esed Çetesi’ terkibinden rahatsız olmuyor musun?’ diye soruyorlar.
Belirteyim ki, sergilenen tablo ve gelişmelerin, o söylemi doğrulayacak boyutlarda olmaması temenni olunurdu.. O terkibin hele de İran tarafında, çok üst derece resmî ağızlarca da bu gibi nitelemeleri doğrulayacak öyle beyanlar sâdır olmakta ki, insanda o nitelemeye karşı çıkacak mecal bırakmıyor; maalesef.. Bu bakımdan, şahsen, ‘çete’ gibi ağır nitelemeleri, o terkibin bir tarafı olan İran için kullanılmasından, -bana göre- bunca yanlışlarına rağmen rahatsız olurum, ama, o terkibde yer alan ikinci taraf için ‘çete’ nitelemesi bile yetmiyor..
Beşşar Esed isimli bir kişi, bir kanlı diktatör, kendi mensub olduğu bir azlık grubunun ve ailevî hanedanının 1968’den beri 47 yıldır; keza bağlısı olduğu Baas ideolojisinin de 1963’den beri, 52 yıldır süregelen kanlı diktatörlüğünün devamı için, bütün bir ülkeyi taş taş üstünde kalmıyacak şekilde harabeye döndüren bir iç-savaştan hâlâ da elçekmezken ve bu durum yüzbinlerce insanın ölümüne, milyonların perişanlığına mal olurken.. Öyle bir kanlı yönetim için ‘çete’ nitelemesi de yetersizdir. Ve, buna rağmen, böylesine büyük bir zulme başvurmamış olan bir Şah’a karşı 1979 başında görkemli bir inkılab gerçekleştirmiş olan bir müslüman halk adına, bugün İran’ı yönetenlerin, bu korkunç kanlı diktatörlüğün yanında vargüçleriyle yer alabileceğine, rüyada görülse, inanılmazdı, herhalde..
Biliyorum, bu satırlarımdan dolayı birileri, küplere binecekler, sadece itiraz değil, ağır saldırılarda da bulunacaklardır, şimdiye dek yaptıkları gibi.. Ama, onlar o itirazlarını inanç hassasiyeti adına yapıyorlarsa, bu satırların sahibi de inancının gereği olarak böyle davrandığına inanmaktadır. Ve beni suçlayacak olanlara peşinen şunu söyleyeyim ki, özellikle Irak, Suriye ve Yemen’de olup bitenler konusunda, devleti yönetenlerin bildirdikleri dışında olup bitenlerden sağlıklı hiçbir haberiniz yok..
Bunu sadece ben söylemiyorum.. İnkılab Muhafızları Ordusu’nun eski başkomutanı ve hâlen de İslam Cumhuriyeti’nin Maslahatını Belirleme Kurulu’nun Genel Sekreterliği’ni uhdesinde bulunduran (Serdar) Muhsin Rızaî’nin sitesi olan Tabnak’da 1 Haziran (İran’da kullanılan Hicrî- Şemsî takvimle, 11 Khordad 1394) günü yer alan ve ‘İran’ın Irak, Suriye ve Yemen’deki bölgesel siyasetinin eleştiriye açılma vakti ne zaman gelecek?’ başlıklı yazıyı okursanız, durumun fecaatini sizler de daha net olarak anlarsınız.
Irak, Suriye ve Yemen gibi yerlerdeki İran siyasetinin eleştiriye açık olmamasının getireceği büyük sıkıntılara dikkati çeken sözkonusu yazı, sıradan değil, stratejik yorumlarıyla bilinen bir internet sitesinde yayınlanabilmesi açısından, evet, çok önemli..
Ve, hatırlayalım ki, İran’ın dış siyasetinin genel çerçevesini İnkılab Rehberi belirlediğinden, o da şia fıqhının yorumuna göre, riayet olunması gereken şer’î bir makamda görüldüğünden, onun görüşlerine aykırı bir görüş belirtilemiyor ve yüzden, takib olunan bu siyasetin sonunun nereye varacağını da kimse bilmiyor.
*
Sözkonusu sitede, 505 232 kod numaralı olarak yayınlanan yorumda, şu görüşler dile getiriliyordu (özet olarak) : ‘…İran’ın Suriye siyaseti ve benzeri konularda bölgedeki resmî siyaseti konusunda son yıllarda bir sessizliğin hâkim olması, bu konularda efkar-ı umumîyenin yönlendirilmesi şansını yabancı medya organlarının eline vermiştir. Bugün Suriye’deki En’Nusra ve DAİŞ gibi gruplar konusunda kamuoyu, yabancıların verdiğinden fazla bir şey bilmemektedir. (…) Aynı şekilde, İran kamuoyu, bu bilgilendirme noksanlığı yüzünden, geçen bahar ve yaz aylarında Irak’da meydana gelen gelişmelerden de gaafil ve şoke olmuştur. (…) Ve iç siyasetteki farklı güç odakları arasında farklı görüşler vardır. Nitekim Refsencanî’nin ülke içinde yaptığı gezilerdeki konuşmaları buna bir örnektir.. Bu durum da, İran’da dış siyaset konusunda eleştiri yapacak odakların olup olmadığını gündeme getirmektedir. İran’ın bölgedeki siyasetlerinin eleştiriye açık olmaması, İran’a ağır hasarlar verebilir, yaralar açabilir. Eleştirisizlik, nice yanlışların da temelini teşkil eder ve yanlışlarda ısrar edilmesini getirir. (…) Eleştirisizlikte ısrar edilmesi, içerdeki sorumlu makamların yanlışlarını daha da arttıracaktır. (…) Üç sene öncelerde niceleri, içerdeki sorumlu mercilerin suskunluğu sebebiyle Suriye rejiminin çökmesini beklerken, bugün, İran’ın bölgedeki ulusal menfaatlerinin zarar göreceği noktaya gelindiğini görmektedirler. Bu eleştirisizlik ve sağlıksız tahliller yüzünden muhtemelen İran’ın elindeki birçok fırsatlar da yitirilecektir. Aynı şekilde, Irak ve Yemen konusu da daha az önemli olmayan konulardır. (…)’
Evet, bölgenin önemli güç odaklarından İran’ın içinde bulunduğu durumdan bazı ilginç tesbitler ve eleştirisizlik yüzünden düşülen ve ileride daha da fazla düşülebilecek hatalar bu kadar dillendirilebilmiş..
