BDP'yi, KCK'yı, diasporayı çöz... Çözdükçe dolaşıyor yumak.
İşte Oslo işi de yeniden patladı.
Orada zamanı ayarlanmamış bir bomba gibi duruyordu.
Bazı müzakereler olmuştu, bazı sonuçlara varılmıştı ve bir gün, ses kayıtları, rivayet o ki, dizayn edilerek pazara sürülmüştü.
Gerçekten müzakere gibi müzakere mi yapılmıştı?
Görüşmelerden gerçekten sonuç alınmış mıydı?
Alınan kararlar gerçekte neydi?
Devlet Kandil ile, İmralı ile, Avrupa'daki ayaklarla ne görüşmüştü?
Oslo ve öncesindeki görüşmelerde, gerçekten Anayasa değişiklikleri de dahil İmralı'yı, Kandil'i tatmin edecek sonuçlara mı varılmıştı?
Oslo ile ilgili bir yığın soru ortada duruyor. Şimdi Oslo'daki üç devlet görevlisi, Yeni MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Eski MİT Müsteşarı Emre Taner ve Müsteşar yardımcısı Afet Güneş, özel yetkili savcı tarafından ifadeye çağrılıyor. Böylece matruşkanın bir boy büyüğünü ya da küçüğünü daha görmüş olacağız.
Tabii, özel yetkili savcının devlet adına yürütülen gizli görüşmeleri faş etme hamlesi de matruşkanın bir başka görüntüsü...
Belki de Kürt sorunu konusunda devlet içindeki farklılaşmanın ve iktidar mücadelesinin yansıması ile karşı karşıyayız. Belki Hakan Fidan'a karşı bir operasyon. Dur bakalım daha neler göreceğiz?
.....
Zincirin halkaları
AK Parti Grup Başkan Vekili Bülent Gedikli'nin Şimon Peres'ten Paul Auster'a, oradan Ergenekon'a, Neocon'a uzanan ilişkiler iddiası, bir komplo teorisi midir?
Gedikli'nin sözlerini okuduğumda ben de gülümsedim. O sözlerde bir abartma olduğu açıktı ama "komplo teorisi" denilip çöpe atılacak bir değerlendirme de değildi. Sayılan isimlerden kaleci kaleci değildi belki, defans oyuncusu orada zikredilmeyebilirdi ama yan yana dizilmiş isimlerin, en azından üstlendikleri rol itibariyle bir "takım" hüviyeti arz ettiği de yabana atılamazdı.
Kılıçdaroğlu, Türk hükümetini Amerikalılar'a şikâyet ettiği makaleyi Wall Street Jurnal'a yazmıştı.
WSJ, 12 Haziran seçimlerinden üç gün önce, Tayyip Erdoğan'ı, "Boğaziçi'ndeki Mahathir" diyerek aşağılayan ve "Yahudi karşıtlığı" damgasına layık gören gazeteydi. WSJ o yazıyı, Erdoğan hükümetini övüp övüp, sonra da "Bu seçimde oylar CHP'ye" diye yazan The Economist dergisinin çıkışı ile bağlantılamıştı.
Kılıçdaroğlu "Şu Ergenekon neymiş, gidip üye olsak" diyen kişiydi.
Paul Auster, Ergenekon davalarından yola çıkıp "Türkiye'de gazeteciler baskı altında, düşünce hürriyeti yok, onun için Türkiye'ye gelmem" diyen kişiydi.
Aynı Auster, "İsrail'de düşünce özgürlüğü sorunu yok, oraya gitmeme mani bir durum da yok" diyebilmişti.
Acaba Auster, bu çizgisi ile hangi lobinin uzantısı olmaktaydı?
Fatura mı?
Şimon Peres, Davos'ta Başbakan Erdoğan'ın, yüzüne karşı "Siz çocukları öldürmeyi iyi bilirsiniz" dediği kişiydi.
O günlerde, bizdeki bir siyaset duayeni "Yahudi lobisi bunun faturasını Türkiye'ye çıkarır, nereden geldiğini de bilemezsiniz" demişti.
Hudson Enstitüsü'nde, yüksek rütbeli bir askerin de hazır bulunduğu toplantıda, bir Türk analistin, "PKK'ya şimdi yapılacak bir operasyon AK Parti'ye yarar, zamansız olur" dediğini hatırlayın.
Yüksek rütbeli bir subayın İmralı'daki zata, "Yeterli şiddette eylem yapmazsanız, devlet size itibar etmez" türünden şeyler söylediğini düşünün.
Belli ki AK Parti iktidarının politikaları, içeride de, dışarıda da taşları yerinden oynatıyor ve çeşitli aktörlerin katılımı ile müthiş bir mücadele sürüyor. Herkesin hassasiyet göstermesi gereken şey ise bu mücadelede nerede yer aldığını sorgulaması...
bugün