Kaç gündür Osmanlıcayı tartışıyoruz..
Ama sanırım bu arada gözden kaçırdığımız bir ayrıntı var..
Osmanlıca tamam da, Osmanlıca “cafe” yi nasıl yazacağız. “Kafe” yani “kaf” ve “fe” ile mi, yoksa “cim” ve “fe” ile mi.
Burada aslında bir özeleştiri var.
Dil şüphesiz çok önemli, ama o dille aktardığınız muhteva çok daha önemli.
Birçok kavram, kelime acımasızca marka putuna, piyasa putuna kurban edilmedi mi?
O AVM’lerin kapısına çakılan MALL’lar ne olacak..
Beyoğlu değil Fatih’te tabelalara bakın bakalım. OSMANLI’yı bile OTTOMAN diye yazıyoruz yahu.
Artık şu garp hayranlığından kurtulsak diyorum.. Şu aşağılık kompleksinden çıksak..
Tamam dün olan oldu. Bugün yeni bir başlangıç yapabiliriz..
Bir ara Fransız modası vardı. Gün geldi Alman hayranı olduk, Amerikan hayranı, İngiliz hayranı, Türkçe kelimelerin sonuna eklemeler yaparak onu İtalyanca’ya benzetmeye çalıştık. Beyazıt’ta biraz dolaşın, İtalyan markası mı, Türk markası mı hemen anlaşılmayan bir sürü marka göreceksiniz..
Halt etmenin Türkçesi, Arapçası, Osmanlıcası olmaz.. Söylediğiniz söz, yazdığınız yazı hikmet ihtiva etmiyorsa, hangi dilde yazarsan yaz aynı kapıya çıkar.
Ben hiçbir dile ve yazıya karşı değilim. “Osmanlıcılık” da yapmıyorum. Rize de tabelaya Gürcüce, Ermenice yazılması beni rahatsız etmez.. Edirne’de Bulgarca, Yunanca seçmeli ders olmalı. Ben “komşu dili hakkı” diyorum buna.. Kürtçe, Farsça, Arapça ya da Süryanice farketmez. “Bir dil bilen bir insan, iki dil bilen iki insan..”
Yabancı markalar kullananlar, onunla şöhret bulmuşlarsa onun yanında kendi markalarını da denemeliler. Ya da başka ülkelerde oluşturdukları markaları da elbette sürdürebilirler, ama kendi dilimizi kendi yurdumuzda parya durumuna düşürmek olmaz.
Biliyorsunuz dil “lisan” anlamı dışında ağzımızda bir organımız olmasından başka bir de “kalp” anlamı taşır. “Dil yarası”, “gönül yarası”dır aynı zamanda.
Osmanlıca konusu da hassasiyet gösteren kardeşleri mi, bu konuda farklı açıdan bir hassasiyet göstererek kendimiz ve çevremizle ilgili daha aktif ve sorumlu davranmaya davet ediyorum.
Bu iş biliyorsunuz sadece dil konusu değil, tarih konusudur, bu mesele din ve medeniyet meselesidir aynı zamanda?
Değişen sadece yazı değil, dilin kendisidir de. Buna vurgu yapmak istedim.
O gün neyi değiştirdilerse bu gün onu yeniden ihya ve inşa etmeliyiz.
Latinceyi unutmayacağız. Onu da bileceğiz. Kameri ayları da öğreneceğiz.. 2 öğün ve tek tip yiyeceğiz. Kıyafetimizi de yeniden gözden geçireceğiz.
Kameri ayları hatırlayalım mı bu vesile ile?
Önce hicri kaçıncı aydayız? Rumi 2 kanunuevvel 1430, Hicri 22 Safer 1436
Demek ki, Osmanlı’da bir de Rumi takvim varmış.. Osmanlının hıristiyan yurttaşları için Gregoryen takvimi zaten kullanılıyordu. Şemsi takvimle de sorunu yoktu..
Bakın, tek parti döneminde Miladi Gregoryen takvime geçilmedi. O zaten vardı. Hicri takvim yasaklandı. Asıl sorun bu. Miladi takvim yoktu da o getirildi değil.
Hicri takvimin ayları nelerdi?
Hatırlayalım. Bizim insanımız bu ay adlarını çocuklarına vererek bu adları yaşattı. Recep Cumhurbaşkanının adı. Şaban.. Hacı şabanı veli.. Eskiden beri kullanılan bir ad. Ramazan, her yerde rastlanan bir isim. Muharrem ve Safer de öyle. Ya da Rebii. Şevval kadın adı olarak kullanılıyor mesela.. 12 aydan 7’si insan ismi. 4’ü de tekrar. Rebiülevvel, rebiülahir, Cemaziyelevvel, Cemaziyelahir.. Etti mi on. Diğer ikisine gelince Zilkade ve Zilhicce. Sırası ile sayacak olursak: Muharrem, Safer, Rebiülevvel, Rebiülahir, Cemaziyelevvel, Cemaziyelahir, Recep, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade ve Zilhicce..
Hadi şunları bir öğrenelim ve öğretelim.. Eşimize, çocuklarımıza, komşumuza, cami cemaatine öğretelim.. Bu işler tek başına iktidara bırakılamayacak kadar ciddi işler.
Ha! Bu arada gazetemizin Osmanlıca derslerine katılıyorsunuz değil mi? Bu arada Kur’an-ı Kerim’i okumayı bilmeyen varsa iyi bir vesile..
Selam ve dua ile.
yeniakit