*
Pekiy, bizdeki 7 Haziran seçimleri üzerine, İran’ın devlet medyasında yapılan değerlendirmelere ne demeli?
Bir örnek olarak, bütçesinin devlet tarafından karşılandığı ve Genel Yayın Müdürü’nü de İnkılab Rehberi’nin tayin ettiği Kayhan gazetesinde 9 Haziran günü, ‘Erdogan çera şikest khord?/ Erdoğan niçin yenildi..?’ başlıklı başyazıya bakılabilir.
O devlet gazetesindeki bu başyazıda, Erdoğan’ın yenilgiye uğramasından memnuniyet dile getirilirken, kullanılan argumanlar ilginç.. Onun diliyle yenilginin etkenleri sıralanırken, Erdoğan’ın, Gezi Parkı göstericileri üzerine, ‘vahşice saldırdığı’ bile dile getirilmiş, emperyalist dünyanın medya organlarının ağzıyla..
Osmanlıcılık hayalleri peşinde olan Tayyib Erdoğan’ın elinin Suriye’de eli kanlı vahşi tekfircileri desteklemesi yüzünden kanlı olduğu, ayrıca, Kobani’den Türkiye’ye sığınmak isteyen onbinlerce kadın ve çocuğu ülkeye almadığı ve onları tekfircilerin eline bıraktığı iddiasında bile bulunulmuş.. (Yani, Kobani’den bir hafta içinde 198 bin kişinin sığınmasına izin veren Türkiye’den sözedilmiyor, tabiatiyle..
‘Tekfirciler’ deyimine gelince; bu, İran’da, resmî çevrelerin ve medyanın kendilerine veya kendi tarafdarlarına karşı silahlı savaş veren -IŞİD / DAİŞ veya selefîler başta olmak üzere- bütün muhalif güçlere karşı verdikleri bir isimdir.)
Yazı daha sonra şöyle devam ediyor:
‘Erdoğan’ın bu acı seçim yenilgisi, onu sadece Osmanlı İmparatorluğu’nu ihya etmek hayalinden uzaklaştırmakla kalmıyacak, onun bölgedeki yüksek hayallerini de azaltacaktır. Şübhesiz ki, Erdoğan, bir koalisyon hükûmetiyle, geçmişte olduğu gibi rahat hareket edemiyecek ve bu tarihî yenilgi, Türkiye’nin Suriye siyasetinin de önünü, sınırlı da olsa kesecektir. Suriye, bundan sonra, Türkiye’nin malî, lojistik ve askerî yardımlarıyla şehirlerinin elinden çıkmasının son bulacağı ve ‘tekfirciler’in Türkiye’nin sınır bölgelerinden Suriye’ye akışlarının yolunun kesileceği konusunda da, daha ümidli olabilir.’
*Yazı, İran’ın kürdler arasındaki mahbubiyetinin arttığı ve Hz. Peygamber’in sünnetini takib edenin İran olduğu gerçeğinin daha iyi anlaşıldığı ifadesiyle son buluyor.
Türkiye’deki seçimlerin, İran medyasında hep aynı minval üzere, sevinçle karşılandığına yığınla örnekler varsa da, biz burada stratejik açıdan önemli ve resmî yayınların görüşlerine ağırlık vermeyi tercihle yetiniyoruz..
*
Asıl ders alınması gereken husus, müslümanların durumunu, dışardan bakışlar kadar, kendi içlerinden bakışların da yansıttığıdır. Türkiye’de bu seçimlerden hangi değerlere sahib, hangi geniş çevrelerin memnun veya rahatsız olduğunu en yakın komşu göremiyor ve emperyalist çevrelerin ağzını kullanmaktan kendisini kurtaramıyorsa, bu durum hepimiz için bir seçimde karşılaşılan bir tökezletilmeden daha da ağır değil midir? Bu yanlış ve şaşı bakışlar umarız ki, büyük musibetler gelmeden düzeltilir..
Bu anlayışlar düzelmedikçe, müslüman coğrafyalarında emperyalistlerin oyun daha büyük oyunlar kurmaları, daha büyük nifaq ve fitne ateşleri yakmaları daha bir kolay olmaz mı?
*
dirilişpostası