MSB, MİT, EGM ile “Ankebut” suresinin bir alakası olabilir mi? “Ankebut” Kur’an-ı Kerim’de bir sure adı. Surede “örümcek ağı”ndan söz ediliyor. Dünyada 34 bin örümcek cinsi tespit edilmiştir. Ülkemizde ise; 2008 yılı verilerine göre, 44 familya, 234 cinse ait toplam 690 örümcek türü yaşamakta. Örümcek fobisi dünyanın en eski fobilerinden biri. Buna “araknafobi” deniyor bugün. Örümcek ağı dünyanın esnek materyallerinden biri ve bu ağ aynı zamanda darbelere karşı son derece hafif ve dayanıklı. Onun için özel zırh yapımında kullanılıyor. Direnç olarak örümcek ağı, en iyi metal telden en az dört kat daha dayanıklı. Çok küçük örümcekler yanında bacak boyu 25 cm’i bulan dev örümcekler de vardır. Bu örümcekler köstebek, küçük yılanlar ve kertenkeleleri yakalayıp yiyebilir. Diğer böceklerden farklı olarak sekiz bacağa ve sekiz göze sahiptirler. Büyüme safhasında bir bacak kırılırsa yerine yenisi gelebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan 2015 Şubatında Malatya’da “Ankebut” deyince herkes arama motoruna bakmıştı, Cumhurbaşkanı neden söz ediyor diye. Kur’an-ı Kerim’de bu isimde bir sure var. Ankebût sûresinde putlara ve diğer varlıklara tapanların hâlleri, onların dünyâlık elde etmek için kurdukları tuzak ve gayretleri anlatılır. Bu çevrelerin hile ve tuzakları, o vehmettikleri güçleri ankebût denilen örümceklerin pek zayıf olan ağına benzetilir. Ankebut suresi Mekke döneminde nazil oldu. 69 âyettir. Sûre, adını 41. âyette geçen “Ankebut” kelimesinden almıştır. Bu ayette şöyle denilir: “Allah’tan başkalarını dost edinenlerin durumu, kendine bir ev edinen örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümcek evidir. Keşke bilselerdi!” Bu süre şöyle başlar: “1. Elif Lâm Mîm. 2. İnsanlar, “İnandık” demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler. 3. Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah doğru söyleyenleri de mutlaka bilir, yalancıları da mutlaka bilir. 4. Yoksa kötülük yapanlar, bizden kaçıp kurtulacaklarını mı sandılar. Ne kötü hükmediyorlar! 5. Her kim Allah’a kavuşmayı umarsa, bilsin ki Allah’ın tayin ettiği o vakit elbette gelecektir. O hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. 6. Her kim cihad ederse, ancak kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz Allah âlemlere muhtaç değildir. 7. İman edip salih amel işleyenlerin kötülüklerini elbette örteceğiz. Onları işlediklerinin daha güzeliyle mükâfatlandıracağız.” Şimdi, Hicret olayına dönelim. Orada da bir örümcek var. Ağ örerek Resulullahı gizleyen, koruyan. Allah dilerse silahları ile gelen düşmanlarına karşı resulünü, bir örümcek ağı ile bile koruyabilir.. Tıpkı küçük bir birlik ve bir gencin sapan taşı ile güçlü bir orduyu yenilgiye uğrattığı gibi. Hani, hatırlayın, Peygamberimiz Hicrete karar verdiğinde kendine Mekke’nin en iyi rehberini kılavuz seçmişti. O Mü’min değildi ama işin ehli biri idi ve söz verdiğinde sözünde duranlardan biri idi. Dileseydi Cebrail ona yol gösterebilirdi. Bu yolculuktan, Hz. Peygamber dışında Hz. Ebubekir, Hz. Ali ve kılavuzun haberi vardır. Peygamberimiz kendine kılavuzluk edecek kişi ile sırrını paylaşmıştı. Hz. Ali, Peygamberimizin yatağına yatarak düşmanı oyalayacak ve peygambere bırakılan emanetleri sahiplerine dağıtacaktı. Bu yolculuk gizli olacaktı ama Sevr mağarasına geldiklerinde bu “Gizli” yolculuğun çok da gizli kalır yanı olmadığı anlaşıldı. Çünkü bu yolculuktan güvercinin haberi