Çünkü oruç, sadece ağzın orucu değil. Öncelikle bunun bilinmesi gerekiyor.
Oruç kalpten başlayıp tüm uzuvlara gelen disiplinin iklimi.
Yeme içme insanın olmazsa olmazı. “Bırak onu” diyor bir İrade ve bırakıyorsun.
Çünkü o İrade senin her şeyin. Varlığının sebebi. Vücudunun sana aidiyeti göreceli. O vücut üzerinde de senden öte bir mutlak hüküm sahibi olduğunu bil, ona göre davran.
Tıpkı onun gibi o İrade, “Mal mülk üzerinde senin sahipliğin de görecelidir. Onun içinde fakir – fukara için bir pay tayin ettim, onu ayır, gerçek sahibine ver, değilse elindeki malı “kirli” addederim, diyor. Zekatın mantığı bu. Mal – mülkle ilişkin Karun gibi olmayacak.
Günde beş vakit O’nun huzuruna duruyorsun. “Gel” diyor, günde beş defa, işi – gücü bırak gel. Kendine gel. Huzura gel. Bir daha ilişkileri yenileyelim. Yaratan – yaratılan. Sen, ben ve O.
İnsan ve O.
Her ibadet, insanla Yaratan arasındaki ilişkiyi diri tutma donanımı kazandıran bir iç anlam taşıyor.
Bu iç anlam unutulduğunda ibadetler “Âdet” haline dönüşüyor. Âdeten yapılan ama, insan kişiliğine çok bir şey taşımayan davranışlar. Namaz eğilip kalkma oluyor, oruç aç kalmaya dönüşüyor, zekat üstünlük psikolojisini tatmin eylemine, hac seyahate…
Onun için Allah Rasûlü -sallalahü aleyhi ve sellem- böyle durumlar söz konusu olacaksa “Allah’ın sizin eğilip kalkmanıza, aç kalmanıza ihtiyacı yok” buyuruyor.
“Kalpten başlayıp tüm uzuvlara gelen disiplinin adı” dedik oruç için.
Kalpte “Allah ile beraberlik idraki” oluşacak. “Nerede olursak olalım:” diye bir bilinç kuşanılacak.
Oruç, insan için “helal olan” yeme içmeyi, cinsel teması bırakma disiplini. Evet, normalde helal olan.
Mantığı, Allah öyle istediği için… Diğer gerekçelerin hepsi insanın “kalbini tatmin etme” amacına yönelik arayışları. Aslı Allah öyle istediği için.
Oruçla insan, normalde helal olan şeyleri bile Allah öyle istediği için bırakma terbiyesi kuşanırsa, artık helal olmayan şeylere de yaklaşmaması gerektiğini bilir.
Kur’an’da uzuvların mahşer ortamında kendi yaptıkları işe şahitlik edeceği bildirilir. Dil ile ifade edilmese bile, diyelim göz tanıklık edecek, el tanıklık edecek, ayak, hatta deri tanıklık edecek.
Dili konuşturan Kudret, deriyi de konuşturacak.
Demek her uzvun bir hafızası var. Her uzuv, hayatta yapıp ettiği şeyleri saklıyor. “Nesnelerin interneti” denen şey böyle de anlaşılamaz mı? Ya da yarın mesela beyin dalgaları çözüldüğünde, orada kurgulanan kötü şeyler de ortaya çıkmaz mı? İnsanoğlu Allah’ın varlığını anlayabiliyor da Zâtının mahiyetini anlamakta, kavramakta aciz kalıyor. “Ol dedi oldu” hükmü kâinatın varoluşu için ifade ediliyor. Mahşer ortamındaki hadiseler de havsalayı zorlayacak nitelikte.
Ama hazır olmak lazım. Mahşere hazırlanmak lazım. Orada ağzımıza oruç tutturup, elimize cinayet işletmişsek, yetim malına el uzatmışsak, bir başkasının hukukunu çiğnemiş, mazlumlar üretmişsek, gözümüz başkasının mahremine bakmış, sütun sütun haysiyet cellatlığı yapmışsak… Sahip olduğumuz güçleri, Yaratan’ı yok farz ederek, ölüm hiç gelmeyecekmiş gibi, hiç hesap vermeyecekmiş gibi kullanmışsak…
Oruç bizi tutmuyorsa biz orucu tutmuşuz neye yarar ki?
Korona için el yıkıyoruz ya… Virüs bizi öldürebilir diye… Ramazan’da elimizi bin kere yıkayıp, kirli işlerden kurtulduğumuza kalbimizi ikna etmemiz lazım. Allah yaptıklarımız gördü, görüyor uyanıklığı ile. Hatta kalplerimizi de yıkamamız lazım. Hani yüce Yaratan “Mü’minlere karşı kalplerimizde kin bırakma” diye dua öğretiyor ya… Kime karşı ne kadar kin biriktirdik, bakmamız lazım kalplerimize.
Dua ile bitirelim: Ramazan bereketler yağdırsın gönüllerimize… Bayrama ulaşırken güzel bir insan olmanın yol aydınlığını versin bizlere. İftar vakti aldığımız her lokma, ona muhtaç olanları hatırlatsın ve paylaşma terbiyesi kazandırsın. Dualarımız olsun hastalar için, hastaları tedavi edenler için, borçlular için…. İmkanı olanların duasının yara sarmak için gayrete soyunmak olduğunu unutmamak…