vardı. Örümceğin haberi vardı, rüzgârın haberi vardı? Peki, o güvercin Peygamberimizin başının üzerinde uçarak yol gösterebilirdi. O zaman kılavuza ne gerek vardı diye düşünmek mümkün. Zaten daha kılavuzla buluşmadan yakalanmışlardı ve yolculuk başlamadan bitmişti. Ama güvercin, örümcek ve rüzgâr sebeplere ilişkin görevlerini yerine getirince, mağara kapısına kadar gelen silahlı düşmanlar gerisin geriye dönüp gitmişlerdi. Allah dilerse bir güvercin, bir rüzgâr, bir örümcek bile onların kirli oyunlarını bozmaya yetebiliyordu. Mağara sakinleri çöle indiklerinde bir kez daha yakalandılar. Neyse ki, bu defa da çöl kumları Suraka’nın atının ayağını bırakmıyordu. Meğer havadan sonra toprak da biliyormuş. Süraka’nın atının ayağını tutan herhalde Cebrail olmalıydı. Cebrail de yanlarında idi. Sahi, Resulullah, Suraka ve arkadaşlarına nasıl davranmıştı. İşin daha da ilginci Resulullah Medine’ye geldiğinde, herkes onu evine davet ediyordu. O ise devesinin yularını devesinin boynuna attı ve “o nerede durursa orada ineceğim” dedi. Deve Eyyub Sultan’ın evinin kapısında durdu. Meğerse deve de yolu biliyormuş. O Eyyub Sultan İstanbul’un manevi olarak fethine açılan en önemli kapıdır. Bilad-ı Şam’dan Kıbrıs’a, oradan Rodos’a, Çanakkale üzerinden İstanbul’a giden yolun ucu Medine’den Mekke’ye uzanır. Biliyor musunuz, İstanbul’dan yüzünüzü Kıble’ye döndüğünüzde, aynı zamanda Mescid-i Aksa’ya dönmüş olursunuz. İstanbul bu anlamda Kâbe’ye açılan bir kapıdır. Onun için Üsküdar’daki Sürre alaylarının hareket noktası olan bir semtin adı “Harem”dir. Buradan çıkaracağımız bir ders var. Allah, cahil ve zalim bir topluluğa yardım etmeyecek. Ankebut suresi ve diğer birçok ayet üzerinden bunu anlatır. Biz aklın gerektiği şartları eksiksiz olarak yerine getirmeliyiz, ama bunlar Allah’ın iradesi önünde zorlaştırıcı ve kolaylaştırıcı bir etkiye sahip değildir. Kuyudaki Yusuf örneğini hatırlayın. Örümcek ağını hatırlayın, Davud (a.s)’nin sapan taşını hatırlayın. Maddi şartları, gerekleri ihmal etmeyelim, ama bunların sonuç olarak Allah’ın iradesi karşısında hiçbir etki gücüne sahip olmadığını bilelim. Sayınızın azlığından endişeye kapılmayın ya da sayınızın çokluğuna güvenmeyin. Aday belirlerken, bürokrat tayin ederken, düşmanlara karşı meydana çıkarken bunu aklımızdan çıkartmayın. Sizin en gizli bilgilerinizi, hatta aklınızdan, kalbinizden geçenleri bilen bir Allah var. Dilerse Allah iradesini gerçekleştirmek için Süleyman Mabedi örneğinde olduğu gibi “Bukağılı şeytanlar”ı mabedin inşasında işçi olarak çalıştırır. O faydalı iş karşılığı onlara hiçbir hayır yoktur. Şeytanların dostlarının hayırlı gibi gözüken işlerinden de onlara bir fayda yoktur. Bizimle Allah’ın yardımı arasında perde oluşturacak, Allah’ın yardımını engelleyip, Allah’ın gazabını bize çekecek olan cahil, zalim, fasık topluluklardan, müfsit insanlardan, içimizdeki beyinsizlerden uzak duralım. “Zalimlere yardım etmeyin, sonra ateş size de dokunur” denmiştir. Herkes Allah’ın iradesi içindedir. Şeytan da! Biz ise Allah’ın rızasına talibiz ve hüküm Allah’ındır. O kadir-i mutlaktır ve O “ol” der ve o şey hemen olur. Başarı için zalimlerden, fasıklardan cahillerden, müfsitlerden yardım ve tavassut bekleyenler yanılırlar. Başkalarının yardımlarını almak isterken Allah’ın yardımından mahrum olurlar. Unutmayalım ki, Allah’ın kolaylaştırdığından daha kolay ve zorlaştırdığından daha zor bir iş yoktur. Selam ve dua ile. Yeniakit